Üreten bir ekonomiden transfer ekonomisine doğru

Abone Ol
Bugünlerde iktidarın görmemizi istemediği gerçekler nelerdir? O kadar çok var ki… Görülmesi istenmeyen sorunlar çok olunca, uygulanan baskılar ve tercih edilen söylemler de o kadar radikal oluyor. Siyasetin kasveti tüm hayatımıza çökmeye başladı. Seçimler yaklaşırken iktidarın taktik hamleleri daha da görünür hale gelmeye başladı. Hatta son zamanlarda yapılan hamlelerin bazıları kamuoyu vicdanında ciddi rahatsızlıklara neden oldu. İktidar uygulamaya koyduğu bazı söylem ve uygulamalarda o kadar ileriye gitti ki, vatandaşın yaşadığı gerçeklerle bağını koparmayı kısmen başardı. Gerçek sorunlar yerine, bunlar görünmesin diye yapılan uygulamalar tartışılır kılındı.  Siyasetin gerçek amaçlarından sapıldı. Siyaset, kitlelerin refaha erişimi için bir araç aslında. Bu refaha erişim mücadelesinde karşılaşılan siyasi ve ekonomik sorunlara çözüm bulma sanatı bir bakıma. Genellikle böyle bir refah arayışında uygulanan politikaların ve elde edilen sonuçların “kapsayıcılığı” siyasetinde meşrutiyet sınırlarını belirlemektedir. Bazen iktidarların izlediği siyaset sadece dar bir kesimin menfaatine yönelik, onların refahını arttırmayı amaçlayan uygulamaları içerebilir. Böyle bir siyasetin dar kapsayıcılığı o iktidarın meşruiyeti ile ilgili sıkıntıların doğmasına yol açabilir. Bu da bu uygulamalardan memnun olmayanlar üzerinde siyasi baskıları beraberinde gündeme getirir.  Ülkemizde son günlerde yaşanılan artan baskıların nedeni büyük ölçüde budur. Elimizde, gideren halkın gerçek sorunlarından uzaklaşan, bırakın o sorunları çözmeyi sorunların kaynağı olan bir iktidar bulunmaktadır. Her geçen gün bu sorunlar artarken, kitlelerin çözüm taleplerini görmezden gelen, vatandaşın gündelik gerçekleriyle bağlarının kopması için giderek çok daha fazla “hamasi” söylemlere başvurup, gerçek ötesi bir dünya yaratmaya çalışan bir iktidar bu. İktidarın kurguladığı bu dünyanın bir parçası olmak istemeyenler için siyasi baskıların arttırıldığı, onların toplum nezdinde görünmez ve itibarsızlaştırıldığı bir dünya aynı zamanda.  Toplumu birleştiren “din” ve “vatanseverlik” gibi kavramların siyasete alet edilip, bir siyasi baskı aracı olarak kullanılması bundandır. Bugünlerde iktidarın görmemizi istemediği gerçekler nelerdir? O kadar çok var ki… Görülmesi istenmeyen sorunlar çok olunca, uygulanan baskılar ve tercih edilen söylemler de o kadar radikal oluyor. Ancak ekonomideki gelişmeler kamuoyu açısından en acil çözüm bekleyen sorunlar bugünlerde. Artan hayat pahalılığı iktidarın bir türlü baş edemediği bir sorun. En basitinden tüm bunlar kitlelerin refahının azalmasına yol açan gelişmeler. Çok fazla da “hamaset” kaldırmayan konular. TÜİK’in en son açıkladığı 2021 yılı Gelir Yaşam Koşulları Araştırması’nın sonuçları son derecede ilginç bazı gelişmelere dikkat çekiyor.  Maalesef ülkemizin gündeminin siyasi konularla aşırı meşgul olması sebebiyle, bu verilerin işaret ettiği gerçekler kamuoyunda tartışılamadı. Aslında hiçbir şekilde gündem bile olamadı. Araştırmanın başlığında yer alan 2021 yılı bu araştırmanın yapıldığı yılı ifade ederken, araştırmada referans alınan gelirler 2020 yılına, yani COVID-19 salgınının geçerli olduğu yıla ait. Dolayısıyla bu araştırmada COVID-19 salgınının ülkemizdeki hanehalklarının gelirlerine yapmış olduğu etkiyi görebilmekteyiz.
Sorunların görünmesini engellemek ve olumsuzlukların yol açacağı toplumsal baskıları yumuşatmak için iktidar giderek daha çok üretimi ve üretenleri cezalandırırken, üretmeyenleri transferlerle ödüllendirmeyi tercih etmektedir.
Detaylı mikro veriler daha elimizde değil maalesef. Bu verilerin elimize geçmesi biraz daha zaman alacak. Ancak en son açıklanan bulgular bile yeterince bilgilendirici.  Sonuçların işaret ettiği iki husus ise son derecede önemli ve iktidarı zorlayıcı özelliğe sahip. Bunlardan ilki genel gelir eşitsizliğinde bu salgın döneminde, az da olsa bir iyileşmenin olmasıdır. 2020 araştırmasında (ki 2019 gelirleri referans alınarak yapılmıştır) Gini katsayısı 0,41 iken, 2021 araştırmasında (ki 2020 gelirleri referans alınmıştır) bu rakam 0,40’dir. Bu düşüşün nedeni salgın döneminde uygulanan tedbirlerin büyük ölçüde düşük gelir gruplarını hedef alması ve onların gelirlerinde göreli olarak düzeltmeyi amaçlamasıdır. Yüksek gelir grupları ise salgının yol açtığı gelir kayıplarına çok daha fazla açık hale gelerek, gelir düzeylerinin düşüp, daha düşük gelir gruplarının gelirlerine yakınsaması bu iyileşmenin kaynağıdır. Yoksa yapısal manada herhangi bir iyileşmenin işareti değildir. Bir yıllık gelişmeyi bir yana bırakırsak, ülkemizdeki gelir dağılımındaki ana eğilimleri dikkate aldığımızda, ekonomimiz açısından çok daha önemli bir husus açığa çıkmaktadır. Kanımca bu da eldeki sınırlı veriden elde edilen diğer bir önemli konudur.
