Pazar Politik Gündem

Uyuyan dev uyandı: Hayır, Rusya’dan bahsetmiyorum

Abone Ol
Rusya’nın Ukrayna işgalinin hem Rusya hem de Batı açısından uzun ve kısa vadede büyük sonuçları olacak. Stratejist Derin Koçer bu sonuçların ne olduğunu yazdı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin uzun vadeli düşünme becerisi olan bir strateji dehası değil; Batı’nın verdiği açıkları değerlendirmeyi bilen bir fırsatçı diktatör. 2008’de Gürcistan’a, 2014’te Kırım’a ve son yıllarda Suriye’ye saldırması da bu fırsatçılığın sonucuydu. Şüphesiz ki Putin, yanına kâr kalan bütün bu suçlarından feyz alarak, Batı’nın kurduğu dünya düzeninin ‘sonunun geldiğini’ söyleyebiliyordu. Fakat bu defa, Ukrayna’yı işgale kalkışarak, uyuyan devi uyandırdı. Ve o dev, dünya ekonomisinde anca İspanya’yla yarışabilen ve petrol ile doğalgaz haricinde hemen hiçbir şey üretmeyen Rusya değil; yıllardır onun kural tanımaz, hoyrat ve saldırgan politikalarına göz yuman Batı dünyası. Hayat, Putin için, bundan sonra eskisi gibi kolay olmayacak. ‘Putin’in Savaşı’nın tarihi yazılırken, büyük ihtimalle Rus liderin ve yakın çevresindeki güvenlik bürokrasisinin hesap hataları bu hikâyenin önemli bir parçası olacak. Zira öyle anlaşılıyor ki Putin Rejimi, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodymyr Zelenskyy’nin -eski Rus kuklaları gibi- savaşmayı değil kaçmayı tercih edeceğini; kaçmasa bile hükümetinin hızla yıkılıp, Ukrayna ordusunun kendisinden katbekat güçlü Ruslara karşı direnme iradesi göstermeyeceğini; Kiev’e giren sabotaj timlerinin Zelenskyy’den kurtulmaya yeteceğini; bütün bunlar olmasa dahi Rus ordusunun hızla başkenti alıp, rejimi devirebileceğini; milletin işgalcilere karşı durmayacağını, yani kısaca Putin kuklası bir hükümetin hızla Ukrayna’nın başına geçebileceğini zannetti. Hepsinde yanıldı. Şimdi Putin’in işgalci ordusu, kötü planlanmış bir işgal girişimini sürekli benzini biten araçlar, savaşta gönlü olmayan askerler ve Ukrayna’nın süpermarketlerinden yemek temin etmek zorunda kalan birliklerle ilerletmek zorunda. Üstelik Ukrayna’ya giren 200 bine yakın askerin 44 milyonluk ülkeyi zapturapt altında tutması da pek kolay durmuyor. Bosna ve Kosova’da bu görevi üstlenen orduların, yerel nüfusa oranla, 5-6 kat daha yoğun insan gücüne ihtiyaç duymuşlardı. Yani planlanan işgalin, böylesine topyekûn bir kontrol gerektirmeyeceğini tahmin ediyorlardı. Ayrıca Putin, tarihçi Yuval Noah Harari’nin de yazdığı gibi, Ukraynalılara etrafında toplanabilecekleri bir ulus hikâyesini de armağan etmiş oldu: Bugün normal mesleklerini bırakıp orduya katılan ya da büyükşehirlerde sokak birlikleri kuran Ukrayna halkının bir Rus kuklası tarafından yönetilmeyi kabul etmeyeceği açık. Zira aynı halk 2000’lerin başında da 2014’te de Rusya’nın uydusu olmayı reddetti.
Batı ittifakı şu anda, hiç fire vermeden, Rusya’nın karşısında konuşlanmış durumda. Putin’le poz vermeyi güç gösterisi zanneden Avrupalı politikacılar, o fotoğrafları imha etmeye çalışıyorlar.
