Vebali ağır olur, ödeyemezsiniz
DSP’nin önemli bir ismi bana Ecevit’in neden İsmail Cem’i değil de Sezer’i tercih ettiğini anlatmıştı. Ecevit "bakanımın önümde ceketimi iliklemem” demiş. Bugün de İmamoğlu’nun adaylığı konusunda CHP’ye, hükümete müdahale eder kaygısı var.
Gözünüzün önüne Davutoğlu’nun Konya’da; Babacan’ın Tokat’ta Kılıçdaroğlu için oy istediğini ve vatandaşların da buna tepki göstermediğini getirebiliyorsanız amenna, Kılıçdaroğlu aday olsun. Ama anketlerde Kılıçdaroğlu Erdoğan’ı kıl payı geçiyor ya da geçemiyor...
Yanılmıyorsam 2015 yılının ilk çeyreğinde sonraları kapatılan Taraf gazetesinde bir yazı kaleme almıştım ve başlığı, bu yazının başlığı ile aynıydı; Vebali Ağır Olur, Ödeyemezsiniz. Bahsettiğim yazı, o dönemde seçimlere bağımsız adaylar yerine parti olarak girmeyi kafaya koymuş olan HDP ile alakalıydı. Yazıda bu hamlenin riskli olacağını ve eğer barajı geçemez ise AKP’yi tek başına iktidara taşıyacağını iddia etmiştim. Başta şimdilerdeki arkadaşım ve meslektaşım Hanifi Barış ve çok çok yakın çevrem tarafından eleştirilmiştim. Haklı da çıktılar. HDP ve benim tanıdığım en kabiliyetli siyasilerden birisi olan Selahattin Demirtaş inanılmaz bir performans sergileyerek hepimizi sandığa çekti. Hepimizi diyorum çünkü 7 Haziran günü havaalanında nasıl koştuğumu ve yurt dışı oy verme işlemi kapanmadan dakikalar önce oy verdiğimi dün gibi hatırlıyorum. Sonrası ise malum, Erdoğan ve/ve ya devlet Agamben’e şapka çıkartırcasına bir istisnai durumlar silsilesi yaratarak üç ay sonra iktidarı yine ve yeniden “ele geçirdiler”.
Ama ben HDP konusunda yanılmıştım. Hoş bu o zamana kadar yaşadığım en güzel yanılmalardan birisiydi ve şu anda bu yazıyı da benzer bir saik ile yazıyorum. Umarım yanılırım ve bu benim yaşadığım en güzel yanılmalardan birisi olur. Hemen şimdiden söyleyeyim, eğer öyle olur ise özrünü de diler öz eleştirisini de veririm. Ama eğer aksi olursa vebali çok ağır olur ve kimseler ödeyemez.
TIPIŞ TIPIŞ GİTMEYEBİLİR
Neden bahsediyorum, elbette olası bir erken seçimde ya da zamanında bir yapılacak bir seçimde Erdoğan’ın karşısına çıkacak adaydan. Bu öyle çok da sıradan bir seçim değil. Bir meslektaşımın dediği gibi “bütün tuşlara aynı anda basan” ve bu nedenle de makinayı bozmasına ramak kalmış bir iktidar bloğundan bahsediyoruz. Yönetebilme kapasitesi hem bedenen hem aklen hem de ruhen çökmüş bir tek adam yönetiminde yapılması gereken tek şey iki aşamalı bir plan ile yola çıkmak, 1) Seçimi kazanacak bir aday, 2) Kazandıktan sonra görevi alabilecek bir liderlik. İkincisi ile kastettiğim şey Erdoğan rejimimin kolay kolay iktidar bırakmama durumu ile alakalı. Ben bu noktada kitabın başında başlayanlar gibi “tıpış tıpış gider” diyemiyorum. Zira bence kitabın ortasından konuşmak gerekirse istisna durumlar üzerinden meşruiyet sağlayan ve ontolojik güvenlik kaygıları yaşayan siyasal bir varlığın düzene doğrudan uymasını beklememelisiniz. Dahası SADAT, Ankara Keçiören, Balgat semtlerinde silahlanan kimi gruplar ya da bozkurt işareti yapan polis gücü ile 2016 sonrasında sadece biliyormuş taklidi yaptığımız ordunun kesişiminin ne yapacağını masa başında anlayamayız. Ancak bu bence bugünün konusu değil, bugünden yarına geçerken konuşacağımız bir konu.
TARİH TEKERRÜR ETMESİN!
