Yeni bir dünya kuruluyor Türkiye yerini nerede almalı? (I)
Böyle bir dünya gelişirse: Türkiye’nin Batı ittifaklarındaki yeri, aidiyeti ve ekseni sağlam ama gereğinde tarafsız olabilen, olduğu bilinen ustalıklı ve bağımsız bir dış politika kurması en doğrusu olacaktır.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve yaşanan savaş uluslararası düzende uzun zamandır gerçekleşmekte olan dönüşümleri ve riskleri hem belirginleştiriyor hem de hızlandırıyor.
Geleceğini güvenceye almak için Türkiye’nin de bu gelişmeleri doğru okuması ve sağduyulu ve bağımsız politikalarını oluşturması elzem. Ülkenin bu sürece kafası karışık, karar vericileri opakve vizyonu belirsiz bir yönetimle girmemesi gerekiyor.
Özellikle 28 Şubat 2022 Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem (GPS) uzlaşması sonrasında – bu konuda daha sonra daha detaylı yazacağım – muhalefet ülkeyi yönetmeye bir adım daha yaklaştı. Dolayısıyla hem ekonomi hem de dış politikada vizyonunu oluşturması ve hem iç hem dış kamuoyuna net mesajlar vermesi çok önemli.
Tıpkı GPS uzlaşmasında olduğu gibi, amaç eskiye dönmek olamaz. Çünkü yeni bir dünya yeni bir vizyon gerektiriyor. Peki bu nasıl bir vizyon olmalı? Temel saptama ve hedefleri ne olmalı?
Bu yazıda ve devamında temel bazı saptamalarla bunların Türkiye açısından ne anlama geldiğini ve olası temel hedefleri tartışmak, yanlış veya eksik olduğunu düşündüğüm bazı iddiaları irdelemek istiyorum.
ÇOK KUTUPLU DÜNYA YENİDEN İKİ KUTUPLUYA EVRİLEBİLİR
1990’ların başında Soğuk Savaş’ın bitmesiyle özellikle Batı kamuoylarında dünyanın (ABD ve Transatlantik İttifakı merkezli) tek kutuplu bir dünyaya geçtiği düşünüldü. 2000’lerde ise, ABD’nin böyle bir dünya liderliği rolünü oynamak için yeterli güç, arzu ve vizyonunun olmadığı anlaşıldıkça; belki de böyle bir şey zaten eşyanın tabiatına aykırı olduğu için; AB ortak dış politika kurmakta zorlandıkça; Çin askeri ve ekonomik olarak güçlendikçe; Brezilya’dan Hindistan’a yükselen bölgesel güçler daha bağımsız politikalar uygulamaya başladıkça: çok kutuplu veya kutupsuz bir dünya düzeni tasavvur edilmeye başladı.
Böyle bir düzende ülkelerin girdiği ittifaklar ve ilişkiler kadar, uluslararası ilişkilerdeki doğru-yanlış ve haklı-haksız kavramlarının da çok taraflı ve değişken olacağı düşünülüyordu.
Bu durum Türkiye gibi bölgesel güçler için esneklik yaratıyordu. Çünkü farklı kutuplar arasında manevra alanını genişletiyordu. Ama bu alanın sağladığı fırsatlar yönetim biçimine bağlı koşullu fırsatlardı.
Kamu yararına çalışan, liyakatlı ve vizyonlu kadrolara sahip demokratik yönetimlere sahiplerse: bu durumu kalkınma ve güvenlik için kullanmaları, farklı ülkelerle çok taraflı ilişkiler geliştirmelerine olanak sağlıyordu. Ama tam tersi ve maceracı kadrolar tarafında yönetiliyorlarsa bir kutuptan diğerine savrulan, eksenine güvenilmeyen, yanlışlara açık ve riskli politikalar uygulamaları da mümkün oluyordu.
Maalesef AKP ve Cumhur İttifakı iktidarları Türkiye’yi 2010’larda gitgide daha çok ikinci senaryoya uygun bir rotada yönetti.
Eğer Ukrayna’da savaş Rusya ve Çin’i yakınlaştırırsa bu durum değişebilir ve dünyadaki gidişat tekrar iki kutuplu yöne çevirebilir.
