Yaşlanan insan büyüyen bitkiler gibi kendisi için ve başkaları için çiçek açmaya devam eder, ama ayrıca solmaya da razı olur. Devam ettiği sürece yaşamı kutlar, aynı zamanda da hem kendi yaşamının hem kendi dışındaki diğer tüm yaşamın keyfine varır.
Yaşlanmak nedir? Yaşlanmanın bir anlamı var mıdır? Yaşlanmaya nasıl hazırlanabiliriz? Aslında insanın yaşamı ani bir kopuşla, bir kesilmeyle de bitebilir ve herkes genç olarak ölebilirdi. Ancak doğada -genellikle diyelim- yaşlanarak ölmek gibi bir kural var. Bunda bir anlam, bir neden var mı? Neden yaşlanıyoruz? Yine insan öldükten sonra yok olup gider mi yoksa hayatın devamına bir katkı sağlar mı? Oldukça zor ve tartışmayı hak eden konular, değil mi?
Yaşama sanatı, hayatın yaşlılık evresinde de bir anlam bulmak, hayata bir anlam vermek ve bilinçli bir yaşam sürmek için üzerinde düşünmeyi gerektirir. Bu konular üzerinde düşünen kişilerden birisi olan Wilhelm Schmidt, “Sakin Olmak, Yaşlanırken Kazandıklarımız” kitabında
* bu kavramları tartışıyor ve hayatın olduğu gibi yaşlanmanın ve ölümün de anlamı üzerine düşünmeye davet ediyor. Ben de bu yazıda hem söz konusu kitaptan söz edecek hem de söz konusu kavramlar arasındaki bağlantıyı tartışmaya çalışacağım.
Schmidt, yaşlanmaya hazırlık kapsamında hayatı kolaylaştıran ve zenginleştiren kaynakların şimdiden belirlenmesi gerektiğini öne sürüyor ve bunlar içerisinde özellikle ‘sükûnet’ kavramının altını çiziyor. Mutluluk, huzur, dinginlik, barışıklık kavramlarıyla da ilintili olacak şekilde ‘sükûnet’ içinde yaşamak için de 10 adımlık bir yol haritası öneriyor.
Bu adımlardan
birincisi, yaşamın değişik evreleri üzerine düşünmektir. Aynen mevsimlerin değişmesi ya da günün sabahtan başlayarak geceye uzanması gibi yaşamın da belirli evreleri (büyüme, gelişme, durağanlaşma, gerileme vb.) vardır ve bunların üzerinde düşünmek, aralarındaki bağlantıyı görmek, yaşamın bütünselliğinin ve evrenselliğinin anlaşılması açısından oldukça yararlı olabilir.
Schmidt’in önerdiği
ikinci adım, yaşamın bu evresine has özelliklerin farkına varmak ve bunlara ilişkin bilgi edinmektir. Bu anlamda kişinin örneğin hayatını yavaşlatmayı, gücünü daha ekonomik kullanmayı, kendi kendine şefkat göstermeyi, belki eskiye göre daha fazla yalnız kalmayı göze almayı, yaşanmış hayat üzerine düşünmeyi ve artık uzak bir ihtimal olmayan ölümün gözüne bakmayı öğrenmesi gerekir.
Yaşlanma sürecinin daha rahat ve konforlu geçirilmesine yönelik yazarın önerdiği yolda
üçüncü aşama, yaşamı kolaylaştıran alışkanlıklar edinmektir. Alışkanlıkların anlamı, zaten fazla güç harcamadan insanlar için anlamlı faaliyetlere izin vermesidir. Alışkanlıklar dinlendiricidir, çünkü tekrar edilebilirliğin ve güvenilirliğin izlerini taşırlar.
Dördüncü adım, yaşamda hazların zevkine daha bilinçli varmak ve burada bulunacak anlam içinde mutluluğu yaşamaktır. Yaşlanma süreci, genellikle varoluşla ilgili bir hafifleme sağlar. Bu aşamada basit hazlar bile eskisine göre daha değerli olur, sonsuz defa tadılamayacaklarının bilinciyle değer kazanırlar.
Evvelce büyük miktarlarla lezzeti boğazımızdan boca edip de bir tad almazken şimdi her bir zerreden dahi büyük tad alırız. Sakin olmak, lezzet duygusunun bilinçlenmesi, yaşlanmayı ‘kabul etmenin ve sevmenin’ bir nedenidir.
