Yeni bir sosyal demokrasinin mümkünâtı: CHP’ye hatırlatmalar (2)

Abone Ol
CHP, esnek çalışma koşullarını mutlak suretle kaldırmayı vadederek buna yönelik çalışmalar yapmalıdır. Çağın gereklerine uygun sosyal haklar tanıyacağını da (yılda bir hafta ya da 15 gün yurtiçi-dışı tatil imkanı, vb.) ortaya koymalıdır. Geçen hafta başladığım, Türkiye’de yeni bir sosyal demokrasinin hangi temeller üzerinde şekillenmesi gerektiğiyle ilgili yazı dizimin ikinci kısmında kendi hazırladığım istatistikler üzerinden tespitler yaparak CHP’ye öneriler sıralamayı sürdüreceğim. Hâlâ Demirelvari “benim köylüm, benim esnafım…” siyasetinin CHP’nin AK Parti’yi yenme planında yeri olması gerektiğini düşünsem de, uzun vadede daha adil bir toplum yaratmak ve demokrasimizi yeni bir sosyal demokrat vizyonla taçlandırmak için daha uzun vadeli olarak planlanması gereken stratejisinde işlevsiz kalacağını göstermeye çalışacağım. TABLO 1 Kaynak: https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---dgreports/---dcomm/---publ/documents/publication/wcms_670542.pdf Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) verilerine dayanarak hazırladığım TABLO 1’de görüldüğü gibi, Türkiye’de 2017’den beri işsizlik yaklaşık %1 oranında artarken, Orta ve Batı Asya’daki huzursuzluk endeksindeki pay da bunun yaklaşık iki katı bir oranda arttı. Bu bir tesadüf değildir. Çünkü Orta ve Batı Asya’daki işsizlik de yine yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi hem Türkiye’yle benzer bir oranda arttı hem de toplam olarak Türkiye’yle aynı oranda seyretti. Yine bunun yanında, bu bölgedeki ülkelerin (Rusya ayrı değerlendiriliyor) çevre ülkeler olmaları sebebiyle neoliberal politikaların sillesini en ağır yiyen ülkeler olmaları da onları ortaklaştırmaktadır. Dolayısıyla bunlar, 2008 küresel krizi sonrası dönemin neoliberal yapısal paketlerinin de bedelini en ağır şekilde ödeyen ülkeler olmuşlardır. İş güvencesini kaybeden, “işsizliği azaltmak” kisvesiyle kadrolu çalışma koşullarından olup esnek çalışma koşullarına mahkum edilen ve düşük ücretleri ile sosyal güvencesizliklerine rağmen ekonomik daralmanın getirdiği işsizlik korkusuyla tüm bunlara ses çıkarmayan kitlelerin varlığı da yine bu ülkeleri ortaklaştırdı. Öyle ki bu ülkeler, kaotik bir süreçten geçen Arap coğrafyasındaki ülkelerle neredeyse aynı oranda sosyal huzursuzluğa sürüklendiler. 2008 krizinden, anlatılan hikayenin aksine en fazla etkilenen ülkelerin başında olan Türkiye ekonomisi %5,8 küçüldü ve bunun yanında işsizlik de %14’e yükselerek Türkiye, 2009 yılında bu alanda en başarısız ilk beş ülke arasına girdi.