Yaşasın demokratik cumhuriyet…
“Cumhuriyeti ilerletmek, demokrasiyle ve sosyalizmle taçlandırmak bizim işimiz elbette ama bu önemli görevin en azından bir bölümünü yan yana gelip, el ele vererek dayanışma içinde hep birlikte gerçekleştirebiliriz”.
Bir arkadaşının hediye ettiği Mark Twain’e ait Sığır Sözleşmesi kitabını yanı başındaki eski püskü sehpanın üzerine bırakıp pencereden dışarı baktı.
Vakit öğlene doğru yaklaşmış, solgun sonbahar güneşi altında çisil çisil bir yağmur başlamıştı. Bilgisayarında çalmakta olan Rodrigo’s Guitar Concerto da sona varmıştı neredeyse.
Sehpanın üzerinde duran tabakasını açtı, incecik bir sigara kağıdı alıp içine biraz tütün koyduktan sonra maharetli parmaklarıyla sardı. Otuz, belki kırk yıllık muhtar çakmağıyla sigarasını yaktı.
Bugün kadim dostu Sabri Beye öğlen yemeğine gidecekti. Kendisi gibi tek başına yaşayan, kanser hastası kıymetli arkadaşına.
Arada bir fena kavgaya tutuşurlardı ama severlerdi birbirlerini. Önceki gün telefonla konuştuklarında çok karamsar olduğunu hissetmişti.
Sabri Bey çok başarılı bir mühendisti. Yıllarca yurt dışında yaşamış, kazandıklarıyla iyi yatırımlar yapmıştı. Hiç evlenmemiş, öldüğünde yeğenlerinin paylaşması için milyonlarca liralık büyük bir servet biriktirmişti.
Evden çıkmadan önce etrafı iyice bir kolaçan etti. Ocak yanmıyordu. Televizyon ve ışıklar kapalıydı. Omzuna taktığı küçük el çantasında cüzdanı, telefonu, tütün tabakası, çakmağı ve ilaçları yerli yerindeydi.
Ağır adımlarla sahile indi, göl kıyısından yürümeye başladı. Yol boyunca hem çisildeyen yağmur altında yürüyüş yapan insanlara baktı, hem de karnını doyurmak için etrafı koklayarak dolaşan sokak hayvanlarına. O zavallılar için daima yanında taşıdığı küçük poşetten biraz mama çıkarıp ikram etti onlara.
Nihayet Sabri Beyin evine varmıştı. Ev dediğine bakmayın burası resmen bir villaydı. Hemen gölün karşısında olduğu halde, evin göle bakan tarafında koskoca bir havuzu da bulunan üç katlı bir villa.
Bahçe kapısını açtı, evin hizmetçisi Şükran Hanım karşıladı onu “hoş geldiniz Kasım Bey” dedi “biz de sizi bekliyorduk". Eve girer girmez traşlı yüzü, boynunda fuları, üzerinde robdöşambrı, elinde piposu ve misler gibi kokan parfümüyle karşıladı onu Sabri Bey.
“Hoş geldin kadim dostum” dedi. “Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı kutlu olsun”. “Hoş bulduk, nasılsın bakalım?” diye cevap verdi Kasım Baba.
Şükran Hanım bahçeye kurmuş olduğu masaya davet etti onları. Sofrada kuş sütü bile eksik değildi dese yalan olmazdı.
Yemekleri tertemiz porselen tabaklara konulurken her zamanki derin sohbet başlamıştı. “Ne var ne yok dedi” Kasım Baba, “idare ediyoruz işte” diye cevap verdi Sabri Bey. Daha sonra, her zaman olduğu gibi “ne olacak bu memleketin hali?” faslına geçiverdi.
Kasım Baba başı öne eğik, yüzü ayakkabılarına doğru bakar vaziyette düşünceli düşünceli cevap verdi ona “boşver milleti, memleketi falan, senden ne haber”?