Putin’in büyük ihtimalle algılayamadığı hakikat de bu zaten: Ukraynalıların iradesi, zorba otokratların hayallerinden güçlü. ABD de rejim değişikliği yapmaya çalıştığı her yerde halkın iradesine tankla karşı gelinemeyeceğini uzun ve pahalı bir yolla öğrendi. Ukraynalıları bir halk, Ukrayna’yı bir devlet olarak görmediği için kendi fantezi dünyasından bu savaşı algılamaya çalıştığını varsayabileceğimiz Putin de bunu öğrenmek zorunda kalabilir. Ukrayna’nın eli tüfekli zorbaya karşı sergilediği direnişin bir diğer sonucuysa, batılı devletlerin on yıllardır gösteremedikleri bir ortak iradeyle bir araya gelip Putin’e haddini bildirmeye kararlı bir duruş göstermeleridir. Şüphesiz ki Putin Rejimi, doğalgazda Rusya’ya bağımlı Avrupa’nın; on yıllardır yatırım yaptığı Putin-dostu beslemelerinin; Rusya’dan ziyade Çin’e odaklanmaya karar vermiş, ‘yorgun’ bir lider tarafından yönetilen ABD’nin bu savaş sürecinde ‘yönetilebilir’ tepkiler vereceğini düşünüyordu. Zira bugüne kadar yaptığı her şeye -en hafif tabiriyle- göz yumuldu. Herkes Putin ile ‘çalışılabileceğini’ düşündü. Fakat Ukrayna’da Zelenskyy’nin ve Ukraynalıların direnişi, bu tek taraflı ahmak flört oyununu bitirdi. Uyuyan dev uyandı. Zira Batı ittifakı şu anda, hiç fire vermeden, Rusya’nın karşısında konuşlanmış durumda. Putin’le poz vermeyi güç gösterisi zanneden Avrupalı politikacılar, o fotoğrafları imha etmeye çalışıyorlar. Bu arada Avrupa Birliği ve NATO da varoluş krizlerini terk edip, tekrardan ortak ülkülerde bir araya geliyor. Öncelikle Batılı devletlerin, Kırım ve Gürcistan’ın işgallerinin aksine, alabildiğine sert bir yaptırım rejimi uyguladığının altını çizmek elzem. Zira Putin’in ‘Rusya Kalesi’ olarak bilinen ve temelde yaptırımlara karşı Ruble’nin değerini korumak için Merkez Bankası’nda yüklü rezerv biriktirmeye dayanan savunma stratejisi boşa düşmüş gibi duruyor. Çünkü, benzerine az rastlanır bir şekilde, Batılı devletler bu rezervleri dondurmuş ve dolayısıyla Ruble’yi stabilize edemez hale getirmiş durumda. İş öyle bir hâl aldı ki; Shell, BP gibi batılı şirketler, zorunda olmamalarına rağmen, Rusya’daki yatırımlarından çıkıyorlar; aynı zamanda SpaceX gibi kimi batılı şirketler ise Ukrayna’nın direnişine maddi ve teknik destek sağlıyorlar. Rusya’nın ülkeyi terk eden yabancı yatırımcılara sunduğu çözüm ise günlerdir Rus Borsasını açmamak. Çaresizliğin resmini kendi kendine çizen bir deha Putin! Ülke battı batacak. Bunun Putin için Rusya’da sert bir karşılığı olacak. Zira her ne kadar kimileri Batı’nın Rus ekonomisini hedef alan yaptırımlarının Rusya halkında ‘bayrağın etrafında kenetlenme’ duygusuna yol açacağını söylüyor olsa da ülkenin yakın geçmişi bu argümana uymuyor. Zira Rusya’da güvenilir kamuoyu yoklamaları yapabilen ender siyaset bilimcilerden Timothy Frye’nin 2014’te Kırım’ın işgalinden sonra yaptığı araştırmaların sonuçları ilginç: Her ne kadar Amerikan-düşmanlığında artış gözlenmiş olsa da toplum, ekonomik sorunlardan doğrudan Putin iktidarını sorumlu