Victor Jara’dan Sezen Aksu’ya baskıcı rejimler ve linçler
Bugün gerek iktidar gerekse bir kısım muhalif kesim tarafından hedef haline getirilse de Sezen Aksu hepimizin hayatında bir iz bırakmıştır. Victor Jara’nın ellerini kesenlerle Sezen’i linç edenler aynı baskıcı düşüncenin ürünüdürler.
Türkiye’de Sezen Aksu’ya yönelik linç bana hem dünyanın öbür ucundan başka sanatçıyı, hem de kendi sanatçılarımızın yaşadıklarını hatırlattı.
1973 yılında darbeyle iktidara geçen Agusto Pinochet’e karşı gelerek gösterilere katılmıştı. Bir öğretmen ve sanatçı olarak Şili Ulusal Stadyumu’na koşmuş, faşizme karşı durmuştu. Darbeciler onu gitar çalıp şarkı söyleyerek faşizme karşı çıktığı gerekçesiyle tutukladılar. Uzun işkenceler sonucu ibret olsun diye gitar çaldığı elleri kesilerek teşhir edildi. Darbeciler işkence ederek onu öldürdüler ama o bir halk kahramanı olarak yeniden doğdu ve bir kahraman olarak hatırlanıyor. Ona işkence edenler aradan yaklaşık otuz yıl geçtikten sonra yargılanıp hapis cezası aldılar. Diktatörler yıkılıp gidince onun adı Şili Ulusal Stadyumu’na verildi. O kişi Şili milli şair ve kahramanı Victor Lidio Jara Martinez’di. Bütün dünya darbeci diktatörleri lanetle anarken Victor Jara’yı ise saygıyla anıyor.
Bizde ise linç sistematik ve neredeyse bir kültür haline gelmiştir. Türkiye o kadar çok evladına kıydı ki artık ne sayılar ne de olayları tam hatırlayabiliyoruz. Sabahattin Ali’ye kıydılar bu ülkede sırf birilerinin hoşuna gitmeyen bir dünya görüşü olduğu için. Devrin muktedirleri tarafından önce hedef gösterildi sonra kaçmaya mecbur bırakıldı. Cehennemden kaçarken ona yaşamayı çok gördüler. Sonra Nazım Hikmet’e aynısını yaptılar ama biraz daha şanslıydı ve kaçma imkanı oldu. Canını kurtarmış olsa da ömrünü gurbette tamamlamak zorunda kaldı. Ahmet Arif’e de baskılar ve hapisler yaşattılar. Sonra sıra Aziz Nesin’e geldi. O mürteddi ve katli vacip denilerek diri diri yakmaya çalıştılar yanında onlarca sanatçıyla birlikte. Bitmedi elbet canlı yayında sırf Kürtçe şarkı söylemek istediğini söyleyen Ahmet Kaya’ya ülkenin anlı şanlı sözde sanatçıları çatal-kaşık atarak linç ediyor ve vatanı kurtarıyorlardı. Ahmet Kaya da ülkeyi terk ediyor ve maalesef Paris’te vatan hasretiyle hayatını kaybediyordu.
Linç kültürümüz sadece sanatçılarla sınırlı değildi elbet Menemen’den Maraş’a, 6-7 Eylül İstanbul pogromundan Sakarya’daki Kürt işçilerine saldırılar gibi daha nice olaylar yaşadık, yaşıyoruz.
Bitti mi dersiniz, elbette bitmedi. 15 Temmuz sonrası binlerce insan KHK’larla işten atılırken binlercesi de tutuklanıyordu. Her biri ayrı bir dram olan bu olaylardan biri de Gökhan Açıkkol isimli öğretmenin KHK ile işten atılması ve akabininde göz altında ölmesiyle “hainler mezarlığına” gömülmek istenmesiydi. Ölümünden sonra suçsuz denilip görevine iade edilmişti.
Biz toplum olarak böyleyiz işte. Önce eziyet edip öldürürüz sonra arkasında ağıt yakıp ona methiyeler dizeriz.
Önce Tarkan, Cem Yılmaz, Gökhan Özoğuz ve en son Sezen Aksu çok hassas toplumumuz tarafından linç edildi. Çok hassas toplumumuz ilahiyatçılar arasında bile varlıkları tartışmalı olan Adem ve Havva ile ilgili yazdığı ironik bir şarkı sözünden dolayı çok yüksek dini hassasiyetleri zedelenmişti. Oysa o çok hassas insanlar “ Bakara-makara”ya hiç tepki vermedikleri gibi “yolsuzluk hırsızlık değildir” fetvasına ise iman ediyordu. Başka bir dini otoritenin %20 yolsuzluk yapılabilir mealindeki beyanatını gayet rahat kabulenebiliyorlardı. Ya da bir milletvekilinin bir siyasetçi için “Allah’ın tüm sıfatlarını taşıyor” derken bu şirk koşmayı kendisine hiç sorun etmiyordu.
Bir tarikat lideri Sezen Aksu’yu kınayan bir mesaj yayınlarken yıllar önce kendisinin de aynı mihvalde Adem ve Havva’yı eleştirdiği ortaya çıkması çok hassas toplumu hiç rahatsız etmiyordu. Çok hassas toplumumuz kendi cenahlarında yapılan ve neredeyse şirke varan olaylarda sessizlik ve ikrar ederken diğer insanların en ufak sözlerine karşı bile niyet okumaktan geri durmuyorlar.
Toplumun bu çok hassas kesiminin yanında kendisine “solcu” ya da “demokrat” diyen bir kısım muhalifin tavrı daha içler acısı. İfade ve düşünce özgürlüğünü savunmasını beklediğimiz bu kesim ise zamanında Sezen Aksu ve diğer sanatçıların verdikleri kararlar üzerinden onlar da bu lince katılmaktalar. Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir dönem AKP’nin AB sürecinde yaptığı bazı çalışmalara destek verdikleri için bu kişilerin linç edilmesine memnuniyetle karşılamaktadırlar. Birçok insan gibi bu sanatçılar da ülkenin faydasına gördükleri çalışmalara destek vermişlerdir. Bugün muhalif olan kesimlerin yarın iktidara geldiklerinde otoriteleşmeyeceklerinin garantisini kim verebilir ki? Zira sistem ve halk otoriteleşmek için gayet müsait.
Sezen Aksu bu ülkeye onlarca güzel şarkının yanında birçok sanatçı yetiştirmiş ve ülkenin müzik tarihine adını altın harflerle yazmıştır. Sezen Aksu ayrıca darbecilerin yaşını büyüterek astıkları 17 yaşındaki Erdal Eren için bir ağıt olan “Son Bakış” şarksını yazmıştı. 12 yaşında evinin yanına düşen bir havan bombası sonucu ölen Ceylan Önkol için Tarkan ile birlikte şarkı yazıp söylüyordu.
Bugün gerek iktidar gerekse bir kısım muhalif kesim tarafından hedef haline getirilse de Sezen Aksu hepimizin hayatında bir iz bırakmıştır. Ötekileştiren, otoriter ve baskıcı rejim ve kişiler her daim tarihin çöplüğüne gitmeye mahkumdur. Tarkan, Sezen Aksu gibi isimler ise gelecek kuşaklar tarafından bile iyi hatırlanacaktır. Zamanında sesini kısmak için Victor Jara’nın ellerini kesenlerle Sezen Aksu’yu linç edenler aynı baskıcı düşüncenin ürünüdürler.
Bunlar da ilginizi çekebilir