Loading...
Ukrayna’nın tahılının ihraç edilmesini mümkün kılan anlaşma altın tepside sunulan bir prestij şansı. AK Parti’ye nefes aldırabiliyor. Erken seçim baskısını ortadan kaldırıyor. %30’dan aşağısına doğru erimekten koruyor. Ama nereye kadar?Görülen o ki, Erdoğan’ın ön planında olduğu, “sürekli dönen ittifaklarla” diplomasi yürütmek de “devlet politikası” haline geldi. İngilizcesini “rotating alliances” olarak çevirebileceğimiz “yanar döner ittifaklara” tam olarak “ittifak” da diyemeyiz elbette. Dış politika diyaloglarımız, 180 derece hızlı dönüşlerle, sürekli farklı taraflarla pazarlıklar yürütmek ve ülke çıkarına uygun olduğu iddia edilen bazı çıkarları elde etmek ve “etmiş gibi gözükmeye” odaklı. Sürekli dönen ittifaklar çerçevesinde yürütülen dış politikamız; İsrail, Orta Doğu ülkeleri ve Rusya ile paslaşırken; diğer yandan ABD ve Avrupa Birliği kurumları, farklı AB ülkeleri ve İngiltere ile temaslarda da eski Batı İttifakı mirasının “ekmeğini yemek” diye de özetlenebilir. Açıkçası son dönemin konjonktürü Ankara açısından şanslı… Rusya'nın Şubat’ta işgalinden bu yana kesilen Ukrayna'nın tahıl ihracatını yeniden başlatan anlaşmanın, Türkiye’nin hamiliğinde İstanbul’da gerçekleşmesi de, Ankara’ya prestij kazandırıyor. Milyonlarca insanın açlığa mahkum olmasını engelleyen bir anlaşmadan bahsediyoruz. İronik biçimde de, kadınlara karşı şiddeti engellemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen Türkiye’nin bu adımı, Ukrayna’nın tahılını ihraç edebilmesini sağlayacak başka bir “İstanbul Anlaşması” dünya ülkeleri tarafından daha da bir “sineye çekilir” hale geliyor. Kısacası, Batı ülkeleri nezdinde başta olmak üzere; Ukrayna Savaşı’ndaki “arabulucu” rolü nedeniyle, Türkiye’deki insan hakları, hak-hukuk meseleleri daha da bir göz ardı edilir oluyor.
Belli ki sırada Suriye’ye askeri operasyon var. “Suriyelilerin, güvenli bölge oluşturulması yoluyla geri gönderileceği” vaat edilecek. Barış Pınarı Operasyonu ertesinde Cumhur İttifakı oylarını yaklaşık 5 puan arttırmıştı.Ne var ki, işin özünde Ukrayna’nın tahılının ihraç edilmesini mümkün kılan anlaşmanın gerçekleşmesi; Türkiye’nin stratejik pozisyonundan kaynaklı ve iktidarda kim olsa kotarılabilecek, altın tepside sunulan bir prestij şansı. Ancak, iktidarlardan bağımsız da son derece kolay ve hatta çok daha da başarılı gerçekleştirilebilecek bu devlet politikası da, AK Parti’ye sadece kısa vadeli bir nefes aldırabiliyor. Erken seçim baskısını “şimdilik” ortadan kaldırıyor. AK Parti’yi %30’luk oy bandının daha da aşağısına doğru erimekten koruyor. Ama nereye kadar? Türkiye’de istinasız olarak hepimizin “sınıf atladığı” değil; bir veya birkaç sınıf aşağı kaydığı, fakirleştiği ve elindekilerin eridiği bir dönemdeyiz. Dış politika, iktidara ne kadar biraz daha zaman kazandırsa da, Türkiye’deki ekonomik erime ile AK Parti’ye desteğin erimesi de doğru orantılı seyretmeye devam edecek. Belli ki, sırada Suriye’ye bir askeri operasyon var. “Suriyelilerin, güvenli bölge oluşturulması yoluyla geri gönderileceği” vaat edilecek. Daha önce, 2019’da “Barış Pınarı” Operasyonu döneminde, seçmenler gerçekten de bu vaade inanmıştı. Barış Pınarı Operasyonu’na olan kamuoyu desteği, 2018’de gerçekleşen Zeytin Dalı Operasyonu’na göre yaklaşık 10 puan daha yüksekti. Tam da Barış Pınarı’nda, “Suriyeliler güvenli bölge oluşturulup geri gönderilecek” vurgusu yapıldığı için… Ve Barış Pınarı Operasyonu ertesinde, Cumhur İttifakı oylarını yaklaşık 5 puan arttırmış-2019 yerel seçimleri ve tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri ertesi esen rüzgarı da bir süre olsun tersine çevirmişti. Türkiye, dış politikasındaki ittifaklar “yanar döner” gitse de; iç politikanın dinamiklerinin asıl dayandığı “Altılı Masa” ve diğer açık/örtük ittifaklar, yanar dönerlikten uzak kalmak zorunda. Kürt Meselesi, askeri operasyonlar ve toplumda gerilen fay hatları sınavlarını da, tüm muhalefet beraber vermek zorunda… Siyasetin geleceği ve kendi gelecekleri buna bağlı çünkü…