[1] İlerleyen yıllarda iktidar, Suriyeli sığınmacıları bir yandan AB’ye karşı elinde bir koz olarak görürken, diğer yandan da kriz sonrasında kalıcı hâle getirdiği güvencesiz ve sığınmacıların “ucuz işgücü” olma yanı dolayısıyla vatandaşların esnek çalışma koşullarına isyan etmesinin önüne geçti. Özellikle Covid döneminin ofis dışı çalışma koşullarını sürekli hâle getiren ya da hibrit yönteme geçen sermaye gruplarının bu alandaki giderleri düşerken çalışanların refah seviyelerinde herhangi bir çarpıcı yükselme gözlemlenmedi. Her kriz anında emekçiden değil sermayeden yana bir tutum takınan AK Parti, kurumlar vergisinde indirim, sosyal güvenlik primlerinin yükünün hazineye, yani vatandaşların sırtına yüklenmesi, faiz sübvansiyonları, KDV ve gümrük vergisi muafiyetleriyle hem sermaye dönüşümü yarattı hem de sermayeyi “istatistiksel büyüme” için teşvik etti. TABLO 2                                             Kaynak: TÜİK verileri. Güvencesiz işlerde sığınmacıların yarattığı baskıya bir de son yıllarda yaşanan işsizlik eklenince, emekçi grupların hem bu insanlık dışı çalışma koşullarına boyun eğmesi kolaylaştı hem de sınıflar-arası cereyan etmesi gereken mücadele sınıf-içinde ortaya çıkarak emekçiler birbiriyle rekabet eder hâle geldi. Tüm bu yaşananlar dolayısıyla toplumsal huzursuzluklar baş gösterdi. Örneğin Uluslararası Sendikalar Birliği Konfederasyonu’nun (ITUC) 2017 tarihli raporuna göre, bu huzursuzlukları bastırmak için çevre ülkelerde hak ihlalleri yaşandı. Türkiye de Bangladeş, Katar, BAE, Mısır, Kazakistan ve Kolombiya gibi demokrasi açısından aynı ligde bile olmaması gereken ülkelerle beraber bu listede kendisine yer buldu.[2] Nitekim Erdoğan’ın OHAL sırasında itiraz eden sermayedarlara dönüp, “Grev olmuyor işte, daha ne istiyorsunuz” demesi boşuna değildi. Bunun doğal sonucu da kendi kalifikasyonuna uygun iş bulamayan, bulsa da yaptığı işin emsalini merkez ülkelerde yapanların refahından çok uzak çalışan genç nüfus, bu ülkelere göç etmek için yollar aramaya başladı. Öyle ki, SODEV’in yapmış olduğu “Türkiye’nin Gençliği Araştırması Raporu”na göre, gençlerin %62,5’i imkan bulması durumunda başka bir ülkede yaşamak istediklerini gözler önüne seriyor.[3] TABLO 2’de görünen “İş bulma ümidini yitirenler” ve “İş aramayıp çalışmaya hazır olanlar”ın 2002’deki yaklaşık 820 bin sayısından 3.7 milyon gibi ciddi bir sayıya yükselmesi de bu umutsuzluk ve güvensizliğin işsizlikle arasındaki korelasyonu ortaya koyar niteliktedir. Ayrıca, işsizlik de insanları ya tamamen güvencesiz alanlarda ya da niteliğiyle ilgisiz işlerde çalışmaya zorlamaktadır. Hatta çoğu durumda da bu iki durum birbiriyle iç içe geçiyor. Örneğin Türkiye’de kayıtlı olan yalnızca 100 bin motokurye varken, gerçek sayılarının 900 bine vardığı Tüm Anadolu Motosikletli Kuryeler Federasyonu (TAMKF) tarafından ifade ediliyor.[4] Yine, ortalaması 45 saat olarak görülen haftalık çalışma saatlerinin çok üzerinde çalıştırılan ve esnek çalışma şartlarından mustarip olan bir diğer grup da AVM çalışanları. Çoğu yükseköğrenim görmüş olan bu kişilerin sayısı ise 2019’da yaklaşık 500 bin kişiyi buldu.[5] TABLO 3 Büyük ölçüde “her ile bir üniversite” çılgınlığından kaynaklanan bu durumun bir diğer nedeni de şüphesiz liyakatin yerini sadakate bırakmasıdır. Ancak Türkiye, çarpık da olsa ücretli emek toplumuna doğru yönelmektedir. TABLO 3’ün gözler önüne serdiği üzere, 2000 yılında %48,6 oran ücretli emekle geçinen vatandaşların oranı 2016 yılına geldiğinde %66,9’a yükseldi.