Hayat pahalılığı enflasyon şoku ile mutfakları adeta cehenneme çeviriyor. Gerçekte yaşanan enflasyonla resmi olarak açıklanan enflasyon da yapılan ücret ayarlamalarında başka bir şok yaratıyor.Vatandaş üzerinde uygulanan deney servet transferi ile de devam ediyor. Otoritenin verdiği emirleri yerine getirme konusunda tereddüt etmeyen ve sadece görevini yaptığını düşünenler durumu kurtarma adına başka bir şokla yoksul ve fakirden alarak zenginin servetine servet katıyorlar. Bu sırada yoksulluğun daha da arttığını, feryatların daha da yüksek sesle çıktığını duyuyoruz. Çıkan bunca ses ya duyulmuyor ya da ekonomi yönetimi hâlâ görevini yaptığını düşünüyor. Şokun şiddeti azaltılmaya çalışıldığında, kur baskılanarak enflasyon kontrol altına alınmaya çalışıldığında bu defa bambaşka bir şokla karşı karşıya kalıyoruz. Artan maliyetler sanayici ve ihracatçının canını yakmaya başladığında diğer odadan sesler gelmeye başlıyor. Feryat figan çıkan seslere rağmen şok uygulanmaya devam ediyor ve bu şokun yıkıcı sonuçları dış ticaret açığının artışında, ihracatın hızının gerilemesinde kendisini gösteriyor. Ortaya çıkan bunca dengesizlik toplumun tüm kesimlerinde sosyal ve ekonomik anlamda önemli yıkımlara sebep oldu. Bu yıkımı ortaya çıkaranlar sadece aldıkları emirleri uyguladıklarını söyleyerek hiçbir sorunlulukları olmadığını söyleyebilirler. Milgram deneyinin gösterdiği en önemli sonucun çok masum bir kişinin bile bir canavara dönüşebileceğidir. Büyük yıkımların ortaya çıkmaması için öncelikle başvurulması gereken nokta kurumsallaşma ve bu kurumsallaşma çerçevesinde kişilerin keyfiyetinden uzak bir yetki sorumluluk çerçevesi çizilmesidir. Bu yetki sorumluluğunun da kötüye kullanılmasının her daim mümkün olduğu düşünülebilir. İşte tam bu noktada, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, denge ve kontrol mekanizmalarının ne kadar önemli olduğu bir defa daha çok açık olarak görülebilir. Ekonomide olmasa bile son günlerde yaşadığımız yargı kararlarının nasıl bir şok oluşturduğu ve toplumda nasıl bir tepki meydana getirdiği çok açıktır. Umarız bu şokların şiddeti her geçen gün artmaz ve Türkiye aklıselimi bularak vatandaşı üzerinde deney uygulamadan mutlu bir ülke olur.
Uygulamalı Milgram deneyi
Milgram’ın deneyi vatandaşlarımızın üzerinde uzun bir süredir uygulanıyor. Ama bu deneyin sonuçlarında zarar görmeyen herhangi bir taraf olmadığını baştan belirtelim. Burada elektrik şoku yerine enflasyon şoku ile halkın dayanma gücü adeta test ediliyor.
Otto Adolf Eichmann 11 Mayıs 1960 tarihinde, ikinci dünya savaşı sırasında insanlığa karşı işlediği suçlardan kaçarak sığındığı Arjantin’den yargılanmak üzere İsrail’e götürüldüğünde büyük bir psikolojik deneyin parçası olacağını muhtemelen aklından geçiremezdi.
Dava süreci boyunca suçlarının büyüklüğünü fark etmemesi ve hiçbir pişmanlık göstermemesi yanında, “Sorumlu liderler ile benim gibi liderler arasında bir sınır çizmeye ihtiyaç vardır, bu nedenle ben sorumlu bir lider değildim ve kendimi suçlu hissetmiyorum” şeklindeki ifadesi, davayı dinleyen Amerikalı sosyal psikolog Stanley Milgram ‘ı harekete geçirdi.
11 Nisan 1961 tarihinde başlayan Eichmann davası Milgram’ın beyninde bir kıvılcım çaktı ve zulüm etmenin, emirleri sorgusuz ve sualsiz yerine getirenlerin sıradan insanlar da olabileceği konusunda bir deney yapmaya karar verdi. Şu temel soruya cevap arıyordu: Sıradan hayat yaşayan zararsız bir insan, kendisi gibi bir insana acı çektirmekte ve zarar vermekte ne kadar ileri gidebilirdi?
Milgram, bunun için iki kişilik bir ekip ve denekten oluşan bir düzenek kurarak şu adımları attı. Deneyde bir adet önlük giymiş deney yöneticisi rolünü oynayan bir işbirlikçi, kura çektirerek kimin öğrenci, kimin denek olacağı belirlenen iki adet öğretmen ve öğrenci. Tabii kura tamamen hileliydi. Yani öğrenci rolünü üstlenen kişi de bu deneyin işbirlikçisiydi. Denek olan öğretmen rolündeki kişi bundan haberdar olmuyordu.
