Yaşamın güçlükleri ve tuzakları içinde yalnızız
Daha önce kendinizi fark etmediyseniz, insanın düşünme biçimi son derece kusurludur. Yorumlarımız ve ilişki kurma yöntemlerimiz alışkanlık örüntülerimizi oluşturur. Bizde bu tek biçimli örüntü kokteyllerinin içinde kimlik bulmaya çalışırız.
Erich Fromm’a göre çağımızın insanı, uygun gördüğü şeyleri yapmasını ve düşünmesini engelleyecek dışsal bağlardan kurtulmuştur. Ne istediğini ne düşündüğünü ve hissettiğini bilse, kendi isteklerine uygun hareket etmekte özgür olacak. Ama bilmiyor….
Hayat hiçbirimiz için durağan değil. Modern dünyanın güçlükleri ve tuzakları içinde gevşek bağlarla var olmaya çalışıyoruz. İzole yaşıyoruz, yalnızız sanki herkes kendi köşesine sıkışıp kalmış gibi. Düşünmeden koparılmış algılarımız var. Dolayısıyla bir konu üzerine derinleşemiyoruz. Aslında var olmak için dozumuzu da arttırdık mesela daha görünürüz daha meşgul daha kaygılı daha rekabetçi daha üretkeniz çünkü mecburuz, kendimiz yarattık bu dünyayı. Ayrıca mutsuzuz; bu hoşnutsuzluk ve trajedi içinde savruluyoruz.
Elbette farkında olmak basit bir mesele değildir. Hatta son zamanlarda içi boşaltılmış, anlamsızlaştırılmış bir kelime olduğunu da düşünüyorum. Farkında olmak zihnimizin olduğunu hatırlamayı gerektirir. İnsan çoğu zaman yaşamında düşünceleri üreten bir zihnin varlığını hatırlamaz hatta bu zihnin biz istesek te istemesek te akışta olduğunu anlamadan yaşamına devam eder.
Peki zihnimizin olduğunu hatırlamak hayatımızda neyi değiştirir? Önce zihnin düşünceler üretiyor olduğunu fark edersiniz sonra bu düşüncelerin durmaksızın devam ettiğini ve anlık müdahale ettiğinizde durduğunu görmek daha önce yapmadığınız birçok şeyi yapma fırsatı tanır.
Mesela nasıl düşündüğünüzü, bu düşüncelerin katı sabit olabileceğini, başkalarının da haklı olabileceğini Paulo Freire çok güzel tasvir etmiş: Eğer insanlar kendi bağlamlarından kaynaklanan sorunları algılama güçlerini geliştirirlerse sadece diğer insanlarla değil dünyalarıyla diyaloğa girme yeteneklerini arttırırlar. Sonuç olarak insanın kendi hakikatini kendi ilişki kurma biçimini anlaması; kendisi hakkında düşünmesini gerektiren bir meseledir.
Yanılsama konusunda oldukça becerikli bir zihnimiz var. Düşüncelerimiz ve duygularımız bizi ele geçirerek kendi içinde anlam ifade etmeyen şeylere fazlasıyla anlam yüklememizi sağlar. Gerçek artık zihnimizin bize sağladığı bir kurgudur. Bilinçli deneyimlerimiz çarpıtılmaya müsait bir kurmaca hâlini alabilir. Artık şeyler olduğu gibi değildir, anlam yüklediğimiz gibidir.
Bu çarpıtmalar biz farkında olmadan ilişkilerimizi hayat boyu zedeler. Duygularımızı kelimeler ile ifade etmek konusunda son derece kısır olduğumuzu düşünürsek iletişim için çoğunlukla sinyalleri takip ederiz. Bu sinyaller karşıdakinin yüz ifadesi, ses tonu ya da hareketleridir. Dokuyu bozar ve yanlış okumalara yol açar.
Bu otomatikleşen kendi farkındalığımızdan gittikçe uzaklaştıran, devamlı doğru olduğunu varsaydığımız, sorgulamadan içe aldığımız yani anlamlandırdığımız, yorumlar kattığımız hikayeler zamanla psikoterapinin odak noktası haline gelen problemlere yol açabilir. Bu problemler kendini çoğunlukla ilişkilerde, davranışlarda ya da semptomlarda gösterir. Peki bu noktada psikoterapi ne yapar?
Psikoterapi sunulan bilgiyi asla olduğu gibi kabul etmez, ötesine bakar. Yani terapi odasının içine adım atmak, insanın kendi hakkında bir dizi detaylı yeri geldiğinde acıklı öyküsünün içine düşmesidir. Bu durum gerektiği kadar dağılmayı da beraberinde getirir. Terapist bu sürece bir çerçeve içinde güçlü ve tek aleti olan dili ile tanıklık eder.
Bu tanıklık yüzeyden derine dalma sürecidir. Bu dalış beraberinde geçmiş olayların keşfi ile geçmiş yaşantıların bugünkü duygu, düşünce ve davranışlarımıza etkisini, yorumların içselleştirmesi sonucu beynin nasıl yönetildiğinin öğrenilmesini ve kendi üzerine düşünme kapasitesinin arttırılması ile üstbilişsel bakış açısının avantajları fark edilir.
Daha önce kendinizi fark etmediyseniz tekrar edeyim: İnsan düşünme biçimi son derece kusurludur. Yorumlarımız ve ilişki kurma yöntemlerimiz alışkanlık örüntülerimizi oluşturur. Bizde bu tek biçimli örüntü kokteyllerinin içinde kimlik bulmaya çalışırız. Jung un dediği gibi sarsıntılar tesadüfen ortaya çıkmaz bir gidişatı düzeltmemiz, yeni yönelimler keşfetmemiz başka bir yaşam yolunu deneyimlememiz için gösterge görevi görürler.
Yeni keşiflere…