“Hiç” dedi Sabri Bey “kanser yerli yerinde”. “O sürekli taarruz ediyor ama biz de onu püskürtmeye devam ediyoruz işte”.“Bak işte buna sevindim” diye cevap verdi.
Sonra sohbet geldi dayandı ”cumhuriyet” meselesine. Sabri Bey; Cumhuriyetin Yüzüncü Yılı
Kutlamalarının hem iktidar, hem de muhalefet partileri tarafından fazlaca ciddiye alınmamış olmasından çok şikayetçiydi.
“Düşünsene mirim” dedi “tam yüzyıl oldu bu topraklarda cumhuriyet ilan edileli ve gelinen noktada Gazi Mustafa Kemal Paşanın koltuğunda oturan mevcut Cumhurbaşkanı, Vahdettin Köşkünden selamladı şanlı donanmamızı”.
“Bu selamlamayı geleneklere uygun olarak Gazi Paşanın en azından bedenen ebediyete irtihal ettiği Dolmabahçe Sarayından yapması daha uygun düşmez miydi”?
“Bilmem” dedi Kasım Baba. “Onu kendi kendinize bir sormanız gerekmez mi”? “Sonuçta kurulan cumhuriyet, emekçilerin cumhuriyeti değildi zaten”. “Sizin de içerisinde yer aldığınız ideolojik çerçevenin kadrolarının ülkemizi getirdiği bu noktaya olsa olsa üzülebilirim”.
Sabri Bey itiraz etti “tabii senin kafan hala Mustafa Suphi ve on beş arkadaşının Karadeniz sularına gömüldüğü yerde kaldı”. “Bir türlü hazmedemediniz siz bu cumhuriyeti, öyle değil mi”?
“Biraz mantıklı düşünseniz, cumhuriyetimizi sizler de sahiplenseniz, içteki ve dıştaki cumhuriyet düşmanlarına karşı sizler de bizimle omuz omuza mücadele etseydiniz her şey çok daha güzel olacaktı”.
“Şu güzelim cumhuriyet ne hale geldi, sesiniz bile çıkmadı bunca yıldır”? “Bir türlü şu cumhuriyeti içinize sindiremediniz”!
“Yok” dedi Kasım Baba “bizim cumhuriyetle bir sorunumuz yok, olamaz da”. “Devrimciler ve sosyalistler her daim ilericidir bunu unutmayın”.
“Benden bahsediyorsanız eğer ben hala sosyalistim, hem de idealist olanından”. “Bizler cumhuriyeti çok sevdik, hep onun ilerlemesi için mücadele ettik Sabri Bey”. “Daha mutlu ve müreffeh bir ülke ve dünya yaratmak için çok ağır bedeller ödedik”.
Sabri Bey ezberini hiç bozmadan kaldığı yerden devam etti sözlerine “tabii ya, sizin sosyalistler Rusya’da işi ellerine yüzlerine bulaştırıp ‘proletarya diktatörlüğü’ adı altında ‘politbüro diktatörlüğü’ kurup yetmiş yıl insanlara zulmettikten ve sonuçta SSCB dağıldıktan sonra hep böyle konuşuyor sizin gibiler”.
“Aslında kapitalizm başarılı oldu, siz sosyalistler de bunu hazmedemiyorsunuz üstadım”.
“Aradan koca bir yüz yıl geçti, siz hala aynı yerdesiniz”.
“Sizin sosyalist sisteminizin yarat(a)madığı ‘yeni toplumu ve yeni insan modelini’ kapitalizm yarattı”. “Tabii bir takım imalat hataları var ama o da zaman içinde düzeltilebilir bence”.
“Ya cumhuriyet” diye devam etti sözlerine “bak yüzüncü yılını geride bıraktık, memleket güllük gülistanlık olmasa da sokaklarda açlıktan ölen yok çok şükür, rejim biraz sertleşmiş geriye gitmiş gibi olsa da, özü itibariyle cumhuriyet hala dimdik ayakta”.