Hayatta neşeli olmanın temel esasları; yaşamla barışık olmak, mizaha yatkınlık ve gülebilmektir. Neşeli olmak her zaman eğlenmek anlamına gelmez. Eğlence çoğu zaman özel anlara ve olaylara bağlıdır. Ancak şen insanın mutluluğu, doygunluğun, kemalin mutluluğudur.
Schmidt,
beşinci adım olarak karşı karşıya gelinebilecek sağlık sorunlarıyla baş etmenin önemini işaret ediyor. Özellikle yaşlılıkta varoluşsal yalnızlık insanı melankoliye sürükleyebilir. Melankoli istenmeden gelen bir misafir gibidir. Geçerken mi uğramıştır, uzun süre mi kalacaktır, pek bilinmez. Çok defa, eğer sükunetle geçip gitmesine izin verilirse, kendiliğinden gider. Melankolide ilaçlardan çok arkadaşlara ihtiyaç vardır. Depresyonda ise hekim ve terapist müdahalesine.
Sükûnet içinde yaş alma yolundaki
altıncı adım, yakınlık hissetmek ve temas kurmaktır. Temas, herkes için iyileştirici etkisi olan bir şefkat ifadesidir. Bedensel temas, bir kucaklaşma, düzenli masaj, beden terapisi, spor, ev hayvanlarıyla meşguliyet, yıkanırken ve yüzerken suyla temas, nesnelere dokunmak temas açısından önemlidir. Aynı şekilde bir resme bakmak, müzik dinlemek, koroya gitmek, kokuyu içine çekmek, yemeği tatmak, hareket de birer temas türleridir. Ayrıca zihinsel temas da sükunete katkıda bulunur. Konuşma, dinleme, kitap okuma vd. yöntemler de duygu alışverişine olanak sağlarlar.
Schmidt,
yedinci adım olarak insanın kendisine iyi gelen ilişkilere sahip olması ve onları koruyarak geliştirmesi gerekliliğinin altını çiziyor. Buna göre özellikle aile, arkadaşlar, dostlar da insanın hem ruhsal hem de bedensel iyiliği için vazgeçilmez birer enerji kaynağıdırlar.
Sükunete giden yolda
sekizinci adım
, neşeli olmaktır. Yaş geçerken insanlar, tüm yaşamı daha kuşbakışı göreceği bir duruma gelirler. “Nereden geliyorum, hangi yollardan geçtim, neler geçti elime? En önemli ilişkilerim, tecrübelerim, düşlerim, fikirlerim, değerlerim, alışkanlıklarım, korkularım, yaralarım nelerdi ve nelerdir benim için?” sorularına daha gerçekçi yanıtlar verirler.
Hatta her şeyde başarıya ulaşamamış olmak da sorun olmaz insan için. Yaşamda her şeyde ve her yerde başarılı olunacak diye bir kural da yok zaten. Bir şeyi başaramamak kötü olmayabilir, sadece hiçbir şeyi denememiş olmak kötüdür. Başarısızlık da değerli olabilir. Belki kişinin kendisi için değil ama başkaları için yararlı olabilir.
[caption id="attachment_252735" align="alignnone" width="230"]
Sakin Olmak: Yaşlanırken Kazandıklarımız, Wilhelm Schmid, İletişim Yayınları, 2021, Çev: Tanıl Bora[/caption]
Hayatta neşeli olmanın temel esasları; yaşamla barışık olmak, mizaha yatkınlık ve gülebilmektir. Neşeli olmak her zaman eğlenmek anlamına gelmez. Eğlence çoğu zaman özel anlara ve olaylara bağlıdır. Ancak şen insanın mutluluğu, doygunluğun, kemalin mutluluğudur. Yaşamın özel bir anından çok daha fazlasını barındırır içinde. Hatta şen bir sükûnet hüznü de dışlamaz. Zaman zaman hüzünlü de olunabilen bir mutluluk yakalanabilir.
Yaşlılıkta neredeyse kendiliğinden gelen bir bilgelik de oluşur. Çünkü insanın aptallıkta ısrar edecek gücü de yoktur artık.
Bilge insan, o an elinde olanla yaşamayı bilendir.
İnsan, yaşam boyu çok şey öğrenmiştir ve çok şey biliyordur fakat
tüm bilgilerinin göreceli olduğunu da biliyordur. Hayatın
olanaklarının ve olanaksızlıklarının ne kadar geniş olduğunu da öğrenmiştir.
