Eğitime yönelik radikal yaklaşım söylemleri, 19. ve 20. yy’da kitlesel okul eğitiminin ortaya çıkmasına yönelik tepkide zemin bulmuştur. Radikal eğitim yaklaşımı, konusunu, okulun “politik, toplumsal ve ekonomik” gücünden almıştır.
Üniversitelerdeki sorunlar zinciri gibi çeşitli faktörler, fırsatı ve olanağı bulunan öğrencilerin yurtdışına kaçmasına neden oluyordu. Yüksek öğrenimin uluslararasılaşması hususu genel olarak beyin göçü ile birlikte düşünülmektedir. 2001 yılında konunun derinlikli olarak tartışılmaya başlandığı gözlemlenmiştir.
4 Haziran 2001 tarihli, Cumhuriyet Gazetesinde, Figen Atalay Selen Baycan’ın “
Eğitimde Beyin Göçü” başlıklı haberi, yeni göç dalgasının da habercisiydi. Haberin içeriği, 2001 yılında, küreselleşmenin tartışıldığı, Türkiye’nin beş yıl içinde tek taraflı olarak Euro’ya geçebileceğini belirten sözlerinin Batı’da soru işaretleri yarattığı, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nun yıllık toplantısında, “
çalışma hayatı, işsizlik, yoksullaşma” konulu raporu ve devletlerin işsizliği önlemede etkin tedbirler almalar yolunda adım atılması gerektiği uyarılarının olduğu, İran cumhurbaşkanlığı seçimleri için ilk kez oy kullanacak gençlere çağrının yapıldığı, Filistin’de yani Ortadoğu’da gerginliklerin yoğunlaştığı, Başbakan Ecevit’in Şırnak’ı ziyaretinde halka hitap ederek, bölgeye ikinci bir sınır kapısı açılması için hazırlıkların yapılması için hazırlıkların sürdürüldüğü ve bunu üçüncü bir kapının izleyebileceğini belirtmesinin ardından, ülke nüfusunun en yoksul kesiminin köylüler olduğunu vurgulamasıyla devam eden ülke gündeminde, Başbakan Ecevit, “
Bu, Türkiye için yüz karasıdır. Kısa bir süre içinde tüm şehirlerin bütün nimetlerini köylünün ayağına ulaştıracağız” konularının tartışıldığı bir dönemde yüzeye çıkmıştı (Cumhuriyet, 2011:1-4).
[caption id="attachment_205210" align="alignnone" width="457"]
Şekil 1: (Cumhuriyet,2001) "Eğitimde Beyin Göçü"[/caption]
2001 yılı, Dünya genelinde 1 milyar işsizin olduğu, küreselleşme ile işsizlik arasındaki ilişkinin tartışıldığı ve yeni krizin kapılarını yavaş yavaş araladığı bir dönemin işaretiydi. ILO sekreteri Juan Somevia’nın şu açıklaması, küreselleşen gündemlerin yeni inşa alanlarını ve kriz alanlarını açımlıyordu: “
Küreselleşme ile birlikte prodüktivitenin artması, genel gelir ortalamasının yükselmesi, yoksulların sayısının artmasını engellemiyor (Cumhuriyet,2001:8).”
Bu kapsamda, Batı’ya eğitim amaçlı göç gündemi, 2001 yılındaki haber başlığıyla değerlendirildiğinde, ekonomik kriz öncesinde orta gelir düzeyine sahip ailelerin, Türkiye’deki özel üniversitelere verecekleri parayla çocuklarını yurtdışına göndermeleriyle haber olmaya başladı. Yabancı bir diplomayla daha iyi iş bulma umudu, yurtdışında 30 bin Türk öğrencinin (lisans-lisansüstü) öğrenim gördüğü bir dönemde tartışılmaya başlandı. Örneğin, öğrencilerin en çok tercih ettiği ülke ABD’de bir üniversitede öğrenim görmek o dönemdeki rakamlara göre, on beş bin dolar kadardı.
Radikal eğitim, toplumu radikal olarak değiştirmekten ziyade, ıslah etmeyi hedefliyordu ve egemen gelişme akımlarının da dışında yer alıyordu.