Bunca lafın altında kalamazdı Kasım Baba “bak mühendis” diye sesini yükseltti “sen kapitalizmin nimetlerinden yararlanan bir insan olarak elbette onu savunabilirsin, peki ya kapitalizmin doymak bilmeyen kar hırsı yüzünden ölüme gönderilen milyonlarca insan ne olacak”?
“Birinci ve ikinci dünya (paylaşım) savaşları kapitalistlerin azgın kar hedefleri yüzünden çıkmadı mı”?
“Amerika ve müttefikleri onca ülkeye, demokrasi götürüyoruz bahanesinin ardına sığınarak, onların yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koymak için saldırmadı mı”?
“Mesela son çeyrek yüzyılda yaşadıklarımıza bir bak ne kadar kan aktı adı konulmamış üçüncü dünya savaşında”!
“Terör örgütü kisvesi altında yapılan şaibeli saldırılar ve onlar üzerinden kurgulanan karşı saldırılar ve işgallerde kaç milyon insan öldü”?
“Son yaşanan İsrail saldırılarına yakından bir bak ne görüyorsun? Amerika’nın Ortadoğu’daki ileri karakolu durumunda bulunan İsrail; sivil, yaşlı, kadın, çocuk demeden, hiç hedef gözetmeden, on binlerce sivili, hatta hastaneleri bile hedef alıyor”.
“Peki ya sizin cenahın pek sevdiği Amerika ve Avrupa Birliği ülkeleri, onlar ne yapıyor”.
“Katil İsrail’in yanında saf tuttukları, Mazlum Filistin Halkları’nın yanında yer almadıkları gayet açık”.
“Hem o kapitalizmin yarattığını söylediğiniz yeni toplum ve insan modeline ne demeli”?
“Bahsettiğiniz tüketim toplumunun geldiği yere bir bakın”. “Varsa yoksa tüketim çılgınlığı, gösteriş düşkünlüğü”! “Bayağılık, görgüsüzlük, ahlaksızlık, şımarıklık ve erdemsizlikle dolu bu kalabalığa toplum bile denemez”!
“Doğumdan ölüme sürü psikolojisinin etkisi altında yaşayan, hayatlarına modanın, sosyal medyanın, internet sitesi reklamlarının yön verdiği marka bağımlısı, beğenilme tutkunu bir güruh denir olsa olsa”!
Sabri Bey kırılmıştı kadim dostuna “ben” dedi “kapitalizmden yana değilim, sosyal devletten, sosyal adaletten yanayım bunu böylece sok o kalın kafana”.
“Mesela sen sürekli eylemlere gidersin değil mi o genç sahaf arkadaşınla, ben de o eylemlerin organizasyonu sırasında üzerime düşeni yapıyor, maddi katkıda bulunuyorum”.
“Sizin fikirlerinize katılmasam da, düşüncelerinizi ifade etmenize imkan tanıyorum”.
Şükran hanım gerginliğin kokusunu almış gibi geldi masanın yanına, dünya görüşleri farklı olduğu her taraftan görülebilen, yemekleri sona ermiş bu iki ihtiyar kadim dosta yanında çifte kavrulmuş lokum ve nane likörüyle birlikte birer fincan sade kahve getirmişti.
Kahveler yudumlanmaya başlanmadan Kasım Baba son noktayı koymak ister gibi “bak Sabri Bey” dedi “senin dimdik ayakta dediğin cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesi olma iddiasıyla ortaya çıkan cumhuriyet bile değil farkındaysan”.
“Vakti zamanında kurulan cumhuriyet sınıf farklılıklarının olmadığı, sınıfsız imtiyazsız bir cumhuriyet de değildi zaten. “Onun için kimsesizlerin kimsesi olma iddiasını gerçekleştiremedi”.
