Üniversitelerdeki depremin Richter ölçeği
Her kriz döneminde ilk olarak eğitimden feragat edilmesi ve yıkık binaların, denetimsiz inşaatların, kolonu kesilmiş zemin katların yarattığı insani trajedinin çözümünde de eğitimden medet umulması kabul edilemez.
Bundan tam bir hafta önce 10 ilde gerçekleşen ve 10 milyondan fazla insanı etkileyen, insanlardan sevdiklerini ve yuvalarını hunharca çekip alan deprem, zaten enkaz altındaki eğitim sistemimiz üzerinde de büyük tahribat doğurdu.
11 Şubat günü yayımlanan Yükseköğretim Kurulu duyurusuyla, ülkemizde tüm üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmesi kararı alındı. KYK yurtlarındaki öğrencilerin bir gecede odalarını boşaltmaları istenirken, mevcut mağduriyetler yeni mağduriyetleri doğurdu.
Bu aşamada evsiz ve kimsesiz kalan depremzedeler için barınma imkanı yaratılması acil ihtiyaçlardan biri. Ancak, üniversitelerin tepeden inme bir kararla uzaktan eğitime zorlanmasına karşı çıkan uzmanların da sıklıkla ifade ettiği gibi, üniversite yurtlarının tümü bu amaca hizmet edecek donanımda zaten değil.
Depremzedelerin boştaki otellere, konaklama tesislerine, misafirhanelere veya toplu konutlara ücretsiz olarak yerleştirilmek yerine doğrudan yurtlara apar topar yerleştirilmesi bu açıdan hatalar zincirinde yeni bir halka olarak görülüyor. Bir sorun çözülmeye çalışılırken sorunlar zincirine bir yenisi daha ekleniyor. Sonra bir yenisi, bir diğeri daha...
Bölgedeki 285 bin kadar üniversite öğrencisinin başka üniversitelerde aynı bölümlerde okuması ve daha nice alternatif çözüm üretme kapasitesinin zayıfladığı bir ortamda, günü kurtarmaya dönük ama geleceği harcayan çözümlere odaklanılıyor. Oysa şu anda ve geçmişte yaşadığımız deprem kabuslarının başlıca sorumlularından biri, eğitimsizlik.
Bilim Akademisi Yönetim Kurulu, 12 Şubat günü yayımladığı basın açıklamasında şunları söylüyor:
“Uzaktan eğitimin öğrenim sürecini ve kalitesini olumsuz etkilediği pandemi dönemindeki deneyimle sabittir. Kaldı ki, depremzede öğrencilerimizin verilecek eğitimden yararlanabileceği şüphelidir. YÖK’ün bu kararı eğitimde fırsat eşitliğini de zedeleyecektir. Eksik eğitimle meslek yetkisi verilen donanımsız mezunlar ülkemize liyakatle hizmet edemeyecektir. Tüm bunların sorumluluğu büyüktür.”
Zaten üç yıllık pandemi sürecinde yıllarca uzaktan eğitim alan mimarların, mühendislerin, tıp öğrencilerinin yetersiz ve niteliksiz şekilde eğitim hayatlarının yarısını bilgisayar başında harcadıkları, sahaya inemedikleri, mesleklerinin gerçeklikleriyle karşılanamadığı düşünüldüğünde, uzaktan eğitimin devam etmesi özellikle laboratuvarlarda, şantiyelerde mesleklerinin uygulama yönünü öğrenmeleri gereken meslek adaylarına büyük bir zarar verecek.
Bu nesilde birçok öğrenci, temel donanımlara sahip olmadan mezun olacak ve içlerinden bazıları belki de yine yanlış, eksik, hatalı binalar inşa edecek. Her eğitim uzaktan yapılamaz. Örneğin mimarlık fakültesinin veya tıp fakültesinin olduğu gibi konservatuvarların da eğitim yöntemi yüz yüzedir.
