Örneğin sınırdan koşarak içeri giren mültecilerin videosunu rt’lerseniz, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak”la suçlanabilirsiniz. Ya da enflasyon oranının gerçekle örtüşmediğini savunursanız cezanız hapis. Durum bu denli vahim...
Loading...
20.yüzyılın sonlarında gerçekleşen internet devrimi, sanayi devrimiyle birlikte geleneksel endüstriler üzerine kurulu bir ekonomik modelden, bilgi teknolojileri üzerine kurulu bir modele geçtiğimiz Dijital Çağ ya da Bilgi Çağı olarak adlandırılan çağın kapılarını açtı. İnternetin hayatımıza girdiği ilk yıllar olan Web 1.0 döneminde, sıradan bir geleneksel medya takipçisi gibi, bize sunulan içerikleri okumakla yetinmek zorunda olduğumuz bir dünyayla karşılaşmıştık. Web 2.0 olarak adlandırılan ikince nesil internette ise artık bizler de içerik üretebilen, bilgi paylaşabilen, maruz kalan olmaktan çıkıp üreten konumuna geçebildik. Kısa bir süre de olsa yeni, özgür bir dünyanın bizi beklediği yanılsamasına kapıldık. Sonra ilk olarak sosyal medyayı ellerinde tutan dev teknoloji şirketlerinin, daha sonra da devletlerin güdümünde, ne üretip ne üretemeyeceğimize birilerinin karar verdiği bir alanda bulduk kendimizi… Bilgi, “gerçek” ve “kabul edilebilir” olması şartıyla paylaşılabilirdi. Kabul edilebilirlik ve gerçeklik tanımını yapan ise her zaman olduğu gibi kitleler değil, kitleleri temsil etme vaadiyle oturdukları koltuklardan, “İnsanlar bunu istiyor.” kurmacasını burnumuza dayayan erk sahipleriydi.
Uzun süredir tartışmalara konu olan, ama öyle sanıyorum ki malumun ilamı kabilinden olması nedeniyle yeterince konuşulmayan sosyal medya yasası, geçtiğimiz hafta TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. AKP-MHP’nin ‘dezenformasyonla mücadele’ iddiasıyla Meclis’e gönderdiği kanun teklifinde yer alan bazı maddeler, hepimiz için ağır sonuçlara neden olabilecek nitelikte. ‘İfade özgürlüğünün güvence altına alınması’ amacıyla yola çıkan yasanın, kurumsal ve bireysel düzlemlerde hayatımıza getireceklerine (!) yakından bakalım:
- Teklifin kabul edilen maddelerine göre, internet haber siteleri de artık süreli yayın tanımı kapsamına alınacak.
- İnternet haber sitelerinde yayınlanan herhangi bir içeriğin “gerçeğe aykırı” olarak değerlendirilmesi durumunda Basın İlan Kurumu yayımın durdurulmasını talep edebilecek.
- Basın İlan Kurumu internet haber sitesinden gerçeğe aykırı bilgilerin 2 hafta içinde düzeltilmesini isteyecek.
- İstemin yerine getirilmemesi durumunda Basın İlan Kurumu internet haber sitesi vasfının kazanılmadığının tespiti amacıyla asliye ceza mahkemesine başvuracak ve mahkeme de en geç 2 hafta içinde kararını verecek.
“Gerçeklik” ve “gerçeğe aykırılık” son derece muğlak ifadeler. Bu muğlaklığın işlemeyen bir adalet sistemiyle bir araya geldiğinde doğuracağı sonuçlar da hepimizim malumu.
Medyada sansür yasası olarak adlandırılan bu yasanın bireylerle ilgili kısmına gelince:
Yasanın yürürlüğe girmesi ile Türk Ceza Kanunu’na "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçu eklenecek. Yasanın 29. maddesi gereğince "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis" cezasıyla cezalandırılacak. Bu ne anlama geliyor? Örneğin sınırdan koşarak içeri girmekte olan mültecilerin videosunu içeren bir tweeti retweet ederseniz, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak”la suçlanabilirsiniz. Ya da TÜİK tarafından açıklanan enflasyon oranının “gerçekle” örtüşmediğini savunarak, size göre daha güvenilir olan bir kurumun enflasyon verilerini paylaşırsanız, yine halkı yanıltmakta olduğunuz ithamı ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Yargılanmanız durumunda BİR BİREY OLARAK alacağınız ceza ise hapis. Durum bu denli vahim...
Farklı ülkelerde benzer yasaların yürürlükte olduğu savunuluyor. Ancak son derece muğlak bir “yanıltıcılık” tanımıyla yargılamanın önünü açan bir yasa ile AB tarafından yürürlüğe konulan yasaların karşılaştırılması abesle iştigal.
Yasanın aleyhinde yükselen sesler karşısında farklı ülkelerde de benzer yasaların yürürlükte olduğu savunuluyor. Ancak önemli farklılıklar var. Avrupa Birliği tarafından yürürlüğe konulan yasalarda “yanıltıcı bilgi” tanımı farklı. Örneğin bir satıcı, bir online alışveriş platformunda satmakta olduğu ürünle ilgili yanıltıcı bir bilgi verirse, satıcı ve platform aleyhine “yanıltıcı bilgi yayma” iddiasıyla takip başlatılabiliyor. Amacı halkı korumak olan ve platformların düzenlenmesini amaçlayan böyle bir yasanın, bireylerin tanımı dahi yapılmamış, son derece muğlak bir “yanıltıcılık” tanımıyla yargılanmasının önünü açan bir yasa ile karşılaştırılması abesle iştigal. Hali hazırdaki yasada da bu gibi platformlara ilişkin maddeler yer almakla birlikte, bireyleri hedef alan ve hapis cezası gibi son derece ağır yaptırımlar içeren maddeler göz önüne alındığında, amaç ve olası sonuçlar daha net bir şekilde gözler önüne seriliyor.
Önümüzdeki günlerde, özellikle seçim öncesi süreçte bu yasayı sıklıkla konuşacağımıza eminim ve ne şekilde gündeme geleceğini de üzülerek izleyeceğimi düşünüyorum. Gündemden çıkıp (eğer başarabilirsek) makro lense geçtiğimizdeyse başka düşüncelere yol alıyoruz. Zira esas mesele ve sorulması gereken soru aynı: “Gerçek nedir, gerçeğin ne olduğu tanımını yapma yetkisi ya da kudreti kimdedir?” Aktörler değişiyor olsa da bu soruların cevabı binlerce yıldır hiç değişmiyor. Ancak öyle sanıyorum ki bizde de değişmeyen bir şeyler var: insanın binlerce yıldır süren zincirleri kırma çabasına olan inancımız…