“Farkındaysan, kurucu partinin doğru dürüst sahip çık(a)madığı, Mustafa Kemal’in koltuğunda oturan genel başkanın tüm toplumu kucaklayamadığı bir cumhuriyetten söz ediyorsun”.
“Sizin parti ‘Cumhuriyetin Yüzüncü Yılı’ şerefine tüm Türkiye’ye çağrıda bulunup milyonları Kurucu Meclis önüne çağırdı, oradan da Atatürk’e şükranlarını sunmak üzere Anıtkabir’e yürüyüş düzenledi de bizim mi haberimiz olmadı”?
“En ilerici evlatlarını daha kuruluş aşamasında Karadeniz’de boğmuş, Üç Fidanını darağaçlarında sallandırmış, Kızıldere’de emperyalizm karşıtı On’ları katletmiş, yüz binlerce ilerici, aydın, demokrat yurtsever evladını, gazetecilerini hatta milletvekillerini işkencehanelerde, cezaevlerinde süründürmüş ve hala da süründürmekte olan bir cumhuriyetten bahsediyorsun farkındaysan”.
“Orada dur” dedi Sabri Bey. “Son seçimlerde nice tavizler vererek kurduğumuz o koskoca ittifaka ne diyeceksin”. “Olmayınca olmuyor işte, kazanamıyoruz bir türlü”.
Kasım Baba acı acı güldü. “Bak” dedi “sizin temel hatanız da bu zaten”. “İktidar uğruna sağa açılacağız diye diye, iyice sağcı oldunuz sonunda”.
“İsterseniz o konuyu hiç açmayalım diyecektim ama madem açtınız şimdi dinleyin Sabri Bey”.
“Önce insanlara ‘sokağa çıkmak yok’ dediniz, ‘sandıkta kazanacağız’. Sonra sandıkta kazan(a)madınız, üstelik sizin çıkaracağınız milletvekili sayısının yaklaşık dörtte birini de bugünlerde karşınızda efelenen sağcı partilere kaptırdınız”.
“Kurulduğundan bu yana sanırım hiç bu kadar sağcı bir meclis olmamıştı Türkiye’de, o da sayenizde oldu”.
“Hem ‘adalet için’ Ankara’dan İstanbul’a tek başına yürümek de neyin nesi sevgili dostum”.
“İktidar hedefiyle yürüyeceksen, Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya yürüyüş başlatırsın. Yürüyüşün hedefine de mevcut cumhurbaşkanının ikamet ettiği yeri koyarsın”.
“Tabii şimdi her şey geride kaldı ama unutmayasın diye söylüyorum, sokakta karşılığın yoksa, siyaset yapamazsın. Demokrasiyi sadece sandığa da indirgeyemezsin”!
“Yarın bir gün ihtiyaç hasıl olduğunda, yıllardır sokağa çıkma diye başının etini yediğin insanları kolay kolay yanında yürütemezsin”.
“Bence sizin sağa değil, sola açılmanız lazım”. “Onun için devrimcilerin ve sosyalistlerin sizi soldan eleştirmesine kızıp kahrolmamalı, bilakis bundan onur ve şeref duymalı, ders çıkarmalısınız”.
“Gelinen noktada sizin şikayet ettiğiniz dinci, tarikatçı, gerici kitlelerin panzehiri ilericiler ve devrimcilerdir aslında”. “Unutmayın ki ilericiler, radikaller ve toplum dışına itilen marjinaller, toplumun vicdanı ve aynasıdır bir ve aynı zamanda”.
“Onlar sayesinde ağır aksak, kör topal da olsa, yavaş yavaş ilerliyordu toplum, memleket ve cumhuriyet”. “Özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın ve eşitliğimizin teminatı onlardı”. “Onların kıymetini bil(e)mediniz”!
“Hala bu ülkede yaşayan farklı etnisiteleri hazmedememiş, farklı inançları yok saymaktan vazgeç(e)memiş olduğu için bu hallere düştü sevgili cumhuriyetimiz”.
