Varlığını “terörle mücadele” retoriğine borçlu bir rejim!

Abone Ol
Egemen söylem devletin kendi terörünü terör saymaz. Zira, neyin terör, kimin terörist olduğuna devletin adamları, onların akıl hocaları, egemen ideolojiyi/resmî ideolojiyi üretip yayan bilimi kendilerinden menkul zevat, "konunun uzmanı" denilenler karar verir. Bağnaz resmî tarih ve resmî ideoloji rejimin niteliğinin tartışılmasını, bilince çıkarılmasını ve anlaşılmasını engelliyor. Ana okulundan Üniversiteye gençlerin bilinci resmî tarih ve resmî ideoloji yalanlarıyla iğdiş ediliyor. Bu durum köklü bir entelektüel zaaf ortaya çıkarıyor.  Bilinci köreltilmiş insanlar her söylenene inanır hâle geliyor. Osmanlı İmparatorluğunda devlet kutsaldı. Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti denilen Cumhuriyet rejiminde daha da kutsaldır. Devletin kutsal sayıldığı yerde gerisi teferruattır denir. Rejim bidayetten itibaren ırkçı ve mezhepçidir. Resmî ideolojinin tarifini yaptığı insan, soru sorma yeteneğini kaybetmiş insandır. Okullar ve üniversiteler de resmî tarihin ve resmî ideolojinin mayalandırıldığı, özgür düşüncenin boğulduğu kurumlardır. Bu rejim, özgür düşüncenin ve özgür tartışmanın, sanatın ve sanatçının iflah olmaz düşmanıdır. En değerli düşünce ve bilim insanlarını, şairlerini, yazarlarını, sanatçılarını gazetecilerini katletmediği zaman, hapishanelerde çürütmüş, issiz ve aç bırakmış, ilticaya zorlamıştır. İşte ‘modernliğin, çağdaşlığın, ilericiliğin timsali sayılan rejim böyle bir şeydir.    Esasen rejimin bu niteliği, genetiğinde saklı temelli bir kötülüğün doğrudan sonucudur. Anadolu’nun kadim haklarının temizliği üzerine inşa edilmiştir. Emperyalist savaşı fırsata çevirip, Ermenileri, Anadolu ve Pontus Rumlarını Süryanileri, Keldanileri,  katliam ve sürgünlerle bu topraklardan temizlemiştir.  Tartışmasız bir insanlığa karşı suç işlenmiştir. Cumhuriyet rejiminin anti-emperyalist bir ‘kurtuluş savaşının eseri olduğu kabulü tam bir kuyruklu yalandır. Anti-emperyalizm söylemi, resmî tarihin ve resmî ideolojinin bir tevatürüdür.  Türkiye’nin sömürge halklarının kurtuluş mücadelesine esin kaynağı olduğu düşüncesinin de reel bir karşılığı yoktur. Tam tersine, sömürge halklarıyla kolonyalistler-emperyalistler her karşı karşıya geldiğinde Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri hep emperyalist cephe safında yer almıştır Cumhuriyet rejimi için makbul olan, Türk, Müslüman, Hanefi “vatandaştır’. Kürtler asimile edilebilir oldukları düşüncesiyle bidayette temizlik hareketi dışında bırakılmıştır.  Asimilasyona itiraz edince de önce “şaki” sonra da “terörist” sayılmışlar ve gereği yapılmış, yapılmaya devam edilmektedir.  Velhasıl yüzyıl sonra da ‘şark cephesinde yeni bir şey yok!”. Geride kalan yüzyıl, katliamların, baskının, yasakların, inkârın, yok saymanın yüzyılıydı. Alevi düşmanlığı da imparatorluktan mirastır.  Aleviler oldum olası ‘iç düşman’ sayılmışlar ve gereği yapılagelmiştir. Bu sömürü düzeni iç ve dış düşmansız yapamaz.  Zaten dış düşman verilidir.  Sınırların dışındaki tüm halklar ‘düşmanımızdır’. Fakat ‘iç düşmanın’ yaratılması gerekir ve gereği yapılıyor. Son dönemde mülk sahibi sınıflar ve siyasi aktörler için ‘terör’ ve ‘terörle mücadele’ etkili bir yönetim (iktidar) aracına dönüştürüldü.  Kendisi gibi olmayan, farklı olan, farklı düşünen, farklı yaşayan, itiraz eden herkes kolaylıkla “terörist” sayılabiliyor. Burjuva siyaseti toplumu kutuplaştırarak yol alıyor. Toplum ne kadar kutuplaştırılırsa aldatmak, oyalamak, yönetmek o kadar kolaylaşıyor. Muhalif olmak, itiraz etmek “terörist sayılmanın yeterli koşulu. Egemen söylem devletin kendi terörünü terör saymaz. Zira, neyin terör, kimin terörist olduğuna devletin adamları, onların akıl hocaları, egemen ideolojiyi/resmî ideolojiyi üretip yayan bilimi kendilerinden menkul zevat, "konunun uzmanı" denilenler karar verir. Boşuna, "nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir" denmemiştir. Bir devlet ne kadar büyükse ne kadar güçlüyse, tedhiş [terör] uygulama, dayatma potansiyeli de o kadar büyüktür. Şimdilerde terörle mücadelenin sembolü sayılan Amerika Birleşik Devletleri en büyük terörist devlettir. Tabii en büyük teröristin 'terörle mücadelenin sembolü' sayılması da rahatsız edici bir ironidir. ABD'nin İkinci Emperyalist Savaş sonrasında Asya'da, Afrika'da, Latin Amerika'da, Orta-Doğu'da 55-60 milyon insanı hunharca katletmesi 'devlet terörü' değil miydi?
