Varoluşçuluk üzerine
Edebilik aynı zamanda anlamlılık kavramını da beraberinde getirir. İnsanı anlamlı kılan şey nedir? Evet burası çok kritiktir. İnsanı anlamlı kılan, içinde bulunduğu koşullara göre (rağmen) gösterdiği iradedir.
İnsan mutlak özgürlüğe tutsaktır.
Böyle bir başlıkla yazıya girmenin çok büyük sorumluluk ve cesaret istediğini az çok felsefe üzerine yazanlar ve felsefe üzerine düşünenler bilirler. Çünkü böyle bir yazı bir çok feylosofun sözlerine atıfta bulunmanızı gerektirir. O vakitte anlatmak istediklerinizi tam anlamıyla anlatamama riskiyle karşılaşırsınız. Ama ben bunu yapmayacağım. Varoluşçuluk felsefesine ilişkin varoluşçuluğu en doğru kaynağından yani varoluşçu yazarların kitaplarından okuyabilirsiniz.
Bu kısa bilgilendirmeyi yaptıktan sonra meselenin, yani varoluşçuluk üzerine verilen mücadelenin özüne bölümlemeler halinde inelim. Dahası insanın insan olabilme yolundaki deneyimlerine. İnsan bu dünyaya fırlatıldığı günden itibaren (doğum gününden itibaren) yeryüzünde kendini var etmeye adamış tek canlıdır. İnsan gündelik yaşamın zorunlu akışına karşı bir örgütlenme içine girer. Sahipsiz olanı sahiplenerek büyüyen, her an kırılmaya müsait bu örgütlenme biçimi, gündelik yaşamın tekdüzeliğinde dahi kendini her seferde güneşin her yeni ışığında farklı biçimlerde yeniden yeniden var etmeye uğraşır. Tıpkı Sisifos ve onun kayası gibi. O zaman bizim sormamız gereken soru; asıl değişim nerede olup biter sorusudur? Cevabı yine biz verelim. Gündelik hayatın aşina olunan esrarengiz derinliklerinde. Günümüz edebiyatçıları, film yapımcıları, feylosoflar gerçek büyük bir yaratıcılığın peşine düşerken gündelik hayatın esrarengiz, basit ama aşina derinliğini ne yazık ki gözden kaçırıyorlar. Oysa insan her dakika var olma savaşı verir.
BÖLÜM 1
Diğer canlılar neden-sonuç ilişkisi kuramaz. Mesela bir kuş ya da bir köpek başına gelen talihsiz bir olaydan dolayı neden-sonuç ilişkisi aramaz. Ancak insan doğası gereği başına gelenlere bir anlam yükleme arayışı içine girer. Bu anlam arayışı her zaman reel aklın alacağı şeyler olmayabilir. Örneğin teolojik olarak İbrahim’in kendi çocuğunu kurban etmesi gibi bir varlık-yokluk meselesi olmasaydı bugün İbrahim ekolünden gelen dinlerin hiçbiri olmayabilirdi. Gündelik hayatın yalınlığı, hatta kısır coğrafyalarda tükenmişliği ve çürümüşlüğü içinde kendi çocuğunu kurban etme eylemi aslında bir yok oluştan başka bir varoluşu yaratmaktır. Çünkü döneme göre oğul ailenin kabilenin ve devletin devamı olarak sadece somut bir varlık değil aynı zamanda soyut bir simgedir de. Gelecek oğul üzerinden şekillendirilecektir. İbrahim’in ise kendi halkına geleceği yok etme cesaretini göstermesi halkını bir varlık-yokluk ikilimin de karar vermeye itmiştir.
BÖLÜM 2
Günümüz işçi sınıfının varoluş durumu. İşçi sınıfına yüklenen geçim kaygısını ve haklı olarak geçinmek için daha fazla sömürüyü (devrimci bir alternatif olmadığı müddetçe) göze alışlarının haklı nedenleri (geçim ve yaşam ikilemi) düşünüldüğünde kaygılı yaşamları anlaşılabilir. Buradan bakarak varoluşçuluğu burjuva bireyciliğine indirgemek aslı astarı olmayan tutumdur. (Yazıda işçi sınıfının nitelik ve nicelik tartışmasına girmiyorum çünkü yazının konusu değil) Söylendiği gibi varoluşçuluk anti -proleter değildir. Yani her proleter (beyaz yakalı vb) içinde bulunduğu şartlara karşı büyük bir bulantıyla kendini var etmeye adadığında, uzlaşmaz çelişkinin yani emek ve sermaye-çelişkisin bir tarafı olmak zorundadır. Kendini yeniden tarif etmek, eski sömürü ve yaşam alışkanlıklarına karşı yeni kendini ortaya koymak devrimci ve proleter bir tutumdur. Artık yola çıkılmıştır. Sıra yola çıkacaklara kılavuzluk etme vaktidir.