Öte yandan, üniversitelerin eğitim faaliyetlerini sürdürmesi, salt akademik çizelgenin aksamaması değil, aynı zamanda öğrencilere destek mekanizmalarının da harekete geçirilmesi, bölge için yardım faaliyetlerinin düzenlenmesi, farklı kademelerdeki araştırmacıların disiplinler-ötesi bir şekilde bir araya gelerek depremin psiko-sosyal etkilerini azaltacak bilimsel çözümleri tartışıp uygulamaları için bir fırsat.
Bir diğer deyişle, öğrencileri sosyal hayattan koparttıkça, kantinde oturması, öğretmeniyle birebir dertleşmesi, kütüphaneye gitmesi, arkadaşının omzunda ağlaması gibi rutinleri engellendikçe birçok ruhsal sorunu ve travmayı da tetiklemiş oluyorsunuz. Okul sadece eğitim mekanı değil.
İstanbul Üniversitesi’nden Zahide Ayyıldız, “Ben depremzede öğrencilerimi dersle, üniversiteyle, sosyal sorumlulukla iyileştiririm. Onlar için yorulurum. Bugüne kadar bıkmadan öğrencimden gelen hiçbir şeyi maliyet gibi görmeden yükledim. Bilir benim mezun canlarım. Öğrencimle arama girmeyin. Eğitimime dokunmayın,” diyor.
Sabancı Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nebi Sümer ne güzel diyor: “Pandemide yakın temastan bulaş riski vardı ama şimdi tam tersi, yakın temastan güçlenme etkisi var.” Nebi hoca, insanların öngörülebilirlik hissinin kaybedildiği, günlük hayat rutinlerinin bozulduğu bir ortamda alınan böylesi bir kararın “umutsuzluğu yaygınlaştırma etkisine” karşı uyarıda bulunuyor.
Her kriz döneminde ilk olarak eğitimden feragat edilmesi ve yıkık binaların, denetimsiz inşaatların, kolonu kesilmiş zemin katların yarattığı insani trajedinin çözümünde de eğitimden medet umulması kabul edilemez.
Bilim Akademisi, deprem sonrası olağanüstü koşullarda eğitime sadece kısa süreliğine ara verilmesi ve her bir yüksek öğrenim kurumunun yönetiminin bu süreye kendi koşullarını değerlendirerek karar vermesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor:
“YÖK’ün işlevi deprem bölgesindeki öğrencilerin talep etmeleri durumunda kayıt dondurabilmeleri ve öğretim üyelerinin izinli sayılmaları ya da diğer üniversitelerin imkanlarına göre dağıtılmaları, barındırılmaları ve eğitimlerine devam etmeleri yolunda imkanları araştırmak, koordinasyonu sağlamakla sınırlı olmalıdır.”
Bir diğer deyişle, deprem bölgesindeki üniversiteler için ayrı, diğer bölgeler için ayrı bir hibrit sistem kurgulanabilirdi. Özel ihtiyaçlar ve zorunlulukları dikkate alan bir yüksek öğretim planlaması yapılabilirdi. Depremden etkilenmiş bölgelerde internete erişim ve yıkıntıların arasında tablet ve bilgisayarların da zaten yok olduğu, birçok yurttan internet altyapısının güçlü olmadığı, altı kişilik yurt odasında zaten eğitimin mümkün olamayacağı düşünüldüğünde, fiziksel eksikler de unutulmasın.
Dış Politikada Kadınlar İnisiyatifi'nin basın açıklamasında dikkat çektiği gibi, hepimizin iyileşme sürecinde bilimsel bilginin hayati olduğu bir dönemde, deprem bölgesinden akademik ve idari personel için ücretli izin ve öğrenciler için kayıt dondurma düzenlemeleri veya öğrenci transferi seçenekleri gündeme getirilebilirdi.
Öğretim üyeleri de “Öğrencilerimizi kampüste istiyoruz. Onlarla göz göze, yüz yüze, kah ağlayarak kah dertleşerek ders yapmak istiyoruz,” diyor.
