Yalancı bahar

Abone Ol
Demokrasi istikrarlı büyümenin garantisi midir? Pek çok popüler iktisatçı 'kurumların şeffaf çalışmasıyla yabancı güveni kazanılabilir' düşüncesini savunmaktadır. Bu yaklaşımı çok sığ buluyorum. Ekonomimiz yalancı baharlar yaşar elbet ama esas sorunumuz bölüşüm sorunudur. Bu haftaki yazımı açıklanan enflasyon rakamlarını yorumlamak üzere planlamıştım ancak TCMB başkanı Sayın Kavcıoğlu’nun referans aldıkları çekirdek enflasyon (C Endeksi) artış eğilimini bile görmezden gelerek diğer büyük Merkez Bankaları gibi biz de enflasyonun arz kaynaklı sorunlardan dolayı geçici olduğunu düşünüyoruz demesi üzerine vazgeçtim. Çünkü anladığım kadarıyla Sayın Kavcıoğlu eğer görevde kalırsa Türkiye’nin makro-finansal kırılganlığını dikkate almayarak %17 seviyesinde olan çekirdek (C endeksi) enflasyona göre politika faizinde 100bp daha indirime gitmeyi düşünüyor (olabilir). Bu politika duruşu (böyle bir duruş varsa) Türkiye’nin geleceğini riske atmaktadır. Zira giderek artan yoksullaşmada yüksek kurun ve onun beslediği enflasyonun çok büyük etkisi vardır. Bu nedenle TL varlıkları daha da değersiz hale getirebilecek politika faiz indirimi ülke ekonomisini daha kırılgan ve güvensiz bırakabilecektir. Öte yandan Türkiye’nin giderek yoksullaşması, ekonomimizin kendi dinamikleri ile yani içsel bir kalkınma hamlesi başlatabilmesindeki en büyük engeldir. O zaman kendime şu soruyu sordum;
  • Türkiye ekonomisini içine düştüğü yoksulluk döngüsünden hangi dinamikler kurtarabilir?
Bana göre Türkiye ekonomisini yoksulluk döngüsünden kurtarabilecek birinci içsel dinamik, yurt içi istihdamı ve gelirleri artıracak güçlü bir maliye politikası genişlemesi olabilir. Ancak koşullu yükümlülüklere harcanan kaynaklar, kaynak kullanım verimsizliği, tabana yayılmış, yayılma arzusundaki vergi politikası ve hazinenin hem yurt içinden hem de yurt dışından yabancı para birimi cinsinden borçlanması böyle bir maliye politikası için kısıt oluşturmaktadırlar. Türkiye’deki ekonomik yoksullaşmayı yavaşlatıcı/durdurucu ikinci bir dinamik ise yüksek miktarda yabancı sermaye girişi olabilir ancak bunun yalancı bahar yaşattığını ekonomimizin tarihsel gerçekleri ile doğrulayabiliriz. Bu noktada ikinci bir soru aklıma takılmaktadır;
  • Yabancı sermaye neden Türkiye ekonomisine ilgi göstermeye başlasın ya da mevcut küresel iktisadi belirsizlikler/sorunlar ve Türkiye ekonomisinin kırılganlıkları devam ederken yabancı sermaye akışı gerçekleşsin?
Bu soru, hem Cem Oyvat hocanın sosyal medya paylaşımında hem de daha sonra İbrahim Kahveci’nin Karar Gazetesindeki yazısıyla gündeme taşıdıkları Türkiye için daha demokratik koşullar oluşursa yabancıların Türkiye ekonomisine ilgisi artabilir görüşüne karşılıktır. Elbette Türkiye’nin daha istikrarlı büyüme patikasına gireceği beklentisinin güçlenmesi yabancı ilgisini çekebilir. Ancak daha fazla demokrasi veya özgürlüklerin artması (?) istikrarlı büyüme patikasına girileceğinin garantisi midir? Ya da;
  • Yabancıları Türk ekonomisine güvenmeye, yatırım yapmaya sevk edebilecek koşullar nasıl sağlanabilir?
Ekonomiye yön veren kurumların şeffaf, etkin ve verimli çalışmasıyla yabancı güveni kazanılabilir düşüncesi pek çok popüler iktisatçı tarafından savunulmaktadır. Kurumların iktisadi kalkınmada önemli role sahip olduklarını savunsam da, bu biçimde yaklaşımın kök sorunu algılamaktan uzak ve oldukça sığ olduğunu düşünmekteyim. Kök sorun dikkate alınmadan yabancı sermaye girişine dayalı çözüm önerileri ya da o yönde beklentiler ekonomimizin yalancı baharlar yaşamasına, daha borçlu ve kırılgan olmasına yol açmaktadır. O zaman elbette şu soruyu sormak gerekiyor;
  • Türkiye ekonomisini istikrarlı ve kalkınmış bir ekonomi olma yolundan uzaklaştıran kök soru nedir ?
Bu sorunun bendeki tek cevabı bölüşüm sorunudur. Bu sorunu büyüten ise rant ekonomisini önceleyen politika kararlarıdır. Türk ekonomisinin sıcak paraya, ithalata bağımlı yapısının, enflasyon, cari açık gibi yapısal problemlerimizin gerisinde de bölüşüm sorunu yatmaktadır. Bu sorun Türkiye’nin sadece son 20 yılının sorunu değildir. Ancak son 20 yılda daha da büyümüştür. Bölüşüm sorunu emekten yana kurumsal düzenlemeler ve makroekonomi politika tercihleri ile çözülebilir. Esen Kalın.