[6] Ancak buradaki çarpıklık birden fazla alanda kendisini gösterdi. İlk olarak, tarım toplumundan çıkılırken, yani tarımda çalışan nüfus düşerken bu nüfus, başka alanlarda istihdam edilemiyor. Öyle ki, 2000-2009 yılları arasında bunun toplam istihdama yansıması toplam istihdamın (yıllık değil, 9 yıl için toplam) %1 daralması şeklinde ortaya çıktı. Üstelik bu daralma, bu dönemde, 9 yıllık toplam büyümenin %37 olmasına rağmen yaşandı. İkinci olarak, 2003-2016 yılları arasında milli gelirin %66’lık artışına rağmen nominal gelirin işçi emeklileri için yalnızca %36 ve memurlar için ise yalnızca %32 artması ve aradaki bu büyük farkın kayrılan sermayedarlara çeşitli yollarla tahsis edilmesi bir diğer çarpıklığı ortaya çıkardı.[7] İktidar, bir yandan sağlık hizmetleri, sosyal hizmetler ve öğrencilere ücretsiz kitap dağıtma gibi yollarla halkın ağzına bir kaşık bal çalarken, diğer yandan da hem sermaye gruplarını büyüttü hem de kendisine yakın bir burjuvazi yarattı. Aynı dönemde esnek ve güvencesiz istihdamdan mustarip olan ve çoğunluğu oluşturan ücretli emek toplumunaysa ihtiyaç kredilerini layık gördü. Yine onların ucuza ya da bedavaya faydalandıkları hemen hemen bütün hizmetleri de özelleştirerek halkı bir borç sarmalına sürükledi. Günün sonunda, bu projesini laik eğitimden ve eğitimin birliği ilkesinden de geri adım atarak desteklemeye çalışan iktidar partisi, onurlu yurttaşlığın tüm gereksinimlerini ortadan kaldırarak toplumun ensesinde boza kaynatan bir yüke dönüştü. TABLO 4 Tüm bu çarpıklıklardan elbette kadınlar da payını aldı. 2005-2013 yılları arasında şehirlerdeki kadın istihdamı artışı %68 olarak dikkat çekmektedir. Bu artışın yarısını eğitimli kadınlar oluştururken, diğer yarısının ise %70’ini vasıfsız işgücü oluşturmaktadır. Ağırlıklı olarak otellerde temizlik görevlisi, kafe ve restoranlarda garson ve bulaşıkçı ve evlerde gündelikçilik gibi işlerde çalışan bu grubun[8] da son yıllarda iş bulma imkanları kısıtlandı. TÜİK verilerine göre 2018’de “ev işleriyle meşgul” (bu kategori ev kadınları yerine kullanılmaktadır) olanların sayısı  10 milyon 971 binden bir yıl sonra ise 11 milyon 549 bine yükselerek 632 bin kişi arttı. Dolayısıyla bu durum, kadınları eşlerinden ya da ailelerinden bağımsız bir aktör kılan gelirlerinin ortadan kalkması ve kadınların ev içine hapsedilmeleri anlamına geldi. Öneriler: Yeni bir sosyal demokrasi, nasıl bir sosyal demokrasi? - CHP, esnek çalışma koşullarını mutlak suretle kaldırmayı vadederek buna yönelik çalışmalar yapmalıdır. Bunun yanında CHP, katma değer üreten sanayi sonrası toplumun üretim biçimine dönük bir eğitim sistemi ve bunu destekleyecek bir çalışma düzeni kurgulamalıdır. - Bu, iyi bir planlama gerektirmektedir. Bu planlamada mutlaka örgütlenme özgürlükleri ve hakları tanınmalı, bu özgürlük yalnızca işçileri değil, günden güne genişleyen ve sanayi sonrası toplumların en geniş kesimini oluşturacak olan beyaz yakalıları da kapsamalıdır. Bu bağlamda