tutmuş. Üstelik bu, ülkenin çoğunluğunun destek verdiği Kırım politikasının sonucu. Aynı dönemde Ukrayna ile olası bir topyekûn savaşı destekleyenlerin oranı ise sadece yüzde 15 imiş. Bugün Rus televizyonlarında sadece Doğu Ukrayna’daki Rusça konuşan halkı ‘Nazilerden korumak’ için ‘operasyon’ düzenlendiğini söylemelerine şaşırmamak lazım. Popüler olmayan bir savaş yüzünden batacak Ruslar. Öte yandan, Almanya’da hiçbir devrimci değişim vaat etmeyerek seçim kazanan sosyal demokrat Başbakan Olaf Scholz, ülkesinin son 30 yılının belki de en devrimci çıkışını bu savaşın ilk haftasında yaptı ve Almanya’yı tekrardan bir askeri güç olarak inşa edeceklerini duyurdu. Bu büyük bir devrimciliktir zira İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da barış, savunma bütçelerini minimumda tutan Avrupalı devletlerin güvenliğini ABD’nin garanti etmesiyle sağlanmıştır. Almanya da, savaşın tarihi bir sonucu olarak, güçlü bir ordu kurmamıştır. Neticede Alman hükümetleri zorba rejimlerle ortak iş yaparak, Kırım ya da Gürcistan’da olduğu gibi saldırganlıklara göz yumarak, sadece -kendi çıkarlarını koruyan- ekonomik ilişkileri dış politikalarının merkezine koymuştur. Fakat Scholz, ülke ekonomisinin yüzde 2’sini savunmaya yatırmayı vaat ediyor ki bu, kısa zamanda, Almanya’nın Avrupa’nın en kudretli askeri gücüne dönüşeceği anlamına gelir. Üstelik Alman halkı da birkaç hafta öncesine kadar kimsenin dile getirmediği bu devrimci politikaların arkasında duruyor. Yakında Fransa’nın da Avrupa Birliği içerisinde ortak savunma politikaları geliştirilmesi için bastıracağı muhakkaktır. Odağı asıl rakibi Çin’e dönen ABD’nin de Avrupa’da barışın garantörlüğünü, Avrupalıları bırakmaya sıcak bakacağı düşünülebilir.
Ayrıca Batı’nın çekimserliğine güvenen Putin, Finlandiya ve İsviçre’yi bile savaşın karşı cephesinde bir araya getirmeyi başardı. Bu da Rusya için tarihi bir başarısızlık örneğidir.
Yetmezmiş gibi Avrupalı ülkeler, bugüne kadar Putin Rejimi’ne verdikleri en büyük kozu, yani enerjide Rusya’ya bağımlı hâlde yaşamayı da kabul etmeyeceklermiş gibi duruyor. Almanya’nın milyarlarca Euro değerindeki Nord Stream II hattını tereddütsüz iptal etmesi de Scholz’ün, aynı devrimci konuşmanın içinde ‘tamamıyla değişen güvenlik dengesinde’ yeni enerji kaynaklarına yatırım yapmayı vaat etmesi de bunun önemli göstergeleri. Zira Avrupa Birliği de önümüzdeki hafta enerji politikasındaki yeni hedefleri açıklayacak. Putin, kısa vadeli siyasi hedefleri (ve belki de şahsi korkuları) sebebiyle Almanya’nın bütün nükleer enerji üretimini sıfırlayan Şansölye Angela Merkel’i bu günlerde çok özlediğini tahmin etmek güç değil. Ayrıca Batı’nın çekimserliğine güvenen Putin, Finlandiya ve İsviçre’yi bile savaşın karşı cephesinde bir araya getirmeyi başardı. Bu da Rusya için tarihi bir başarısızlık örneğidir zira Uluslararası İlişkiler literatürüne bile geçen ‘Finlandiyalılaşma’, yani Rusya ile Batı arasında tampon bölge olma politikasının sonu gelmiştir. Putin Rejimi, güvenliğini on