Batılı toplumlar, 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında geçiş aşaması toplumun sancılarını yaşıyordu. Yani, monarşik yönetimden cumhuriyet yönetimine geçişin sancısıdır bu dönemler. Bu dönemde “
politik yöntem ile kitlesel devlet okulu eğitimi” arasında yakın ilişkiler gelişmişti.. Eğitim eleştirmenlerine baktığımızda,
“William Godwin, Francisco Ferrer ve Ivan Illich” gibi yazarların eleştirilerini görmekteyiz.
Bu eleştirilerin önemi, “eğitim” konusunun sadece bir toplumsal hareketlilik meselesi yarattığı gerçeğini değil, toplumsal yapıdaki birtakım değişiklikleri ürettiği gerçeğinin ortaya çıkmış olmasını gündemine almasıdır. 1970’lerde Joel Spring’in “
Özgür Eğitim” başlıklı eserinin ilk baskısı yayınlandığında, “ulusal eğitim” sistemleri sorgulanmaya başlamıştır. Özellikle ulusal eğitim sistemlerinin giderek daha fazla “otoriter” bir tarza bürünmesi, kamusal okul sistemleri, Türkiye’dekiler de dahil olmak üzere,” piyasaya itaatkar işçi yetiştirmek üzere ulus çapındaki sıkı sınav sistemleri” yürürlüğe girince, “küresel ekonomilerdeki” “
gölge eğitimler” (Spring’in tanımıyla) tartışılmaya başlandı.
Bu noktada “iyi yurttaşlık” gibi hayata hazırlayan modeller değil, sıkı, otoriter sınav sistemleri radikal kopuşu beraberinde getirmiştir. Aslında temel mesele şudur: Radikal eğitim, toplumu radikal olarak değiştirmekten ziyade, ıslah etmeyi hedefliyordu ve egemen gelişme akımlarının da dışında yer alıyordu. Örneğin, devlet okulları, yoksulların çocuklarını eğitip, onları var olan toplumsal yapıdan kurtararak, yoksulluğu ortadan kaldırabilmeyi hedefler. Radikal eğitim ise, “
bu toplumsal yapıyı destekleyen toplumsal tutumları değiştirmeye” çalışır. Spring’in ortaya koyduğu ayrımın önemi, “ıslaha” yönelik eğitimin sorularından farklı ve özgür eğitimin temellerinin atılması yönündeydi
Eğitime yönelik radikal yaklaşım söylemleri, 19. ve 20. yüzyıllarda kitlesel okul eğitiminin ortaya çıkmasına yönelik tepkide zemin bulmuştur. Radikal eğitim yaklaşımı, konusunu, okulun “politik, toplumsal ve ekonomik” gücünden almıştır. Bu dönemlerde, kitlesel okul eğitiminin amacı, “vatandaşı ve işçiyi modern sanayi devleti için yetiştirmekti. Burada çeşitli çıkmazlar da vardı. Örneğin, devlet okullarının, hükümetin denetimi altındaki emirlerine körü körüne bağlanma ve boyun eğme durumları ortaya çıkabiliyordu. Diğer eleştiri ise, uygulanan okul eğitim sistemleri ile, “
monoton, sıkıcı ve kişisel tatmin vermeyen işlerde çalıştırmak” üzere yeni işçi tasarımlarının ortaya çıkıyor olmasıydı.
“William Godwin, Francisco Ferrer ve Ivan Illich” gibi eleştirmenlerin görüşlerine değinmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Godwin, devletin “özgül ideolojisini okullarda yayabilmesi ile kazanacağı politik iktidara karşı çıkan ilk eleştirmenlerden biri” kabul ediliyor. Godwin, kitlesel okul eğitimi üzerine sert eleştirisini yazmıştır. Spring, burada bazı çelişkilerin olduğundan bahseder. Aydınlanma düşüncesinin yarattığı “ilerlemeye” yönelik vurguda anlama bulan Godwin düşüncelerinde, “modern devletin yükselişi ve bu devlete vatandaş yetiştirecek milli eğitim sistemlerinin gelişmesi ve insan aklının dogmatik olarak denetlenmesine ve bastırılmasına” karşı çıkan bir anlayış mevcuttu. Godwin, şu uyarıda bulunmuştur: “
Son derece belirsiz bir organın yönetimi altına son derece güçlü bir mekanizma yetkisini vermeden önce, ne yaptığımızı iyice kavramamız gerekmektedir. Hükümet onu çalıştırmaktan, kollarını güçlendirmekten ve kurumlarını sürekli kılmaktan geri durmayacaktır” diyordu.
