Nükleer bir İran ile komşu olmak Türkiye dahil bölge ülkelerinin arzu ettiği bir sonuç değil. Ancak Ankara, sınır komşusunu karşısına alacak şekilde, olası bir askeri çatışmaya taraf olmak istemeyecektir.Biden yönetimi müzakerelere ivme kazandırmak amacıyla İran’ın sivil nükleer faaliyetlerine ilişkin yaptırım muafiyetlerini geri getireceğini açıkladı. Washington’ın iyi niyet jesti, İran’ın JCPOA kapsamında işbirliği yaptığı Rusya, Çin ve Avrupa gibi ülkelere yönelik yaptırım tehdidini kaldırıyor. Sürece şüpheyle yaklaşanlar ise, İran’ın asıl amacının anlaşmaya geri dönmek değil, diplomatik müzakereleri elden geldiğince uzatarak bu zaman zarfında nükleer güce sahip olmak olduğunu öne sürüyor. ANLAŞMA OLMAZSA B PLANI VAR MI? Batılı devletler görüşmelerden eli boş dönüldüğü takdirde, “snapback” mekanizmasının işletilerek, İran’a yönelik BM yaptırımlarının yeniden devreye sokulacağını ifade ediyor. Bu durumun, İran konusunda desteğine ihtiyaç duyulan Rusya ve Çin’in batıyla ilişkilerinde yeni bir gerilime yol açması olası.Öte yandan,İran’a uygulanacak diplomatik izolasyon ülkeyi Çin ve Rusya’yla daha da yakınlaştıracağı gibi, Tahran’ın Yemen gibi çatışma alanları üzerinden ABD’nin bölgedeki müttefiklerini sıkıştırmaya çalışacağını tahmin etmek güç değil. Diplomatik sürecin başarısız olması durumunda değerlendirilen bir başka seçenek ise İran’ın nükleer kapasitesini geriletecek sınırlı bir askeri operasyon. ABD’nin askeri güç kullanma taraftarı olmaması ve İran’ın nükleer tesislerinin yeraltında oluşunun yarattığı operasyonel güçlükler sebebiyle düşük bir olasılık olarak değerlendiriliyor. Ancak tamamen masadan kalkmış da değil. Geçtiğimiz ay, İsrail’in tatbikat amaçlı düzenlediği, İran’ın nükleer tesislerinin hedef alındığı harp oyunu simülasyonuna, Amerikan Hava Kuvvetleri’nden bir yetkilinin katılmış olması bu bakımdan önemli. İsrail’in olası bir operasyon için yaklaşık 1.6 milyar dolarlık bir savunma bütçesi onayladığını söyleniyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a yeni silah satışlarına onay verildiğine dair açıklamasından Washington’ın bölge ülkelerinin savunma kapasitelerini artırmak suretiyle güvenlik endişelerini gidermeye çalıştığı anlaşılıyor. İsrail basınında İbrahim Anlaşması’nın yarattığı yeni koşullarda, bölgedeortak bir savunma mekanizması kurulmasına ilişkin önerilerin dolaşıma girmesi bu açıdan çok şaşırtıcı sayılmaz. Öte yandan, ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük askeri üssüne ev sahipliği yapan ve ABD’den en çok silah ithal eden 2. ülke konumundaki Katar’a “NATO ülkesi olmayan müttefik” statüsü verilmesi de (bölgede Kuveyt ve Bahreyn’den sonra 3., küresel ölçekte bu ünvana sahip 18 ülkeden biri oldu) Washington tarafından tesis edilmek istenen Ortadoğu düzeni bağlamında okunabilir. ABD Başkanı Biden ile Katar Emiri Şeyh Tamim bin Tani’nin Beyaz Saray’daki görüşmesine ilişkin yorumlarda, Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacına çözüm arayışı ön plana çıktı. Ancak gerek Gazze’de İsrail -Hamas arası çatışmaların çözümünde gerekse ABD’nin çıkışı ertesinde Afganistan’da istikrarı sağlamak açısındanaktif bir rol üstelenen Katar, İran konusunda da bölgede denge sağlayan pivot ülke konumunda. Suudi Arabistan’a kıyasla İran ile dengeli ilişkiler gözeten-ve ambargoya rağmen bu çizgisini devam ettiren-Katar’ın, Washington ile Tahran arasında mesaj taşıdığı, arabuluculuk yaptığı söyleniyor. Viyana’daki görüşmelerden çıkacak sonuç Orta Doğu’nun güvenlik ve istikrarı bakımından önem taşıyor. Zira, nükleer bir İran ile komşu olmak Türkiye dahil bölge ülkelerinin arzu ettiği bir sonuç değil. Ancak Ankara, sınır komşusunu karşısına alacak şekilde, olası bir askeri çatışmaya taraf olmak istemeyecektir. Şunu da eklemek gerekir ki, nükleer anlaşma yeniden uygulandığı takdirde dahi, İran’ın bölgedeki gücünü budamak adına ancak sınırlı bir etkiye sahip olacak. Dolayısıyla bölgesel güç rekabeti devam edecek.
Viyana’da nükleer müzakereler, Ortadoğu’da B planı hazırlıkları
İran’la nükleer anlaşma müzakereleri başladı. Batılı devletler görüşmelerden eli boş dönüldüğü takdirde, “snapback” mekanizmasının işletilerek, İran’a yönelik BM yaptırımlarının yeniden devreye sokulacağını ifade ediyor.