Sadece dinci AKP’den kurtulmak da yeterli olmaz. Rejimi değiştirmek, yeni bir şey yapmak, kapitalizmden çıkmadan mümkün değil. Aksi hâlde sınırlı bir rahatlama sonrasında araç kaldığı yerden yol almaya devam eder.
Neoliberal küreselleşme döneminde, geride kalan yaklaşık 30-40 yılda, terör, terörizm, terörle mücadele söylemi, emperyalist odaklar için devletleri çökertmenin (regime change- rejim değiştirmek diyorlar.), halk düşmanı rejimler için de muhalefeti etkisizleştirmenin, hak, özgürlük, eşitlik taleplerini etkisizleştirmenin, devlet terör rejimini dayatmanın etkili bir aracı hâline geldi. “Uluslararası hukuku by/pass etmek kolaylaştı.  Asıl önemlisi, evrensel bir hak olması gereken direnme hakkı da yok sayılıyor.  Elbette yok saymak yok etmek değildir. Burjuva siyaseti toplumu kutuplaştırarak yol alıyor. Bir toplum ne kadar kutuplaştırılır, hasım kamplara ayrılırsa, burjuva siyasetçilerinin işi o kadar kolaylaşıyor. Böylece ‘asıl sorunlar’ gündem dışına atılabiliyor.  Türkiye bu konuda önemli bir örnek sayılabilir.  Dinci AKP’nin elinde ‘terör ve terörist’, “terör’le mücadele” söylemi dışında bir koz yok. Söyleyecek sözü yok.  Muhalefeti topluca terörist ilan ediyor. Öyle ya, eğer bir “beka sorunu” varsa, ülke teröristler tarafından kuşatılmışsa, açlık, yoksulluk, işsizlik, sefalet, doğa yağması gibi sorunları gündeme getirmenin, teröristlerin ekmeğine yağ sürmenin ne alemi var? AKP’nin Türkiye’yi bir İslam Emirliği yapmak gibi bir niyeti ve perspektifi var. Eğer başarabilirse, ilelebet iktidar olacaklarını düşünüyorlar. Hesap ona göre yapılmış görünüyor ama aç tavuğun kendini darı ambarında görmesinin reel bir karşılığı yoktur. Önümüzdeki seçimler bu yüzden kritik öneme sahip.  Aksi hâlde iş daha da zora girecek. Fakat sadece dinci AKP’den kurtulmak da yeterli olmaz. Rejimi değiştirmek, yeni bir şey yapmak, kapitalizmden çıkmadan mümkün değil. Aksi hâlde sınırlı bir rahatlama sonrasında araç kaldığı yerden yol almaya devam eder. Kapitalizm bir sürdürülemezlik durumu, bir uygarlık krizi ortaya çıkarmışken, artık eski kafayla, eski yöntem ve araçlarla yol alma imkânı ortadan kalkmış bulunuyor. Vakitlice perspektifi ve paradigmayı değiştirmek gerekiyor, üstelik zaman da daralıyor. Aksi hâlde insanlığın ve uygarlığın bir geleceği olmayabilir.  Velhasıl, ‘ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir’ denmiştir.