İster Antisemitizm ister cinsiyete dayalı yahut başka bir azınlık grubuna yönelik şiddet dili veya düşmanlık olsun Türkiye’de bu tarz davranışları caydırmaya yönelik başvurulan tek yöntem bu davranışlara ceza vermeye dayanıyor.

Mart ayında Özel Musevi Lisesi ile Üsküdar Amerikan Lisesi arasında oynanan bir spor karşılaşmasında yaşananlar oldukça tartışıldı. Hatırlanacağı üzere, Üsküdar Amerikan Lisesi öğrencilerinin bir kısmı yahut bir oyuncu -olayın değişik versiyonlarını okuduğum için emin olamadım- gol sevinçlerini dile getirmek amacıyla rakiplerine Nazi selamı vermişti. Sevinçlerini göstermek için Yahudilere korkunç acılar vererek, milyonlarcasının ölümünü gerçekleştirmiş ırkçı bir idarenin en bilinen hareketini benimsemeleri, aslında Yahudilere karşı düşmanlık beslediklerini ortaya koydu. Ki buna kabaca Antisemitizm diyoruz.

Aslında Türkiye, spor karşılaşmalarında bu tarz acıtıcı davranışlara hiç yabancı değil. Özellikle futbol karşılaşmalarında gol sevincini kutlarken, rakiplerle alay etmek için onları kadınlaştırmak, dahası kadınlaştırılarak onlara tecavüz edilmesini bir kutlamaya çeviren pratikler sergilemek bugüne değin bir çok derbide görüldü.

Örneğin Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde bir şişme bebeğe Galatasaray üniforması giydirerek, yakmak veya Antalyaspor’un Fenerbahçe’ye her gol attığında “Tecavüz Marşı” adı verilen bir müziğin Antalyaspor yönetimince çalınması gibi örnekler hemen aklıma geliyor. Bunun kökeninde cinsiyetçilikten beslenen, ataerkil bir kültür olduğunu ve bunun aynı zamanda bir şiddet dili olduğunu biliyoruz. Kadınları, kadınlığı erkeklik karşısında değersizleştiren, onlara saldıran bir dil. Kadın düşmanlığı da denebilir.

İster Antisemitizm ister cinsiyete dayalı yahut başka bir azınlık grubuna yönelik şiddet dili veya düşmanlık olsun Türkiye’de bu tarz davranışları caydırmaya yönelik başvurulan tek yöntem bu davranışlara ceza vermeye dayanıyor. Türk Ceza Kanunu’nda ister spor ister başka zamanlarda bu davranışları önlemek için “kamu barışına yönelik suçlar” başlığı altında TCK 216/2’de halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve TCK 215, suçu ve suçluyu övme gibi şikayete bağlı suçlar bulunduğu gibi; 2011 yılında kabul edilmiş olan 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Hakkında Kanun’da da “hakaret içeren tezahürat” başlığı altında spor alanında toplumu din, dil, ırk etnik köken, cinsiyet vs. farklar gözeterek söz ve davranışlarda bulunmanın engellenmesinin istendiğini görmek mümkün.

Bir başka deyişle, spor müsabakalarında böyle sorunlar olduğu ve bunlarla başa çıkmak için bir şeyler yapılmaya çalışıldığı açık. Ancak bu kanuni düzenlemeler davranışın yapılmasını engellemediği gibi, incinen gruplara yönelik bir onarım da yapmıyor. Çünkü sadece bu eylemleri gerçekleştirenleri cezalandırmaya yönelik. Bu suçlardan dolayı uzun cezalar alınmıyor ve ceza evlerindeki doluluk durumu nedeniyle hapse de girilmiyor.

Zaten bunu cezaevine girmelerini yahut uzun cezalar almalarını savunmak için dile getirmiyorum. Tam tersine bu suçlar için öngörülen cezalar, uzlaştırma gibi mağdurun kabul etmesi durumunda failin bir onarım, özür gibi davranışlarda bulunmasını sağlayan seçenekleri de içeriyor. Ama bunlar da bir onarımın gerçekleşmesini sağlayacak şekilde yerine gelmeyebiliyor.

