Filmin güçlü yönetimi ve oyuncu performansları bu dalgalanmayı ustaca dengeliyor. Victoria’da, karakter derinliğinin yanı sıra, Berlin'in karanlık köşelerini ve çatlaklarını da ele alan bir gerilim unsuru bulunuyor. Berlin'in farklı yönleri; karanlık ve karmaşık tarafı da ortaya çıkarılıyor.

Sebastian Schipper'ın filmi Victoria, genç bir kızın suç dünyasına yolculuğunu anlatıyor. Yönetmenin ve görüntü yönetmeni Sturla Brandth Grøvlen'in 138 dakikayı tek planda çekmeleri filmi olağanüstü kılan bir gerçek. Berlin'in 22 farklı lokasyonunda geçen film, Nils Frahm'ın atmosferik müziği eşliğinde, genç başrol oyuncularının etkileyici performanslarıyla sürükleyici bir deneyim sunuyor. Schipper'ın yönetmenlik ve Grøvlen'in görüntü yönetimiyle birleşen bu etkileyici teknik başarı, filmi sıradan bir olayın ötesine taşıyor.

Film, kulüp sahnesi ile başlıyor ve büyüleyici bir açılış jeneriği ile kulüp ortamının dinamiğini başarılı bir şekilde yansıtıyor. Tekno müziğin güçlü ritimleri eşliğinde, kamera, kalabalık arasında Victoria'yı takip ediyor ve onun yüzündeki keyifli ifadeyi yakın çekimde yansıtıyor. Kulüp atmosferi, mekânın dumanla dolu ve hijyene dikkat edilmeyen bir mahzene dönüştüğü görüntülerle canlı bir şekilde yansıtılıyor. Film, techno müziğin ve gece hayatının çekiciliğini ustalıkla aktararak, izleyicilere kendine özgü bir deneyim sunuyor ve Victoria'nın hikayesine çarpıcı bir giriş yapıyor.

Victoria gece kulübünden çıkmış bir grup sarhoş delikanlı ile tanışıyor. Gruptan Sonne isimli genç adam Victoria’yı özel bir biçimde etkiliyor ancak aralarındaki dil bariyeri nedeniyle bozuk bir İngilizce ile iletişim kurabiliyorlar. Çünkü Victoria İspanyolca konuşurken, Sonne Almanca konuşuyor. Ancak hikâye silahlı bir soygun planını gerçekleştirmeye zorlandığında aralarındaki bağ giderek güçleniyor ve tehlikeli bir hâl alıyor.

Filmin ortasında, Victoria kafede yalnız kalıyor ve bu sahne filmin dönüm noktası. Nils Frahm'ın rüya gibi minimalist müziği eşliğinde Victoria sessizce oturup düşüncelerini toplarken, ruh hâli belirgin şekilde değişiyor. Yüzünde arkadaşlarını terk etmenin ve kaçırılmış fırsatların yol açtığı ince bir melankoli beliriyor. Uzun bir yakın plan tercihi ile bu duygular açıkça hissettiriliyor. Ancak filmin olay örgüsü belli bir noktada yüksek gişeli soygun filmlerine dönüyor. Polis kovalamacaları, silahlı çatışmalar ve banka soygunu gibi olaylar başlıyor ve karakterler bu mantıksız olayların içine sürükleniyor.

Victoria'nın huzurlu anlarından uzaklaşan film, heyecan dolu bir tempo kazanıyor. Orijinal doğaçlama sahneler yerini, beklenmedik ve tehlikeli olayların aldığı bir aksiyon filmine bırakıyor. Ancak yine de yönetmenin açı tercihleri ve oyunculuk performansları gibi unsurlar filmi dikkat çekici kılmaya yetiyor. Karakterlerin iç dünyalarına ve motivasyonlarına dair detaylar filmdeki inandırıcılığı arttıran bir diğer unsur.