Denek başka bir odada oturtulan öğrenciye bağlanan elektro şok kablolarının bağlanmasına bizzat şahit oluyor ve şokun fiziki etkisini hissetmesi için de deney başlamadan denek olarak seçilen öğretmen rolündeki kişiye 40 voltluk hafif bir şok uygulanıyordu. Öğrenci rolü oynayan işbirlikçi, sandalyesine bağlandıktan sonra diğer odada bulunan denek beyaz önlüğünü giymiş deney yöneticisinin vereceği talimatlar için şok makinesinin başına oturtuluyordu.
Elektrik şoku veren makinanın üzerinde 15 volttan 450 volta kadar kademeler bulunuyor, her bir düğüme üzerinde de elektrik şokunun seviyelerine ilişkin açıklamalar bulunuyordu. Düğmeler 75-120 volt hafif Şiddetli, 135-180 volt şiddetli, 375-420 volt tehlikeli, 435-450 volt dışında herhangi bir yazılı ifade bulunmuyor sadece XXX gibi bir işaretle etiketlendiriliyordu.
Deneklerin çoğuna deneyin sonuçlarından kesinlikle sorumlu tutulmayacakları garantisi veriliyordu. Denekten öğrenciye bir soru sorması isteniyor, verdiği her yanlış cevapta, araştırıcı, yani deney yöneticisinin talimatıyla elektrik şokunu bir üst voltaja artırması isteniyordu. Gerçekte artan herhangi bir şok söz konusu olmuyordu.
Elektrik şiddetine göre yan odadan sesler gelmeye başlıyor, yanlış cevaplar arttıkça öğrenciye daha şiddetli şok veriliyor, sesler daha şiddetli hatta yalvaran bir şekle dönüşüyordu. Deney yöneticisi rolünü oynayan kişi şok vermekte tereddüt eden deneğe önce “Lütfen Devam Et” diye sesleniyor, ardından “Deneye devam etmeniz gerekiyor” şeklinde uyarıda bulunuyor, tereddüt etmesi durumunda “Devam etmeniz çok önemli” deniyordu. En son seviyede hala tereddüt gösteren deneğe “Başka seçeneğiniz yok, devam etmeniz lazım” uyarısı yapılıyordu. Bu son uyarıdan sonra denek deneye devam etmeme kararını verirse deney sonlandırılıyor, diğer durumda ise deneye elektrik şoku 450 volt olana kadar uygulanıyordu.
Milgram’ın yaptığı ilk deney grubundaki 40 denekten 26’sı, yan odadan acı içinde gelen sesleri duydukları hâlde otoriteye itaat ederek 450 volt şok uygulamayı kabul ettiler. İşin daha da düşündürücü olan kısmı deneklerin hiçbiri 300 volt seviyesinden önce deneyi bırakmayı ve iradelerini kullanarak karşıda acı çeken bir insan varken deneyi durdurmayı düşünmediler.
Milgram bu deneyin sonucunda “İtaatin Tehlikeleri – The Perils of Obedience” adlı makalesinde deneklerin kötülük yaptıklarını düşünmediklerini, yapılan züllümün bir parçası olarak kendilerini görmediklerini, sadece görevlerini yaptıklarını düşündüklerini gösteriyor. Diğer yandan da böyle bir sistemin içinde yer alarak büyük bir yıkımın parçası haline gelebileceklerini gözler önüne seriyor.
Ahlakın temel ilkeleri ile çatışan bir hareket yapmaları istendiğinde ve bir otorite tarafından bu emredildiğinde çok az insanın gelen emirlere direnebildiği yapılan araştırmalarla kanıtlanmış. Bu hiyerarşi ve otoritenin emrini yerine getiren kişi yaptıklarından kendini sorumlu tutmuyor ve inisiyatif kullanarak kendi hür iradesiyle hareket edemiyor. Bu kişiler de belli kritik eşikleri geçtiği takdirde her türlü kötülüğü yapmaya hazır hale geliyorlar.
DENEYİ TÜRKİYE BACAĞINDAKİ UYGULANIŞI
Ülkemizde de Milgram’ın yaptığı benzer bir deney vatandaşlarımızın üzerinde oldukça uzun bir süredir uygulanıyor. Ama bu deneyin sonuçlarında zarar görmeyen herhangi bir taraf olmadığını baştan belirtelim. Burada elektrik şoku yerine enflasyon şoku ile halkın dayanma gücü adeta test ediliyor. Ara dönem yapılan ücret ayarlamaları ile şokların etkisi geçici süre hafifletilmeye çalışılıyor ama ekonomi yönetimindekilerin almış oldukları emirleri uygulamaya devam etmeleri ile enflasyon şoku her geçen dönem fiyat artışları ile vatandaşın avazı çıkana kadar feryat ettiği bir hale dönüşüyor.
Hayat pahalılığı enflasyon şoku ile mutfakları adeta cehenneme çeviriyor. Gerçekte yaşanan enflasyonla resmi olarak açıklanan enflasyon da yapılan ücret ayarlamalarında başka bir şok yaratıyor.
Alım gücü düşen anne babalar, çocuklarının zekâ gelişimi için ihtiyaç duyduğu beslenmeyi onlara sunmakta zorlanıyor hatta yerine getiremiyor.