İktidarın görmemizi istemediği de üreten değil, ama tüketen bir ekonomiye evrilen Türkiye ekonomisinin bu özelliğidir.
Toplam hanehalkı gelirleri içinden üretim faktörlerinin aldıkları paylar üç farklı grafikte gösterilmektedir. Bunlardan Grafik 1’de toplam gelirler içinde yüzde 65’civarında bir paya sahip olan ücret ve müteşebbis gelirlerinin payları görülmektedir.  Ücret gelirlerinin 2015-2016 yılına kadar toplam gelirden almış olduğu pay artarken, bu tarihten itibaren azaldığı ve sonra da sabit kaldığı görülüyor. Ancak daha ilginç olanı, müteşebbis gelirlerinin toplam gelirden aldıkları pay sürekli olarak azalmaktadır. Bu önemli bir gelişmedir. Zira müteşebbis gelirleri, diğer gelirlerden farklı olarak doğrudan ekonominin genel durumuna bağlı, doğrudan piyasa tarafından belirlenen gelirlerdir. Bu yüzden de kolayca uygulanan ekonomik politikalarla ilişkilendirilebilir. Öte yandan diğer gelirler ise büyük ölçüde ya müdahale edilen ya da doğrudan kamu otoritesi tarafından belirlenen gelirlerdir. Bu da göstermektedir ki ekonomideki uygulamalar sürekli olarak piyasanın gelir yaratma kabiliyetinde düşüşe yol açmış; bu da müteşebbis gelirlerinin toplam gelir içindeki payının azalmasına neden olmuştur. Grafik 2’de toplam gelirden çok daha düşük düzeyde pay alan diğer gelir kalemleri görülmektedir.  Grafik 2’de de görüldüğü gibi, bu gelir gruplarının paylarında da zaman içinde gözle görülür bir azalma söz konusun. Faiz gelirlerinin yapı 2016 sonrasında artış gösterse de 2020 sonrasında (ki 2019 verileri referans alınarak hesaplanıyor) tekrar azalma eğilimine girmiştir. Gayrimenkul gelirlerindeki hareketlilik ise çok daha sınırlı düzeylerde olmuştur. 2014’e kadar bir düşüş gösterse de sonraki yıllarda yatay bir seyir göstermiştir. Tarımsal gelirler ise, 2011 sonrasında ciddi manada düşüş göstermiştir.
Üretmeden tüketen, bunun içinde elindekini devlet kanalıyla yeniden dağıtıma sokan bir ekonomiye dönüşmüş durumdayız.
Grafik 1 ve Grafik 2’ye dayanarak ekonomide yaratılan değerlerden alınan pay itibariyle üretim faktörlerinin aldıkları paylar gözle görülür derecede azalmıştır. Diğer bir deyişle, ekonomide yaratılan değerlere doğrudan katkı koyan ve o değerlerin üretiminde rol alan faktörler giderek bu üretimden daha az pay alır duruma gelmiştir. Peki, ama eğer ekonomi “sıfır toplamlı bir oyun ise”, üretim faktörlerinin üretimden aldıkları pay azalırken, kimin payı artmış olabilir? Grafik 3 bu sorunun ipuçlarını veriyor. TÜİK’in 6 Mayıs 2022 tarihiden açıkladığı sonuçlara göre, kamu tarafından toplam gelirden yapılan transfer ödemelerin paylarında 2017 sonrasında ciddi artışlar görülüyor. Yapılan sosyal transferlerin payının yüzde 20’leri aşmış. Bu gerçekten son derecede ilginç bir sonuç. Zira transfer ödemeleri bilfiil üretimde rol oynamadan, üretim sürecine katkı koymadan, o üretilen değerlerden pay almak anlamına gelir. Son yıllarda diğer üretim faktörlerinin toplam gelirden aldıkları paylardaki azalışlara rağmen, transfer ödemelerinin payında görülen bu artış, ekonomimizin giderek bir üretim ekonomisinden değerlerin transfer edildiği, yeniden dağıtıldığı bir ekonomiye dönüştüğüne işaret etmektedir.  Yani üretmeden tüketen, bunun içinde elindekini devlet kanalıyla yeniden dağıtıma sokan bir ekonomiye dönüşmüş durumdayız. Bence bu görmemiz gereken bir gerçek. Zira ekonominin bu özelliği sürdürülebilir değil. Sorunların görünmesini engellemek ve olumsuzlukların yol açacağı toplumsal baskıları yumuşatmak için iktidar giderek daha çok üretimi ve üretenleri cezalandırırken, üretmeyenleri transferlerle ödüllendirmeyi tercih etmektedir. Gelir paylarında görülen bu değişim aynı zamanda Türk siyasetinin sıkışmışlığının, sorunlara yönelik çözüm üretememezliğin bir sonucudur. Ayrıca iktidarın görmemizi istemediği de üreten değil, ama tüketen bir ekonomiye evrilen Türkiye ekonomisinin bu özelliğidir.