BÖLÜM 3
İşçi sınıfına inat ise günümüz orta sınıf insanı, kendisini “kentli dini” diyebileceğimiz haz alma isteğiyle bir çok aktiviteye kaptırmış durumda. Bunların en popüleri yoga, çeşitli yardımlaşma vakıflarında görev almak, dağcılık kulüpleri, fotoğrafçılık kulüpleri, dil kursları gibi loncalarda haz arayışına girmektir. “Modern insan” bazen de yardımlaşma vakıfları siyasi partilerin bilmem ne kollarına üye olarak kendi yalnızlığına çözüm aramaktadır. Aslında kendini var etmenin tali yollarına sapmaktadır. O zaman bizim sormamız gereken soru çok basit. İnsan neyin içindedir ve kendini nasıl var etmelidir? Elbette bura da üstün körü geçmeyeceğimiz diğer bir olgu ise MEDYADIR. Etik ve düşünce açısından son derece sığ olan medyamız. Olaylar ve olgular üzerine düşünme fırsatı vermeden pazarlamacı ve işletmeciliği, düşüncenin yapımı olarak kitlelere yedirmeye çalışıyor. Bu yedirme biçimi kitle iletişim kaynakları mobilize edilerek her olgu savaş ya da bir cinayet haberi bireyselleşmiş birbirinden kopmuş yani üzerine düşünülemeyecek olaylar silsilesi haline bürünüyor. Yani iletişim çağında “enformasyon toplumu” dezenformasyon toplumuna dönüşüyor. Öyleyse medyatik söylemle başa çıkmanın sırrı nerede yatıyor? Tek başına başka bir yazının konusu olan medya’yı şimdilik burada noktalıyorum.
SON SÖZ YERİNE
Varoluş özden önce gelir. Bizim gibi kemik varoluşçuların asla esnetmediği bu tez bizim düşmanlarımıza karşı kendi içimizde taşıdığımız en değerli ve en güçlü okumuzdur. O zaman insan özünü aramakla sorumlu bir canlıdır. İnsan kendisine "ol" denene karşı irade üreten canlı olmak zorundadır. Çünkü her “dışarıdan gelen ol” insanı özünden uzaklaştıran yabancı bir cisimdir. Dahası insanın kendisi olabilmesine karşı anti virüstür. Her ol aynı zamanda en yakından gelen tehdittir. Başta feodal ilişkiler olmak üzere. (Aile, akraba, eş, hısım ilişkileri) kültür huzursuzluğundan kaynaklanan üretim ve tüketim ilişkileri de “ol” emri ile alt ve üst kimlikleri yaratır. Ol emri aynı zamanda kurumsaldır. Emre itaat etmek veya karşı durmak; iş verenle işçi arasında, amirle memur arasında, efendiyle köle arasındaki diyalektiği, yok olmayı ya da var olmayı belirler.
Akıl, dünyadaki anlam yitimi nedeni ile herhangi bir zamanda, her şey herkes için geçerli olabilir. Bu kaybolan gerçeğin içinde birey; hiç hesapta olmayan trajik bir olay ile karşı karşıya kalabilir. Absürt kavramı tarih boyunca edebiyatta önemli bir yerde olmuştur. Søren Kierkegaard, Franz Kafka, Fyodor Dostoyevski, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus'a kadar birçok yazar, dünyadaki belirsizleşen gerçeği tanımlayan edebî çalışmalarda bulunmuştur. Edebilik aynı zamanda anlamlılık kavramını da beraberinde getirir. İnsanı anlamlı kılan şey nedir? Evet burası çok kritiktir. İnsanı anlamlı kılan içinde bulunduğu koşullara göre (rağmen) gösterdiği iradedir. (Tıpkı İbrahim gibi) Biz varoluşçular sadece kavramsal kaygılara takılmamalıyız. Aynı zamanda eylemsel de olmak zorundayız. (Yine tıpkı İbrahim gibi) Aksi takdirde entelektüel gevezelik bizi bir yere götürmez. Kendimizi her türlü otoriteden kurtarmakla yükümlü olduğumuzu unutmamak zorundayız, ama her türlü otoriteden ve hegemonyadan.