yıllardır tarafsızlıkta gören bu iki ülkeyi, taraf olmaya ikna etti. Neticede İsviçre oligarklara karşı finansal mücadeleye katılıyor; Finlandiya da bugün Ukrayna’ya silah desteği veriyor ve yakın gelecekte Meclis’inde NATO üyeliğini tartışacak ki toplumun NATO’ya sempatisi, tarihi bir düzeye çıkmış durumda bile. Benzer şekilde bu savaşın Türkiye’ye de etkisinin, son yıllarda uzaklaşılan Batı İttifakı’nın değerini hatırlatması mümkün: Karadeniz’in gittikçe askerileşmesi bölge barışı ve ülkenin güvenliği için hayra alamet değil, neticede. Zira Türkiye’nin Montrö’yü uygulamaya karar vermesi ve İsrail ile yeniden dostane ilişkilere dönme çabası da bu yönde göstergeler. Özellikle Avrupa’nın enerji ihtiyacını yeni yollardan karşılama iradesi, Türkiye için yeni fırsatların kapısını aralayabilir. (Fakat Batı, Türkiye’yle ilişkilerini bir süre daha ‘idare etmeyi’ tercih edecektir.) Son olarak, Rusya’nın karşısına böylesine güçlü ve firesiz dikilen Batılı devletler -bu ortak iradeleri sayesinde- Çin’i de Rusya’nın yanında durmamaya ikna edebilir. Zira Merkez Bankası’nda, tıpkı ‘Rusya Kalesi’nde olduğu gibi, 1.2 trilyon dolar biriktiren (ama bu paranın artık dokunulmaz olmadığını da anlamak zorunda kalan) Çin’in, ekonomik olarak Batı’ya ihtiyaç duyduğu açık.
Neticede Ukrayna’da ne olup biteceğini öngörmek zor ve Ukrayna’dan katbekat güçlü Rus ordusunun ansızın çekilmesini beklemek gerçekçi değil ama bütün bu gelişmelerin sonucunda çok daha güçsüz, yalnız ve yoksul bir Rusya olacak.
Bu birlik Batı’nın Çin ile kurduğu ilişkilerde de ortaya konursa, ülkenin gelecek tahayyülleri de zora girecektir. Dolayısıyla Xi Jingping’in can simidine ihtiyaç duyacağını işgalden sadece birkaç hafta önce Çin devlet başkanıyla yayımladığı ortak bildiriyle açık eden Putin’in derdine Xi de derman olamayacak gibi duruyor. Çin merkezli bankaların finansal yaptırımları benimsemesi ve Çin’in birinci, Rusya’nın en büyük üçüncü hissedarı olduğu Asya Altyapı ve Kalkınma Bankası’nın işgale cevaben Putin Rejimi’yle ilişkilerini dondurması bunun göstergeleri. Xi, Batı’nın kendisine odaklanmak yerine, olabildiğince Putin ile uğraşmasını tercih edecektir. Dolayısıyla Rusya’ya destek de köstek de olmayabilir. Netice itibariyle Ukrayna’da ne olup biteceğini öngörmek zor ve Ukrayna’dan katbekat güçlü Rus ordusunun ansızın kenara çekilmesini beklemek gerçekçi değil ama bütün bu gelişmelerin sonucunda çok daha güçsüz, yalnız ve yoksul bir Rusya olacak. Putin ise kaybedeceği daha ilk günden belli olan bir modern Soğuk Savaş’ı başlatan, beceriksiz bir fırsatçı diktatör olarak anılacak. Öte yandan Batılı devletler, umalım ki kısa zamanda özgür bir Ukrayna’yı da kapsayacak şekilde, Putin gibi otokratların tehditlerine karşı çok daha sağlam durabilecekleri bir dönemi inşa edecekler. Scholz, Parlamento’da yaptığı tarihi konuşmada ‘yeni bir dönemin şafağındayız’ demişti. Haklı: Putin, uyuyan devi uyandırdı. ‘Yani bundan sonra yaşayacağımız dünya, düne kadar aşina olduğumuzla bir olmayacak.’