2005 ya da 2006 yılları olsa gerek DSP’de yıllarca üst düzey görevlerde bulunmuş, parlamentoda yer almış, sonralarında da o cenah için akil adamlardan birisi olmuş usta bir siyasetçiden Ahmet Necdet Sezer’in nasıl Cumhurbaşkanı adayı olduğunun hikayesini dinlemiştim. Üniversite mezunu olmayan Bülent Ecevit iki gerekçe ile o zamanlar adı çok geçen İsmail Cem’in adaylığını karşı çıkmış. Birinci gerekçeyi “ben bakanımın önünde ceket iliklemem” cümlesi ile özetlerken, ikinci gerekçenin ise Cem’in olası Cumhurbaşkanlığı sürecinde hem DSP hem de hükümet politikalarına doğrudan müdahale ihtimalinin Ecevit üzerindeki korkusu olarak anlatmıştı. Bunlar ne kadar doğrudur onu bilemem ama bildiğim bir tek şey var ki İsmail Cem, Sezer’den çok daha iyi bir Cumhurbaşkanı olurdu, ki belki de bugün yaşadıklarımızın bazılarını yaşamazdık. Bana içinden geçtiğimiz süreç sanki biraz tarihin tekerrürü gibi geliyor ve bundan ötürü de kaygı duyuyorum.
KİM ADAY OLMAMALI?
Geçtiğimiz aylarda Merak Akşener’in Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayacağını açıkça ilan etmesi ibreyi doğrudan potansiyel CHP’li adaylara çevirdi. CHP Parti Meclisi üyelerinin bu açıklama üzerine çok açık bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu’nu adaymış gibi lanse etmeleri ise partideki hesapları iyiden iyiye açığa çıkardı. Kuşkusuz başta CHP’yi olabildiğince dönüştüren, sonrasında İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri kazanan ve de son dönemde gündemi belirleyerek AKP’yi iyice köşeye sıkıştıran Kılıçdaroğlu adaylığı fazlası ile hak etmekte. Dahası ben kişisel olarak tek adamlık rejiminden kuvvetler ayrılığına ve parlamenter demokrasiye geçişte onun çok iyi bir hakem rolü üsteneceğinden de eminim. Ancak anketlerde görünen o ki diğer potansiyel adaylardan onu ayıran çok önemli bir fark var. Diğer adaylar, araştırmalara göre, Erdoğan’ı kolayca geçerken Kılıçdaroğlu ya kıl payı fark ile geçiyor ya da Erdoğan’ın biraz gerisinde kalıyor. Bu kanımca “kampanya süreci başlasın iş değişir” ya da “yazın ekonomi daha da kötü olacak ve bu rakamlar yeniden değişecek” denecek basitlikte bir konu değil.
Dahası Kılıçdaroğlu’nun on yıla yakın süredir CHP genel başkanı olduğunu da düşünürsek Millet İttifakı’nın diğer ve de özellikle AKP’den kopan üyelerinin onun için oy istemesi de lazım. Gözünüzün önüne Davutoğlu’nun Konya’da ya da Babacan’ın Tokat’ta Kılıçdaroğlu için oy istediğini ve vatandaşların da buna tepki göstermediğini getirebiliyorsanız amenna Kılıçdaroğlu aday olsun. Ama kanımca bu ve benzeri daha çok neden onu şu anda eşitler arasında arka plana düşürüyor.
NEDEN YAVAŞ YA DA İMAMOĞLU DEĞİL?
Yukarıdaki sorunun Yavaş ayağı görece kolay açıklanabilir. MHP geçmişi nedeni ile Kürtler ile barışamaması ya da hemen hemen hiçbir yüksek politika dediğimiz konudaki fikrini ve de kabiliyetini bilmememiz bu soruya bence yeterli bir cevap niteliğinde. Peki ya İmamoğlu? Neymiş İstanbul belediyesi kaybedilirmiş? Siyasetin doğası riske almak ve de o riski yönetebilmek değil mi? Eğer ne şiş ne de kebap yansın diyorsanız siyaset yapmayın, zorunda da değilsiniz? Ya da diğer bir gerekçe İmamoğlu’nun olası Cumhurbaşkanlığı döneminde yetkilerini sonuna kadar kullanıp parlamenter sisteme geçmeme riski. Bu riskin de çok abartıldığı kanısındayım. Bir koalisyonun bileşkesi olarak o koltuğa oturacak kişi bir şekilde o koalisyon ile uyumlu çalışacaktır, zira kendi kurmadığı sistemin kontrol mekanizmasında aksi halde oturamaz. İmamoğlu genç bir siyasetçi olduğu için CHP’ye ve de hükümet işlerine müdahale ederek işleri daha da karıştırabilir kaygısı. Peki velev ki korkularımız gerçekleşti ve güç devri o kadar da kolay olmadı. O zaman kollarını sıvayacak ve de gençliğimiz var diye haykıracak birine ihtiyacımız yok mu? Peki eğer var ise neden İmamoğlu değil?
VEBALİNİ KİMSE ÖDEYEMEZ
Bu satırları yazarken 1 Pound 13.2 Türk Lirası seviyelerindeydi. Bu yazıyı yazmadan bir gün önce Diyanet “Baldız ile cinsel ilişki” konusunda açıklama yayınladı ve yeni kadro ilanına çıktı. Cezaevlerinden 800’ün üzerinde iki yaşının altında bebek var. Cumhurbaşkanı maaşı 100.000 TL iken Şubat ayında 1.5 yaşında çocukları olan anne ve baba ekonomik sebeplerden dolayı intihar etti. Bir dönem daha bütün bunların uzamasına kim neden olur ise asla ve asla vebalini ödeyemez. Hiç birimiz ödeyemeyiz.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi