Loading...
Üniversiteleri cahil vatandaş isteyen akıl kapatır
Yaşanan depremlere “asrın felaketi” değil “asrın ihmalkarlığı” olarak tanımlayan ve bunda hepimizin sorumluluğu olduğunu ifade eden eğitimci ve psikolog Prof. Dr. Üstün Dökmen üniversitelerin kapanmasına da tepkili. Dökmen; “Üniversitelerde yüz yüze eğitime ara vermek, cahil vatandaş isteyen aklın ürünüdür” dedi
Türkiye olarak büyük felaket yaşadık. Ve alınan tedbirlerden birisi üniversitelerin yüz yüze eğitime geçmesi oldu. Bir psikolog, bir eğitmen olarak ne söylersiniz?
Açıkçası bu karar nasıl alındı, neden alındı bilmiyorum ama alınan kararın kimse için makul bir karar olduğunu düşünmüyorum.
Açıkçası kendimi çok kötü hisse diyorum. Üzgünüm, öfkeliyim herkes gibi. Benim mesleğim olduğu için ben kendimi hızla iyileştirebilirim, yani iyi oluş halime katkıda bulunabilirim ama istemiyorum. İyi olmak istemiyorum, isyan etmek istiyorum, sesim çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Enkaz enkaz altında hala insanlarımız varken ben iyi olmak istemiyorum. Ama lütfen sizler iyi olunuz.
Birlikte iyi olmaya çalışalım…
Kesinlikle ama sorumluluklarımızın farkında olarak bunu yapalım. Bakın bu depreme; asrın depremi, asrın afeti diyorlar. Bütün bu tanımlamalar bence yanlış, kötü ve kasıtlı tanımlamalar.
ASRIP DEPREMİ DEĞİL ASRIN İHMALKARLIĞI
Neden?
Çünkü bu tür tanımlamalar, sorunu ve sorumluluğu dışsallaştırıyor. Sorumluluğu ve suçu dışarı atmak, sorumluluğu üstlenmemek demek. Şunu kabul ediyoruz; deprem büyüktü, etkiliydi, yıkıcıydı. Hepsini kabul ederim ama asrın depremi, asrın afeti dememeliyiz. Çünkü bir deprem ilkesiyiz ve deprem öncesinde uyarılar yapıldı, projeler hazırlandı. Peki bir bu depremlere hazırlandık mı?
Ne yazık ki, hazırlanmadık. O zaman asrın afeti demek yerine asrın ihmalkarlığı demek daha doğru geliyor bana. Ve ihmalkarlık hepimizin. Evet ihmalkarlık sadece iktidarın, sadece belediyenin, sadece müteahhitin değil hepimizin.
Önceki yıl korkunç bir yangın felaketi yaşamıştık. O günlerde katıldığım bir TV programında; atanmış bir rektör arkadaşımız “yangın söndürülemiyor çünkü hesapta olmayan rüzgar çıktı” dedi. Peki sorun gerçekten beklenmeyen rüzgar mı?
Sen yangın uçaklarını kullanamamışsın, önceden yeterli tedbir almamışsın; sonra bekleyen rüzgar çıktı diyip sorumluluğu üzerinden atıyorsun. Bu olmaz. Bu tür savunmalar insanları öğrenilmiş çaresizliğe iter. Ki afetlere hazırlık en kötü olasılıkları hesaba katarak yapıldığında anlamlıdır.
Deprem konusunda da, “asrın felaketi” demek, toplumu öğrenilmiş çaresizliğe iter, sorumlu kişileri de sorumluluktan kurtarır. O yüzden buna asrın ihmalkarlığı demek daha doğru. Ve ihmalkarlık hepimizin. Tabi ki, siyasilerin sorumlulukları, sıradan vatandaştan çok daha yüksek ama hepimiz sorumluyuz.
Bakin bundan birkaç yıl önce imar affı çıktı. Siyasi liderler bugün deprem olan iller dahil her ilde; bu imar affıyla şu kadar vatandaşımızın evi affedildi mealen konuşma yaptılar. Şimdi bu affedilen evlerin durumu nedir? Ne kadarı yıkılmıştır, ne kadarı ayaktadır? Bu da siyasilerin sorumluluğunu göstermesi açısından önemlidir.
AFFEDİLEN BİNALARIN MUHTEMELEN HEPSİ ÇÖKTÜ
Siz imar affı diyince hemen şunu ifade edeyim; Şu anda Meclis’te BBP lideri Mustafa Destici’nin imzasıyla verilmiş bir imar affı önerisi var…
Umarım bu gerçek değildir.
Ne yazık ki gerçek…
O zaman umalım gündeme alınmasın.
Umalım…
İmar affı ile devlet kaçak binaları affedebilir ama doğa bu binaları affetmez. Deprem bunları affetmez. Açıkçası gördük ki, deprem konusunda yapılan tüm uyarılara rağmen hiç bir hazırlık yapılmamış. Bakın Ankara için kar yağma olasılığı olduğunda ana yollarda kar yağışı başlamadan önce kar küreme araçları, kepçeler konuşlanıyor. Bakın bu kar yağışı olasılığına karşı tedbir almaktır. Yani belediye şunu demiyor; kar yağsın, kepçeleri sonra yola çıkarır, yolları temizleri demiyor. Kepçeyi geceden koyuyor oraya. Tedbir budur.
Bu depremde gördük ki, 1999’dan bu yana hiçbir tedbir almamışız…
Ne yazık ki. Şunu hatırlayalım; ülkemizin ve dünyanın en önemli sorunu dürüstlük eksikliğidir. Türkiye’nin buna ek olarak pozitif bilime değer vermeme sorunu var. Dürüst değiliz, pozitif bilme, bilim insanlarına önem vermiyoruz. Bakın Prof. Naci Görür, 2020 Ocak sonundan itibaren Maraş konusunda Türkiye’yi uyardı. Pazarcık dedi, deprem geliyor dedi. Kim dinledi, kim uyarılarını dikkate aldı?
Neredeyse kimse. Bu açıdan sadece yöneticiler değil hepimizi sorumluyuz. Oysa bizim deprem geliyor diye, kıyameti koparmamız lazımdı.
Milyonlarca lira para verip ev alıyoruz, baktığımız şey manzarası, oda sayısı. Deprem yönetmeliğine uygun olup olmaması değil. Evi alıp, eve nazar boncuğu, çorap, çocuk papucu vs. asıyoruz. Bizim tedbirimiz bu.
Ne yazık ki, toplum olarak birkaç konu üzerine sessiz bir mubakatımız var.
DÜRÜST OLMAMA KONUSUNDA SESSİZ MUTABAKTIMIZ VAR
Neyin?
Herkes, herkesin ayıbını örtüyor. Kimse geçmişinin hesabını vermeye hazır değil. Dürüst olmama konusunda sanki sessiz bir ortak mutabakatımız var gibi.
Bizi öldüren bina değil. Bizi öldüren dürüst olamayışımız. Ve dürüstlük konusu siyah beyaz gibidir. Az-çok dürüst olmaz. Ya dürüstsündür ya değil. Ya hırsızsındır ya değil. Az hırsız diye bir şey olmaz.
Ve depremin ortaya çıkardığı ağır tablodan hepimiz sorumluyuz. Tabi şu da açık yetkisi en çok olanın sorumluluğu da en fazladır.
CAHİL TOPLUM İSTEYEN ÜNİVERSTE KAPATIR
Gelelim üniversitelerin yüz yüze eğitime geçmesine…
Bu kararın alınmasında, kim, nasıl etkili oldu bilmiyorum ama hatalı bir karardır. Bakın pandemi oldu okulları kapattık, deprem oldu okulları kapattık. Bu olacak iş değil.
Aklıma bundan birkaç yıl önce bir atanmış rektör, bir profesör meslektaşım -keşke benim meslektaşım olmasaydı- şu sözü geldi; “Ben vatandaşın cahil olanının severim” dedi. Neden vatandaşın cahil olanı sevilir? Çünkü, cahil vatandaş koyun gibidir, istediğin tarafa gider.
Bakın pandemi döneminde dünyada okulları en uzun kapatan ikinci ülke olduk. Bir nesil gitti gerçekten. Şimdi mühendislik fakültesinde, tıp fakültesinde okuyanlar inşaat görmeden, kadavra görmeden doktor ve mühendis olacaklar.
Bu karar, bu bir ülkeyi cahil bırakma projesinden başka bir şey olamaz. Olmaz böyle bir şey. Peki gerekçe nedir? Yurtlarda depremzedeler kalacak. Peki yurtların koşul ve şartları depremzedeler uygun mudur? Aileler yurtlarda nasıl kalacak? Sonuçta depremzedelerin büyük kısmı ailelerden oluşuyor. Onlar için uygun olan yurtlar değil otellerdir. Bu aileleri Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde bulunan otellere yerleştirmek ya da büyükşehirlerdeki boş evlere yerleştirmek yerine yurtlara yerleştirmek, eğitimi sabote etmektir, gençleri cahilleştirmektir.
Bir kez daha ifade edeyim; vatandaşın cahil olanını tercih ediyorsanız, ilk önce aklımıza üniversiteleri kapatmak gelir. Yapılan da o ne yazık ki…
YETKİSİ ÇOK OLAN DAHA ÇOK SORUMLU OLSA DA SORUMLULUK HEPİMZİN
Hepimiz sorumluyuz dediniz, hepimizin ihmalkârlık var dediniz. Açalım mı bunu biraz?
Ben okuyucularımıza eğer görmemişlerse Emin Alper’in Kurak Günler filmini öneriyorum. Filmde genç bir savcıyı, belediye başkanı yemeğe davet ediyor. Savcı kabul etmiyor. Genel kural savcı, hakim zenginlerin davetine gitmez, belediye başkanının, varlıklı kişilerin sofrasına oturmaz. Birkaç kez davet ediyor gitmiyor. Yine o ilçedeki kadın hakim savcıyı ikna etmeye çalışıyor; “İstanbul’da, Ankara’da savcı zengin adamın yemeğine gitmez ama burası küçük bir yer; burada gitmek gerekir” diyor. Bir kere gitti ve o gece bir sürü olay oldu ve savcı dava açamadı. Çünkü savcı da oradaydı.
O yüzden bir insanın ilkelerinden fedakarlık etmemesi önemli. Bakın Hatay’da Erzin Belediye Başkanı Ökkeş Elmasoğlu neler anlatıyor TV’de. İnşaat izni vermediği için insanlar belediye başkanının yüzüne bakmamış. Ama tarih onu haklı çıkardı. Bir bina yıkılmamış, bir insan ölmemiş. Onu gördüğüm yerde elini öpeceğim o belediye başkanının.
Alınmayan tedbirler yüzünden sorumluyuz…
Bakın TV’lerde izliyoruz. Sismik izalatörlerin olduğu binalar sapasağlam ayakta. Bunları binalarda zorunlu hale getirmek zor mu?
Büyükşehirlerimizde 10-20-30 milyona apartman dairesi satılıyor. Ama 500 bin lira sismik izalatör koyulmuyor.
O açıdan sorumluluk sadece siyasilerin, ülkeyi yönetenlerin değil. Burada izin verirseniz bir anımı anlatayım…
Buyrun…
Bundan 7-8 sene önce olabilir. Antalya’da öğretmenlerin katıldığı çok büyük bir seminerdeyiz. Dönemin Milli Eğitim Bakanı da var. Ben orada bir cümle ettim ve mealen dedim ki; bütün Türkiye din ve ahlak dersinden 5 alıyor. Peki bu kadar hırsız, uğursuz, ahlaksız nereden çıkıyor. Bu mealde bir tespitti benimkisi. Bu tespitime o günkü özel okullar genel müdürü Ömer Faruk Yelkenci çok sinirlendi. Ki bu o dönem basına da yansıdı.
Sanırım Van Depremi sonrası bir yıl olmalı. Çünkü Van depremi sonrasında bölgede hırsızlık vs. çok oldu. Şimdi düşünüyorum ve haklıyım. Eğer hepimiz bu dersten 5 alıyorsak ortada sorun var demektir. Bu yıkılan binaların alt katlarındaki kolonları galeri yapmak için kesenleri nasıl affedeceğiz. Bunu denetlemeyeni nasıl affedeceğiz. Düşünün ki, biz de o kolonları kesen de ahlak dersinden 5 almışız. Burada bir terslik var.
ÇOCUKLARIN YANINDA HER ŞEYİ KONUŞMAYIN
Son olarak çocukları nasıl koruyacağız?
Çocukları TV’den gazete haberlerinden uzak tutmak gerekiyor. Ebeveynler çocukların yanında bu tür şeyleri açık açık konuşmamalı.
Fakat ne kadar uzak tutarsanız tutun, biraz büyük olanlar her şeyi öğreniyorlar bir biçimde.
Sadece deprem konusu değil örneğin hayat pahalılığından da bahsetmemek gerekiyor yanlarında. Olumsuz etkileniyorlar. Bu tür şeyler çocuklar için güvensizlik duygusunun oluşmasına yol açıyor. Bunlar gençlerin ve çocukların baş edemeyecekleri, kontrol edemeyecekleri konular.
O BİR MUM HİÇ SÖNMESİN
Son olarak ne söylemek istesiniz?
Evet korkunç bir avıyla karşı karıyayız. Ama şunu da unutmayalım. Halkımız derki, insan bir yakının kaybedince kalbinde 40 mum yanarmış. O 40 mumun acısını içinde hissedermiş birinci gün. İkinci gün bir mum sönermiş 39 mum kalırmış. Üçüncü gün 38 mum. 40. Güne geldiğinde 39 mum sönermiş ama o 40. Mum ömür boyu sönmezmiş. O mum bizi ayakta tutan mumdur. Onu söndürmeyelim.