Viyana’da bu hafta İran’la müzakerelerin 8. turu başladı. Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JointComprehensive Plan Of Action-JCPOA) olarak adlandırılan İran Nükleer Anlaşması’nın yeniden hayata geçirilmesi için görüşmeler aralıklı olarak on aydır devam etmekte.Taraflar, diplomatik süreçte kritik bir dönemece gelindiğini, bir karar aşamasına yaklaştıklarını ifade ediyor. Çıkacak kararın diplomatik bir zafer mi yoksa başarısızlık ilanı mı olacağını kestirmek güç. Geçtiğimiz birkaç haftada yaşanan gelişmeler, bölgedeki aktörlerin her iki olasılığa karşı da hazırlık yaptıklarını gösteriyor.
2015 yılında BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya’dan oluşan 5+1 grubunun İran ile imzaladığı anlaşma, Tahran’ın uranyum üretimine getirdiği kısıtlamalar ve nükleer programın uluslararası denetime açılması yoluyla, nükleer silah üretmesinin önüne geçmeyi amaçlıyordu. Anlaşma ilk günden beri başta İsrail olmak üzere, Körfez ülkeleri ve ABD içinde sertlik yanlılarının tepkisini çekti. Karşı çıkanlar, anlaşmanın İran’ın balistik füze programını ve vasi güçlere desteğini sınırlandıracak hükümler içermesini; raf ömrünün de daha uzun olmasını istiyorlardı. Tek bir anlaşmanın tüm sorunlara merhem olmasını beklemek gerçekçi değildi. ABD’nin hesapsız giriştiği askeri müdahalelerinin Orta Doğu’da dengeleri İran lehine değiştirmişti. Gidişatı geri çevirmenin mümkün olmadığını gören Başkan Barack Obama’nın ehven-i şer planı, ekonomik yaptırımların kaldırılması karşılığında İran’ın nükleer programının barışçıl çerçevede yürütülmesini sağlamaktı. İran’ın sisteme entegre edilmesinin, ülkeyi uzun vadede daha ılımlı bir çizgiye getireceğine inanılıyordu.
Ancak kampanya döneminden itibaren pozisyonunu açıkça ortaya koyan ABD Başkanı Donald Trump, 2018’de anlaşmadan tek taraflı olarak çekildiğini duyurdu. İran’a yeni yaptırımlar getirildi. Ancak uygulamaya koyulan “maksimum baskı” politikası, umulduğu gibi İran tarafında bir dış politika değişikliğine veya içeriden bir yönetim/rejim değişikliğine yol açmadı. Aksine, mevcut denetim mekanizmalarını kadük bıraktığı gibi ABD’nin güvenilirliğini de zedelemiş oldu. Anlaşma hükümlerine riayet etmesine rağmen, ekonomik yaptırımlara maruz kalan Tahran, kademeli bir şekilde anlaşmayı ihlal etmeye başladı. Avrupalı devletler, anlaşmayı ayakta tutmak adınaekonomik yaptırımların etrafından dolaşacak alternatif çözümler denediler ancak herhangi bir somut gelişme kaydedilemedi.
Geçen zaman zarfında İran nükleer silah üretmeye çok daha yaklaşmış oldu. Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Atom Enerji Ajansı Başkanı Rafael Grossi, İran’ın zenginleştirilmiş uranyum seviyesinin anlaşmanın belirlediği seviyenin 10 katına çıktığını söylüyor. Teknik bakımdan gelişmiş yeni santrifüjlerin devreye sokulması sonucunda nükleer programı daha hızlı ilerliyor. “Gördüklerimiz kadar görmediklerimiz de bizi endişelendiriyor,” diyor Grossi, İran’ın denetim konusunda işbirliğiyapmıyor oluşuna dikkat çekerek.
Biden yönetimi, selefi Obama’nın aksine, bölgedeki müttefiklerinin kaygılarını giderecek şekilde, daha şeffaf bir müzakere süreci yürütmeye çalışıyor. Ancak umulduğu gibi daha geniş kapsamlı ve uzun ömürlü bir anlaşmanın imzalanması olası görünmüyor.İran’ın anlaşmaya geri dönmek için yaptırımların kaldırılması koşulunda diretmesi, diğer taraftan, ABD’nin güvenilir bir partner olarak görülmeyişi-bir sonraki başkan döneminde anlaşmanın yürürlükten kalkıp kalkmayacağına ilişkin şüpheler-diplomatik süreci ağır ilerlemesine sebep oldu. İran’da sertlik yanlısı İbrahim Raisi’nin cumhurbaşkanı seçilmesinin de müzakerelerde esneklik payını azaltan bir etken olduğu söylenebilir.
Mevcut koşullarda, en iyi ihtimalle eski anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesi bekleniyor. Ancak ortada bir zaman baskısı var. Zira, İran programında ilerledikçe silah sahibi olmaya giderek yaklaşıyor. Belli bir noktadan sonra süreci geri çevirmek mümkün olmayacak. Bir de tabii, anlaşmanın İran’a koyduğu kısıtlayıcı tedbirleri 2030 yılı itibariyle yürürlükten kalkacak. Dolayısıyla, anlaşma ne kadar geç imzalanırsa, batılı devletler açısından kazanımlar da o kadar sınırlı olacak.