Yarını bugünden kurmak
Yarının Türkiye’sini kuracak olanların iki temel noktada netleşmesi gerekir. Bunlardan biri, “her şeyi insan için” yapmaktır. Edebali’nin söylediği gibi “insanı yaşat ki devlet yaşasın”. İkincisi ise çoğulculuktur.
Tarihin imbiğinden geçip bize kadar ulaşan nice meseller vardır. Sözün büyüsüne kapılıp, verdiği mesajları alabilirsek yol gösterirler bize; kıssadan hisse çıkarmamıza vesile olurlar.
Mesel Doğu’da vardır; Batı’daki benzerine masal deriz.
La Fontaine masalları da bu türdendir.
“Gücün sırrı” masalı da, Doğu’daki pek çok meselin anlattığını özetler.
Son yolculuğuna hazırlanan yaşlı bir baba, çocuklarını yanına çağırıp, “size bir vasiyetim var ama önce hanginizin şu okları kırabileceğinizi görmek isterim” demiş.
Sonra da bir deste oku büyük oğluna uzatmış.
Kıramamış o!
Ardından ortanca da, küçüğü de denemişler; bırakın kırılmayı, “bana mısın” bile dememiş oklar.
“Ne yapalım”demiş babaları; “o zaman iş başa düştü, ben nasıl kırılacağını bizzat göstereyim size”.
Gülümseyerek, birbirlerine bakmış çocuklar. Küçüğü sözünü de sakınmamış.
“Bizim yapamadığımızı” demiş, “sen nasıl yapacaksın ki”?
Bir şey dememiş babaları ve önce elindeki ok destesinin bağını çözmüş; sonra da teker teker kırmış ve cevap vermiş:
“Gücün sırrını çözmüş olduğum için”.
GÜCÜN SIRRI!
Bu masalın tersten anlatımına, siyaset literatüründe, “böl, parçala, yönet” deniyor.
Yirmi yılı aşkın süredir Türkiye’nin karşı karşıya olduğu “böl parçala, yönet” politikası, biraz da, yeni dönem muhalif siyasetin “amiral gemisi” konumundaki CHP’nin “birleştirici gücü” sayesinde yerini “gücün sırrı”na bırakmaya hazırlanıyor.
Türkiye’nin, tarihinde eşi görülmemiş bir ekonomik krizin ve bu krize bağlı olarak siyasal iktidarın yönetme becerisini yaşadığı bir ortamda bir araya gelen altı siyasi parti, ‘yarının Türkiyesi için’“böl, parçala, yönet” politikasıyla aralarına mesafe koymuş durumdalar.
Cumhuriyet’in ekonomik, sosyal ve siyasal alanda sağlamış olduğu bütün birikimleri, “böl, parçala, yönet” politikasıyla hercümerç eden iktidarın, izlediği üretimden ve adil bölüşümden yoksun politikaları nedeniyle Türkiye’nin gelmiş olduğu uçurumun kenarından kurtarılabilmesi, bu altı siyasi partinin işbirliği politikasında ısrarcı olmasına bağlı görünüyor.
İktidarın bu durumdan hoşnut olmadığını biliyoruz; eline geçebilecek ilk fırsatta bu altı partinin girmiş oldukları yoldan çıkmaları için her yolu deneyeceği muhakkak görünüyor. Hatta bu altı partiye gönül verenlerin “gücün sırrı”nı çözememeleri durumunda iktidarın kendisine bir “çıkış yolu” bulabilmesinin ve bu ‘yol’ aracılığıyla her bir politik aktörü ayrı ayrı enterne etmesinin hiç de olasılık dışı olmadığını not edelim.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’yi yaşadığı bu karabasandan çıkarma çabası da bu nedenden ötürü daha da anlam kazanıyor.
Tarihte, daha çok ikinci büyük paylaşım savaşı sırasında yahut İslam Devrimi öncesi İran’da benzerlerini gördüğümüz “gücün sırrı”, Türkiye’de ilk kez karşılık bulabilecek bir zemine kavuşmuş görünüyor.