CHP, geçen yazıda toplaması gerektiğini belirttiğim ideoloji kurultayında beyaz yakaların, mavi yakalıların ve hatta KOBİ’lerin kim olduğunu tanımlamalıdır. Bu tanımlama, yapılan işten ziyade bu grupların ortaklaşan çıkarları temel alınarak yapılmalıdır. - CHP, kapsamlı bir “sonraki Türkiye” planıyla Türkiye’nin hangi alanlarda katma değer üretmeye talip olduğunu açıklamalıdır. - Dolayısıyla bu alternatif Türkiye projesi, çağın gereklerine uygun biçimde emekçilere nasıl sosyal haklar tanıyacağını da (yılda bir hafta ya da 15 gün yurtiçi-dışı tatil imkanı, tiyatro-sinema gibi sosyalleşme hakları vb.) ortaya koymalıdır. Bunun yanında bu yeni düzenin örgütlenme hakları da tartışılmalıdır. Unutmamak gerekir ki, kapitalist sistemde sosyal demokratların rolü sınıf çatışmasını önleyecek bir hakemlik rolüne talip olmaktır. Bu da emekçilerin örgütlenip sosyal demokratların arkasında kümelenmediği bir düzende mümkün değildir. Günümüzde artık emekçi dendiğinde yalnızca fabrika proleterleri değil, esnek çalışma koşullarından mustarip olan toplumun tüm ücretli emek kesimleri anlaşılmalıdır. - CHP, mutlaka “istatistiksel büyüme” ile “gelişme” arasında bir ayrıma gitmelidir. “İstatistiksel büyüme”nin bu yoz-yozlaşmış düzeni iyiden iyiye kalıcı hâle getirip bir grubu günden güne zenginleştirirken, geniş kesimleri fakirleştirdiğinin altını çizmeli. CHP, bu “yoz” grubun karşısına koyacağı bir “çürük düzenin mağdurları” kavramıyla da KOBİ’leri, beyaz ve mavi yakalıları kapsamlı ve onların lehine bir dönüşüm vadeden projesine ikna ederek onları, çıkarlarının ortaklaştığına inandırabilmelidir. - CHP, sağlık, eğitim gibi hizmetlerin geliştirilirken, aynı zamanda AK Parti’nin arasında büyük uçurum yarattığı (yukarıda oranları belirttim) nominal gelir, bu hizmetler ve milli gelir arasında nasıl bir denge kurulacağını hesaplamalıdır. - CHP, bilgiye ulaşımı yaygınlaştırıp kolaylaştırarak üniversite mezunu niteliksiz elemanları nitelikli hâle getirip katma değer üreten bu yeni projesine dönük kitleyi bu dönemin öznesi kılacak projeler üzerine düşünmelidir. - CHP, kadın meselesine “ailenin direği kadın” gibi muhafazakâr bir mantıkla yaklaşmak yerine, şehirli kadınların özgürlük taleplerine istihdam vaatleriyle karşılık vermeli. TABLO 4’te görüldüğü gibi şehirleşme ve eğitimin geleneksel ilişkileri aşmaktaki katkısı unutulmamalıdır. CHP, buna kadınlara iktisadi özgürlüğü de onurlu yurttaşlara yaraşır biçimde yardımlarla değil, istihdam ve iş güvencesiyle aşacağını vadetmelidir. --- [1] Kuvvet Lordoğlu ve Özgür Müftüoğlu, Küresel Rekabet Karşısında Türkiye’de İşgücü Piyasalarının Hal-i Pürmelali, SODEV Yayınları, İstanbul, 2018, s. 14. [2] A.g.e., s. 23. [3] Bkz. https://sodev.org.tr/sodev-turkiyenin-gencligi-arastirmasi-raporu-aciklandi/ [4] Bkz. https://m.bianet.org/bianet/emek/239889-900-bin-kuryeden-sadece-100-bini-kayitli [5] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/avmlerde-modern-kolelik-1528984 [6] Lordoğlu vd. s. 31. [7] A.g.e., s. 38. [8] A.g.e., s. 28-29.