Burada faillerin 18 yaşından küçük olması, haklarında disiplin soruşturması açılsa da hayatlarının baharında olmaları nedeniyle hemen onları cezalandırıcı bir şey yapmaya odaklanılmaması gerektiği ifade edildi. Gerçekten de hayatının baharında sonradan pişman olduğu yanlış bir şey yapmış kim yoktur? Sert şekilde ceza, hata yapıldığında bedel ödetme üstünden bir yerlere varılmayacağı açık. Nitekim yapılan davranışın ağırlığının okul idaresi tarafından hızla fark edilmesi; içinde bulunulan spor yarışmasından hızla çıkılması, rakip okulun öğrenciler ve öğretmenler tarafından ziyaret edilerek, özür dilenmesi gibi onarıcı davranışlar yapılmasını sağladı. Bu bir derbi maçında taraftar gruplarına tepkinizi iletmeniz durumunda, onların söylemesi muhtemel “ne var ki yaptığımızda” tarzı bir davranış sergilenmemiş olması açısından da olumlu.

Ancak bu tarz olayları aynı zamanda bir sorunun işareti olarak görmek, bu tarz ihtilafların tekrarlanmaması bakımından neler yapılabilir düşünmek için de fırsat. Nitekim Türkiye’de soykırım eğitimi verilmesi gerektiği hatta bu eylemi yapan çocukların toplama kamplarını ziyaret etmesi ve sevinçlerini dile getirmek için seçtikleri şeyin gerçekten ne olduğunu görmesi gibi şeyler de söylendi. Gerçekten de Polonya’da Auschwitz-Birkenau ve daha sonra Almanya’nın doğusundaki Buchenwald kamplarını görmüş birisi olarak, bu kampları gören birisinin bir süre kendine gelebilmesinin oldukça zor olduğuna inanıyorum. Bu tecrübeler önleyicilik açısından aslında oldukça önemli.

 
Ortada böyle bir hata olduğunda, sadece kurumsal bir kabul ve sorumluluk alma değil, acıyı veya incinmeyi yaratan kişinin bir giderim için çalışmasına yönelik çaba gösterilmesi de oldukça önemli.

Diğer yandan, ortada böyle bir hata olduğunda, sadece kurumsal bir kabul ve sorumluluk alma değil, acıyı veya incinmeyi yaratan kişinin bir giderim için çalışmasına yönelik çaba gösterilmesi de oldukça önemli. Bu anlamda belki de en etkileyici olacak olan, bu eylemi yapanla buna maruz kalanları ile bir araya getirmek olurdu.

Örneğin bu eylemle karşı karşıya kalan bu sporcu gençler olaydan nasıl etkilendi? Kimlikleri nedeniyle duygusal bir acıyla karşı karşıya kalmış olan bu gençlerin ihtiyaçları ne? Ne olsa mağduriyetleri giderilmiş olurdu? Onlara soruldu mu emin değilim. Bu konuda Türk Yahudi Toplumu adına yapılmış kısa açıklamada daha çok Üsküdar Amerikan Lisesi’ne yönelik bir teşekkür vardı.[1]

Bugüne değin burada bir çok kez ele almış olduğum onarıcı adalet aslında tam da bununla ilgili. Onarıcı adalet, bir eylemden doğan zarar veya zarar riskini, o eylemden etkilenen tarafları bir araya getirerek, bu zarar veya yanlışın onarılmasını konuşmalarını sağlayarak, adalete ulaşmayı hedefler. Bir başka deyişle, bu yaklaşımın ceza yargılamasından en büyük farkı, eylemdeki tüm sorumluluğu “suç işleyen”e atarak; ona bir ceza “keserek”; kanunun uygulanmasıyla adalet otomatikman yerine geliyormuş gibi bakmamaktır.

Bu yaklaşımın okullarda nasıl uygulanabilir olduğuna dair bir eğitim programına birkaç ay önce katıldım. Öğrendiğim en önemli şeylerden biri, okullarda toplumsal davranış kurallarının ihlal edilmesi durumunda, öğrencileri cezalandırmaya dayalı bir mantık izlenmesinin, çocukları korkuya ve konuşmamaya itiyor oluşu. Dolayısıyla, cezalandırıcılıkla Antisemitizm meselesi, kamplarda yaşananlar, Nazi selamının sebep olduğu acı gibi bir çok engellemeye çalıştığımız şey aslında konuşulmaz oluyor.

Türkiye, inşallah 14 Mayıs seçimleriyle yeni bir döneme girecek. Bu yeni dönemde, toplumsal meseleleri ve ilişkileri onarmaya odaklanacağız. Bunun önemli yollarından birisi de bunları bugüne dek olduğu gibi sadece faillere cezalar vermek üstünden değil, özellikle mağdurları dinlemek ve onları onarmak gibi başka mekanizmalar üstünden olmalı.

---

[1] Açıklamanın tümü için bkz: https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/276160-uskudar-amerikan-lisesi-nazi-selami-icin-musevi-lisesi-nden-ozur-diledi