Dolayısıyla, kah bilim çevresi, kah eğitimciler ve ruh sağlığı uzmanları üniversite kampüslerinde öğrencilerin yeniden sosyalleşme ağlarına geri dönerek toplumsal hayatın özellikle şu dönemde canlandırılmasının gençlerin deprem-sonrası olası travma ve stres bozukluklarına karşı ruh sağlıklarını korumak üzere gereken dayanışmayı temin edeceğini vurguluyor.
“Üniversiteye dönebilmek depremden doğrudan etkilenmiş, kayıplar yaşamış gençlerin ruh sağlığını düzeltici etkiler sağlayacaktır,” diyor örneğin çocuk/genç ve yetişkin psikiyatrisi Dr. Yankı Yazgan ve ekliyor: “Bize düşen anaokulundan üniversiteye çocukların ve gençlerin birbirleriyle ve öğretmenleriyle bir arada oldukları yerlerin ruh sağlığında iyileşme alanlarına dönüşmesi için yapabileceklerimizi yapmak olacaktır.”
Ayrıca sadece son iki büyük depremden değil özellikle 1999 büyük depreminden beri geçen son 24 yılda alınan dersler ışığında, en kısa zamanda üniversite binalarının okul yapı analiz raporları hazırlanmalı; olası bir depremde hasar görmesi ve yıkılması ihtimali olan binaların gerekli renovasyon ve güçlendirme çalışmaları gerçekleşmeli.
Üniversitelerin fiziki olarak açılması, hem gençlerin hem de toplumun içinde bulunduğu derin travmayı azaltmada kritik önemde. Ancak fiziki şartların da araya yeniden derin bir unutuş girmeden depreme karşı güçlendirilmesi şart.
Bölge içi ve dışındaki üniversite öğrencilerine de bu süreçte uzman desteğiyle bilimsel, kadercilikten azade bir psikolojik destek verilmesi de gerekiyor. Barınma birincil öncelik ise, ikincil öncelik de hepimizin –öncelikle de çocukların ve gençlerin- ruhsal durumlarının yeniden inşasında ücretsiz ve kapsayıcı bir desteğin sağlanmasıdır.
Afet sonrası travma tedavilerinde uzman çok güçlü ve eğitimli bir bilimsel kadromuz var bu ülkede; ve kriz zamanlarında canla başla birbirimizi sağaltmada her zaman ellerini taşın altına koydular ve koymaya da gönülden razılar. Afetler, toplumların dayanıklılığının sınandığı, sosyal katmanlarda en güçlü yanlarımızın da ortaya çıktığı fırsatlar sunabiliyor.
Yaşadığımız bu insani trajedinin fiziksel ve ruhsal etkilerini birkaç haftada onarmak, ruhumuzu ve acılarımızı sağaltmak imkansız. Kayıplarımız ise asla geri gelmeyecek. Bu süreçte atılan her adımın da, disiplinler-arası şekilde uzmanlardan katılımcı bir ortamda görüş alınarak, uzlaşmacı bir şekilde atılması, hem depremzedelerin hem de öğrencilerin ikincil travmalara maruz kalmasının önünü açacak.
Hepimizin ruh sağlığı ve yaraların sağaltılması için bir arada olmamız, akran sosyalleşmesinin gücünü hissetmemiz gerekiyor. Yıkımın faturasını eğitimle ödememeliyiz. Online eğitim, gerek eğitimde fırsat eşitliğine gerekse sosyalleşme ihtiyaçlarımıza yeni bir fay hattı eklemekten öteye geçmeyecek. Online eğitim kararı bir kez daha ve acilen değerlendirilmeli. Eğer yüz yüze eğitimin önemini vurgulayan uzmanların görüşleri halen önemseniyorsa...
Birliktelik ve dayanışma, sağaltıcıdır. Bir yarayı sarmaya çalışırken başka yaralar açmamalı. Başımıza ne geldiyse eğitimsizlikten, katılımcı karar alma eksikliğinden ve toptancı yaklaşımlardan gelmedi mi zaten?