Önce Ukrayna’da olanı doğru değerlendirmek önemli. Rusya’nın bağımsız ve egemen bir ülke olan, Rusya veya başka bir ülkeye yönelik fiili bir saldırganlıkta bulunmamış olan Ukrayna’yı işgali hiçbir şekilde mazur görülemez ve kabul edilemez. Sorumlu Rusya devleti ve hükümeti. ABD’nin Irak’ı işgali – ki ilk işgalde en azından Irak’ın Kuveyt’i işgali söz konusuydu – ne kadar yanlışsa onun kadar yanlış ve emperyalist bir eylem. Ama durumun bu noktaya gelmesinde elbette Batı’nın Rusya politikasındaki hatalar önemli rol oynadı. Sovyetler Birliği dağılırken verilen –resmi antlaşmalara dökülmemiş -- sözler antlaşmalarla saptanabilir ve 2000’lerde de tutulabilirdi. O dönemde Batı’yla entegrasyona çok daha hevesli gözüken Rusya’ya kapılar daha açık tutulabilirdi. O zaman belki bugün daha iyi bir yerde olabilirdik. Rusya’da demokrasi, hukuk ve insan hakları da daha iyi durumda olabilirdi.
Ama bu olmayınca geldiğimiz noktada dünya ve Türkiye için belki en tehlikeli durum, Ukrayna sonrası Batı’yla ilişkileri kopanhalkına müreffeh bir gelecek sunması zorlaşan Rusya’nın Çin’le yakınlaşması sonucu iki kutuplu yeni bir Soğuk Savaş’ın başlaması olur.Bir tarafta “Batı?” (burada Batı denince Japonya, Hindistan, Tayvan, Güney Kore, Avustralya ve muhtemelen Meksika, Suudi Arabistan, Nijerya ve Mısır gibi ülkeleri de kapsayacağını unutmayalım) diğer tarafta Çin-Rusya merkezli “Doğu?” arasında.Temel rekabet alanının da Doğu Asya ve Pasifik olması muhtemel, ama Rusya’nın katılımıyla Avrupa ve bizim coğrafyamıza da yayılabilir.
Böyle bir soğuk savaş ne Türkiye ne de dünya için hayırlı olur.Ülkelerin manevra alanı saflarını seçmek veya tarafsız kalmak seçenekleri arasında daralır.
Böyle bir dünya gelişirse: Türkiye’nin Batı ittifaklarındaki yeri, aidiyeti ve ekseni sağlam ama gereğinde tarafsız olabilen, olduğu bilinen ustalıklı ve bağımsız bir dış politika kurması en doğrusu olacaktır. Bunu gelecek yazılarda açacağım. Ama önce anlaşılmasında yarar olabilecek bir soruyu yanıtlamakta fayda var.
PEKİ SOĞUK SAVAŞ ASLINDA HİÇ BİTMEMİŞ MİYDİ?
Bu, bu aralar çok duyduğumuz yüzeysel ve yanıltıcı bir iddia. Elbette Rusya ile Batı arasında gerginlik ve güvensizlik 1990’larda da tamamen bitmemiş, 2000’lerde ise tırmanmıştı. Ama ne 2. Dünya Savaşı sonrası Eski Soğuk Savaş devam ediyordu ne de bugün başlama olasılığı olan Yeni Soğuk Savaş eskisi gibi olabilir.
Bunun en büyük nedeni sözde kutuplar arasındaki ekonomik, ideolojik ve iletişimsel entegrasyon. 1990’larda biten eski Soğuk Savaş’ta dünya sadece askeri değil ekonomik, ideolojik ve enformasyonel olarak da ikiye bölünmüştü. Üretim, tüketim ve zihinler de duvarlarla ayrılmıştı. 1990 sonrasında ise iki dünya birbirine girift ve karşılıklı bağımlılığa dayalı ilişkilerle entegre oldu.
Batı ve Rusya karşılıklı bağımlılığa dayalı yoğun ekonomik ilişkiler kurdu. Rusya’nın dış ticaretinin yüzde 40’a yakını Avrupa Birliği ile. Bir yandan NATO genişlemesi ile Batı’nın Rusya’yı “kuşattığı” iddia ediliyor. Ama aynı Batı, bir yandan da Avrupa’nın ısınma ve üretimini büyük ölçüde musluğu Rusya’nın elinde olan doğal gaz boru hatlarına ve ithalatına bağlamış durumda. Bu nasıl bir “savaş”ki, iki taraf ta kendini ekonomik olarak birbirine bağlamış. Böyle bir durum Eski Soğuk Savaş’ta tahayyül bile edilemezdi.