Yazarın önerdiği
dokuzuncu adım, onunla beraber yaşayabilmek için ölümle ilişki kurmaktır. Yaşam gibi ölüm de nasıl yorumlandığına bağlı olarak anlam kazanır. Ölüm, yaşama anlam veren bir olay olarak da yorumlanabilir çünkü yaşamı değerli kılan bir sınır çiziyordur. Sınırlı olan şey değerlidir. Bu nedenle mücevhere çakıl taşından daha fazla kıymet biçilir. Zamanın kısıtlılığı, mücevher misali bir yaşam sürme çabasına yol açar.
Schmidt, yaşlanmanın yol haritasının onuncu adımı olarak ölümden sonraki yaşamın, bu dünyadaki hayatın ötesine açılan bir sonsuzluk olarak görülebileceğini düşünüyor. Ölüm ister dünyevi ister dinsel anlamda olsun bu hayatın ötesine taşan bir durumdur.
Schmidt, yol haritasının
onuncu adımı olarak ölümden sonraki yaşamın, bu dünyadaki hayatın ötesine açılan bir sonsuzluk olarak görülebileceğini düşünüyor. Ölüm ister dünyevi ister dinsel anlamda olsun bu hayatın ötesine taşan bir durumdur. Böylesi bir aşkınlığın kabulü, insanı hayata ilişkin olası bir anlamsızlık duygusundan uzaklaştırır.
Huzur ve sükûnet için bu sonsuzluk içinde korunup kollanıyor olduğunu bilmenin duygu ve düşüncesidir denebilir aslında. Buna ne ad verildiği genellikle o kadar önemli değildir. Daha önemlisi, insanın sonun yaklaşmakta olduğu bir zamanda sonsuzlukla barışık olabilmesi, hatta daha büyük bir bütüne ait olduğu duygusuna neredeyse çocukça bir saflıkla güvenebilmesidir.
SONUÇ
İnsan yaşamının anlamı, insan olmanın bütün gereklerini yerine getirmekle ve olanaklarını yaşayabilmekle ilgili olabilir. Bu da bir yandan hayatı yaşarken diğer taraftan da hayatın bütün alanlarına birey olarak katkıda bulunmak -bu katkı çok küçük bile olsa- anlamına gelir. “Yaşamı zenginleştiren etkenlerden birisi de benim. Dünya ve benim için hayatın anlamı budur!” duygusu, çok temel bir duygudur. Her insan, her deneyim, dünya açısından bir anlam taşır. Bütün evren, kişilerin sayısız hareketlerinin toplamından oluşur. En küçük ölçekte olan bir hareket bile büyük yaşam sürecinin bir parçasıdır.
Bu açıdan bakıldığında yaşam, ölümle sona ermez aslında. Sadece yaşadığımız hayat mevcut biçimiyle sona erer ve başka yaşamlar için varlık uykusunda dinlenmeye çekilir. Tıpkı uykunun şifa vermesi gibi varlık uykusu da başka bir biçimde yaşam yeniden başlamadan önce onun doğuşuna kaynaklık ediyor olabilir.
İnsanlar bahçeleri niye severler? Çünkü bahçeler -tıpkı dinler gibi- insanların her dönemde kafasını kurcalamış olan ‘fâni’lik derdine ilaç olabilirler. Bahçe, yeniden doğuşun, doğada gözlemlediğimiz döngülere geri dönüşün insanlar için de geçerli olduğu fikrini hatırlamamızı sağlar.
Yaşamın ani bir kesilmeyle bitmeyip doğanın yaşlanma sürecini tercih etmesinin nedeni bu olabilir. Böylece eskiler gelişmekte olan yaşama destek verip deneyimlerini aktarırken yenilerin de tecrübe kazanması için zamanları olur.
Bir insanın enerjisi, yeni yaşam biçimleri için evrensel enerji denizine geri akar. Böylelikle ölmüş bir insan, başka insanlarda, varlıklarda, şeylerde yeniden hayat bulabilir. Yaşamın ebedi geri dönüşü böylece tamamlanır.
Yaşamın ani bir kesilmeyle bitmeyip doğanın yaşlanma sürecini tercih etmesinin nedeni bu olabilir. Böylece eskiler gelişmekte olan yaşama destek verip deneyimlerini aktarırken yenilerin de tecrübe kazanması için zamanları olur. Yaşlanan insan büyüyen bitkiler gibi kendisi için ve başkaları için çiçek açmaya devam eder, ama ayrıca solmaya da razı olur. Devam ettiği sürece yaşamı kutlar, aynı zamanda da hem kendi yaşamının hem kendi dışındaki diğer tüm yaşamın keyfine varır. Hayatın olgunlaşmış doygunluğunu yaşarken onun sınırını da sükunetle kabullenir. Öyleyse, “yaşlanan insan ölmez” diyebilir miyiz?