Costa karakteri çılgınca kumar oynayarak yalnızlığını ve hayattaki yenilmişliğini bastırmaya çalışan bir karakter. Lau karakteri ise para ve statüye dair endişelerini yalanlar söyleyerek saklamaya çalışan bir karakter olarak tasvir ediliyor. Victoria’nın Alman arkadaşlarıyla dil engeli nedeniyle iletişim kurmakta zorlanması da filmin derin vuruşlarından biri kuşkusuz. İletişime dair yaşanan bu güçlük, Victoria’nın giderek kendine yabancılaşmasını ve savunmasız kalışını vurguluyor.

Victoria, acımasız bir hayatta kalma mücadelesi içinde büyük bir dönüşüm yaşıyor. Victoria’nın bu değişimi ve dönüşümü filmin dramatik yapısını güçlendiriyor ve etkileyici bir unsur olarak öne çıkıyor. Schipper’in kamera tercihleri ile Victoria’nın iç dünyasındaki değişimler, karakterlerin hırsları, bağlılıkları ve bağımlılıkları, zayıflıkları ve güçlü yönleri arasındaki denge başarılı bir şekilde aktarılıyor. Örneğin, Victoria'nın arkadaşlarıyla olan ilişkileri sırasında, kamera onların etrafında süzülerek ve dönerek onun hayranlığını ve coşkusunu yansıtıyor. Mutlu anlarda kamera hareketleri hafif ve neredeyse ruhani bir his uyandırırken, adrenalin dolu sahnelerde ise titreyen kamera hareketleri ile gerginlik ve hız hissi yaratılıyor.

Berlin'in çeşitli mekanlarında geçen film, şehrin karmaşık ve gizemli yüzünü keşfederken, seyirciye sürükleyici bir gerilim deneyimi sunuyor. Bu da filmi çekici ve yenilikçi bir yapıt hâline getiriyor.

Herhangi bir özel efekt kullanılmadan (bu film herhangi bir kurgu yapılmadan yapılmıştır) ve biz farkına varmadan, Schipper'in yaklaşımında veya oyuncuların performanslarında en ufak bir kusur olmaksızın 138 dakika tüm hızıyla işliyor. Victoria'nın çalıştığı kafeye, ardından silahlarını aldıkları otoparka, sonunda amfetamin yüklü çalıntı bir arabayla, soymaları gereken bankaya doğru hızla uzaklaşıyorlar... Bu akıcı sahneler, filmin akıllara durgunluk veren sinematik çekiciliğini vurguluyor.

Filmde eleştirilen kısımlardan biri olan ton dalgalanması aslında filmi daha gerçekçi ve insani kılan bir özellik olarak değerlendirilebilir. Filmin güçlü yönetimi ve oyuncu performansları bu dalgalanmayı ustaca dengeliyor. Victoria’da, karakter derinliğinin yanı sıra, Berlin'in karanlık köşelerini ve çatlaklarını da ele alan bir gerilim unsuru bulunuyor. Berlin'in farklı yönleri; karanlık ve karmaşık tarafı da ortaya çıkarılıyor. Bu nedenle, filmde sadece karakterlerin hikayesi değil, aynı zamanda şehrin atmosferi ve dokusu da önemli bir rol oynuyor. Berlin'in çeşitli mekanlarında geçen film, şehrin karmaşık ve gizemli yüzünü keşfederken, seyirciye sürükleyici bir gerilim deneyimi sunuyor. Bu da filmi çekici ve yenilikçi bir yapıt hâline getiriyor.

Film, pratik olarak fiziksel bir etki yaratırken, aynı zamanda olağanüstü bir doğallıkla gerçekliğe yaklaşıyor; sinemanın sınırlarını keşfetmek ve yeni deneyimler sunmak adına önemli bir rol oynuyor ve Victoria'nın hikayesi, Berlin'in soğuk bir sabahında sona erdiğinde, filmle birlikte duyguların ömür boyu süreceğini hissediyoruz…