“Sizin resmi ideolojiniz, ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’nız vasıtasıyla getirmedi mi ülkeyi bu hale”?
“Tekke ve Zaviyeler kapatılalı neredeyse yüz yıl oldu ama bakanlıklar tarikatlar arasında paylaşılıyor, devleti tarikatlar yönetiyor, peki siz ne yapıyorsunuz, koskoca bir hiç”!
“Memleket nüfusunun neredeyse yarısı kürt ve alevi ama sürekli olarak dışlandıkları, yok sayıldıkları için kendilerini bu cumhuriyete pek de ait hissedemiyorlar”.
“Bu konuda yaptığınız ne var, hiç bir şey”!
“Madem mevcut Cumhurbaşkanı Vahdettin Köşkünden selamlıyor şanlı donanmamızı, o konuda laf gevelemekten başka bir maharetiniz var mı? Ne gezer”!
Cumhuriyetin ilanının yüzüncü yılında sokaklara çıkıp slogan attınız hep bir ağızdan ‘Türkiye Laiktir Laik Kalacak’ diye, peki Türkiye laik bir ülke mi sizce”?
“O sloganın doğrusu ‘Türkiye Laik Bir Ülke Olacak’ olmalıydı ama kibirinize dokunur öyle slogan bile atamazsınız”.
“Siz de kabul edersiniz ki, bunca olumsuzluk ard arda yaşanırken sizin partiniz sadece ve sadece kendi iç meseleleriyle meşgul”!
“Sana bir şey diyeyim mi aziz dostum, cumhuriyete biz değil, asıl sizler sahip çık(a)madınız, bari bunu kabul edin”.
“Adını ‘Tek Adam Rejimi’ koyduğunuz bu otokratik rejimde, sanki demokratik bir düzende yaşıyormuşsunuz gibi seçimler yoluyla iktidar olma hevesiniz bile komik düşüyor aslına bakarsan”.
“Anayasa engeline rağmen aday olan bir kişinin karşısında ‘hukuka uygun davranmıyor’ diye mızmızlanıyorsunuz ama sanki eşit şartlardaymış gibi onunla seçime girip yarışmaktan da geri durmuyorsunuz”.
“Sonra aynı kişi televizyonlara çıkıp siz başta olmak üzere bütün ülkeye darbe anayasasını değiştirmekten bahsediyor ve sizler de sadece dinliyorsunuz”!
“Farkında mısınız bilmiyorum ama sevgili dostum, bilerek ya da bilmeyerek bu ülkenin bu hale gelmesinde çok kabahatiniz var sizin”.
“Anayasa’ya aykırı da olsa milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına evet oyu vereceğiz dediniz, kendi elinizle iktidarın değil, muhalefetin ipini çektiniz”!
“Neyse çok uzattım beni bağışla aziz dostum”.
“Cumhuriyeti ilerletmek, demokrasiyle ve sosyalizmle taçlandırmak bizim işimiz elbette ama bu önemli görevin en azından bir bölümünü yan yana gelip, el ele vererek dayanışma içinde hep birlikte gerçekleştirebiliriz”.
“Yeter ki, eşitliğin, özgürlüğün, bağımsızlığın, demokrasinin, barış ve kardeşliğin ve tabii adaletin herkes için aynı oranda var olmasını savunun”.
Sabri Bey başı önünde düşünceli düşünceli ona bakarken sözlerine yavaş yavaş nihayet verdi Kasım Baba “sen, ya da senin gibi düşünenler inansa da inanmasa da, sizin desteğiniz olsa da olmasa da, biz yeniden kuracağız, inşa edeceğiz o özlenen demokratik, eşit ve adil cumhuriyeti”.
“İşte o zaman; hep birlikte yürüyeceğiz sokaklarda omuz omuza, o zaman hep bir ağızdan haykıracağız ‘Yaşasın Demokratik Cumhuriyet’ diye”...