Keza bir başka örnek vermek gerekirse, Kovid krizi kaynaklı küresel ekonomideki sorunların en önemli nedeni küresel tedarik zincirlerindeki sıkıntılar. Çünkü tüm tarafların üretim ve tüketimleri birbirine bağımlı. Yani bir yandan “Batı” ile Çin arasında ticari ve özellikle Doğu Çin Denizi ve Pasifik Okyanusu’nda askeri gerginlikler artarken, bir yandan da hiçbir ürün sadece bir ülkede üretilmiyor, tarafların birbirinden aldığı ara mallara ve/veya enerjiye bağımlı.
Benzer şeyler enformasyon ve ideoloji alanlarında da söylenebilir.
Yalnız Ukrayna’daki bir patlamayı değil; Rusya’daki savaş karşıtı gösterileri de – otoriter yönetim altında haber alma özgürlüğü kısıtlanan ortalama Rus vatandaşından bile önce –tüm dünya anında öğrenebiliyor. Oysa Eski Soğuk Savaş’ta her iki taraftaki ortalama insan birbirini sadece hayal edebiliyordu.
Öte yandan Eski Soğuk Savaş sadece iki “güç” arasında jeostratejik bir rekabet değildi. Aynı zamanda kapitalizm ve sosyalizm arasında ideolojik bir savaştı. Bugün ise böyle bir rekabet her iki tarafta da henüz belirginleşmiş değil.
Bir tarafta kapitalist diğer tarafta sosyalist ülkeler yok. Bir yanda (gerçek anlamda serbest rekabetten oldukça uzaklaşmış ve dev şirketlerin yönlendirdiği ama en azından bazı kuralların olduğu) kapitalizm diğer tarafta ise (dev şirketler yerine) oligarkların ve “güçlü liderlerin ve ailelerinin” yönlendirdiği “himayeci devlet kapitalizmi” var. Şili’den Bolivya’ya farklı oluşumlar var ama alternatif bir model veya kutup olmuş değil.
Öte yandan en otoriter yönetimler bile demokrasi ve hukuk devleti olduklarını iddia edebiliyor. Çünkü Eski Soğuk Savaş’ın bitiminden yakın zamana dek demokrasinin karşısında normatif düzlemde, yanihalkların ve dünya kamuoylarının rızasını alabilecek alternatif bir rejim tipi yoktu.O yüzden diktatörler bile demokrasi(ymiş gibi) yapma gayreti içindeydi.
Ama bu durum değişiyor.
Dünyada bir demokrasi-otokrasi ekseni gelişiyor.
Yeni bir Soğuk savaş olacaksa en önemli ideolojik ve pratik boyutlarından biri de bu olacak.
Çünkü her iki tarafta kümelenen ülkelerin asgari müşterekleri demokrasi veya bir tür otokrasiyle yönetiliyor olmaları olacak gibi gözüküyor.
Ukrayna ve dünya düzeni konusunda “güç” ve “güç dengesi” temelli analizlerin göz ardı ettiği en önemli boyutlardan biri bu.
Oysa bu boyut muhalefet ve Türkiye için en önemli etkenler arasında.
Örneğin Rusya Batı ile ilişkilerinde birçok haklı kaygıya sahip olabilir. Ama otokrasiyle yönetiliyor olması tüm analizleri karmaşıklaştırıyor. Eğer demokrasiyle yönetilen hukuka ve insan haklarına saygılı bir yönetime sahip olsaydı bazı haklı çıkarlarını savunması çok daha kolay olurdu. Sorunların barışçı yoldan çözülmesi de çok daha olası olurdu.
Türkiye kendi halkı, refahı ve bağımsızlığı için mutlaka doğru tarafta yani demokrasi tarafında yer almalı. Ama konu bunu söylemekle kalmayacak kadar karmaşık.
Bir sonraki yazımda buradan ve diğer boyutlar ve değerlendirmelerle devam edeceğim.