Özgürlükçü eğitim modelleri, eski eğitim planlarından biri olan sözleşme kuramcısı J.J. Rousseau’nun 18. Yüzyılda yazdığı “Emile” adlı eserle birlikte anılmıştır.
Ferrer ise, 19. Yüzyıl sonunda okullar yeni sanayi ekonomilerinin bir uzantısı işlevini de görmeye başlayınca, iktidarların okula yaslanmasının çelişkili halini eleştiriyordu. Ivan Illich’in düşüncelerinde, modern sınıf yöntemleri ve bu sorunun denetim ve otorite ile olan ilişkisi yer bulmuştur. Dolayısıyla, okulun “
politik ve ekonomik” ideoloji tarafından kullanılması sıklıkla yer bulmuş ve yeni tartışmalar açmıştır. Ancak, hatırlanması gereken, okulun toplumsallaşma sürecine vereceği katkının, yurttaşlık gibi temel karakterini veren rolünün karşılayacağı anlamdır. Bu durumlar, temel olarak gençler arasında yeni bağımlılık biçimleri doğuruyordu.
Özgürlükçü eğitim modelleri, eski eğitim planlarından biri olan sözleşme kuramcısı J.J. Rousseau’nun 18. Yüzyılda yazdığı “
Emile” adlı eserle birlikte anılmıştır. J.J. Rousseau, çocukları dünyayı sorgulamayacak bir biçimde yetişen ve otoriter bir öğretimden uzak tutmak mümkün müdür sorusuna yanıt arar. Rousseau’ya göre “
sorumluluk, boyun eğme, emir, yükümlülük” gibi sözcükler listeden çıkarılmalıydı. “Yarar” ilkesinin yani bu ilkenin içinde yer alan “Bu ne işe yarar?” sorusu ile birlikte değerlendiriliyordu. Dolayısıyla, “Emile” adlı eserler, Türkiye tarihinde de önemli bir yere sahiptir ve hürriyetçi yazarlar bu eserden esinlenmiştir. Emile adlı eser, “
kişinin başkalarıyla ilgili iyi ya da kötü kaygılarının, kendisi ile diğerleri arasında kurduğu özdeşliğin bir sonucu” olmalıydı.
Bertrand Russell, çağdaş eğitim kuramının temel koşullarının öncelikle demokrasinin ilkeleriyle gerçekleşebileceğine, ilerlemenin de mekanik bir eşitlikle değil, toplumsal haksızlıklarla tesadüfi olarak bütünleşmiş değerli ürünlere de zarar vermekten kaçınarak sağlanacağından bahsetmiştir. Russell, eğitimi, “eğitimin ideallerini, eğitiminin karakter boyutlarını (ilk yıl, korku, oyun ve düş gücü, yapıcılık, bencillik ve mülkiyet, doğruluk, ceza, diğer çocukların önemi, sevgi ve sempati, cinsellik eğitimi, anaokulu), zihinsel eğitim (genel ilkeleri, gündüz-yatılı okul, üniversite)” başlıklarında tasarlamıştır.
Belirtilmesi gereken husus, Russell’in gelecek olan mutluluk çağında “
sağlık, özgürlük, mutluluk, iyilik, zeka” gibi hepsi genel tanımlar olsa da genç kuşaklar için bilgi vardır. “Sevgisizlik” onun uygulanmasına engel oluyor diyerek, “korkunun temellerine, “bağnaz milliyetçi ideolojilerle” genç bireylerin huylarındaki “doğal sevecenliğin” unutulduğundan yakınmış olmasını hatırlatmak önem kazanıyor. Türkiye’de toplumsal hareketlilikler, katmanlar, bilginin birikimi ve ilerlemeye duyulan inanç gibi yer yer keskin kutuplarda yer alan başlıklarla birlikte, eğitimin göç kanalıyla beşeri sermayeye etkisinin uluslararası boyutu “iktisadi” ve “kültürel” yanının önemli olduğunu gösteriyor. Özgür bir eğitim, gelecek kuşaklar ve sağlıklı bir toplum için son derece önemli hale gelecektir.
---
KAYNAKÇA
Joel Spring - Özgür Eğitim
Ivan Illich - Okulsuz Toplum
Bernard Russell - Eğitim Üzerine