Bugüne dek farklılıkları nedeniyle bir araya gelmekte imtina eden sol, sosyal demokrat, merkez sağ, samimi Müslüman ve milliyetçi güçler, Türkiye’nin aydınlık geleceğini gerçekleştirmek için bir araya gelip bir protokol imzalamaları da, “gücün sırrı”nı idrak etmiş olmalarından ötürüdür.
YARININ TÜRKİYESİ İÇİN
Mottoları, “Yarının Türkiyesi için” sloganıyla ifade edilmiş.
Diyorlar ki “Eğitimden sağlığa, ekonomiden adalete, özgürlükten güvenliğe akla gelen her alanda yaşanan çok yönlü kriz hali, vatandaşların sadece gündelik hayatlarını olumsuz etkilemekle kalmamakta, geleceğe yönelik umutlarını da yok etmektedir.”
Nedeni, “keyfilik, kural tanımazlık, sistemsizlik ve yozlaşmışlık”tır.
Bunu gidermenin öncelikli yolu, “ben bilirim” saplantısından kurtulmaktan geçiyor. Çünkü insanlığın tecrübesi bize gösteriyor ki “el elden üstündür, arşa kadar”.
O halde ne yapılmalı?
“Yarının Türkiyesi için” bir araya gelen altı parti şöyle diyor:
“Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak, adaleti tesis etmek, farklılıklarımızı zenginlik kabul ederek bir arada özgürce yaşamak, toplumsal huzuru ve barışı sağlamak, tüm vatandaşların insan onuruna yaraşır bir hayat sürmesini güvence altına almak, çoğulcu, demokratik bir Türkiye inşa etmek ve gelecek nesillere bu değerleri emanet etmek”tir.
Mümkün mü?
Neden olmasın?
Bunun için iki temel noktada netleşmemiz gerekir.
Bunlardan biri, kökenini tarihten alan“her şeyi insan için” yapmaktır. Edebali’nin söylediği gibi “insanı yaşat ki devlet yaşasın”.
ÖTEKİSİ OLMAYAN BİR DEVLET YAPILANMASI İÇİN
İkincisi, çoğulculuktur. Kökenini, rengini devlete verme konusundaki ısrarını sürdüren inancı, kendi alanına geri gönderen ve devleti her türlü inanç ve düşünce karşısında eşit mesafede konumlandıran çağdaş yaklaşımın tezahürüdür bu.
Öyle bir sistem kurulmalı ki devlet, bütün kurum ve kurallarıyla her bir yurttaşına eşit uzaklıkta durmasını bilecek bir çoğulculuğu benimsemiş olmalıdır.
Yeni bir şey değil bu; Batıda sekülarizm diye adlandırılan, bizde adı anayasaya girmiş olsa dahi işlemesi sorunlu olan laikliği de kapsayacak şekilde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlamak üzerine kuruludur bu sistem.
Altı partinin, “din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan demokratik laik hukuk devleti çoğulcu toplum düzeninin temelidir. Herkesin inancına, kanaatine ve yaşam tarzına saygı duyulduğu, kişilerin din, inanç ve yaşam tarzı fark etmeksizin özgürce yaşadığı, herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak eşit şekilde toplumsal, kamusal ve siyasal yaşama katıldığı bir sistem inşa edilecektir” belirlemesi önemli.
Yapabilirler mi?
Türkiye’nin her şeyden çok demokrasiye ihtiyacı var ve demokratik bir Türkiye için seçim barajının yüzde 3’e düşürülerek meclisin temsil yeteneğini artırılması, katılımcılığın, şeffaflığın, hesap verebilirliğin ve bütçe hakkının sağlanması ön koşuldur.
“Amiral gemisi” rolünü CHP’nin üstlendiği bu altı parti, “ya yeni bir yol bulmak ya da yeni bir yol açmak” için bu ön koşulları yerine getirmek üzere yola çıkmış görünüyorlar.
Tarih bu yolculuğun hakkını verecektir.