Loading...
Öğrencinin lise müfredatına ne oranda vakıf olduğunu test sistemi aracılığıyla ölçen giriş sistemi, aslında üniversite öğrencisinde bulunması gereken birçok vasfı ölçemiyor.Bazı öğrenciler, bilahare girdikleri kurum ve alanla barışıyorlar, iyi bir derece ile mezun da olabiliyorlar. Önemli bir bölümü ise fazla gurur duymadığı bir kurumda, fazla yakınlık duymadığı bir alanda öğrenim görüyor. Asgari bir çabayla kayıtsız kaldıkları bir alandaki öğrenimlerini tamamlamayı bekliyorlar. Mezuniyet için öngörülen asgari sürenin bir hayli ötesinde bir sürede mezun olup, iş aramaya başlıyorlar. Bazen iş buluyor, bazen bulamıyorlar. Sık sık da kendilerine uygun gördükleri seviyenin altında ya da yetişmeleri ile bağlantısını kuramadıkları bir işe mecburen giriyorlar. Şu ana kadar olaya öğrenci açısından baktık. Şimdi biraz da girdikleri kurumlar açısında bakalım. Son yıllarda ülkemizde adı üniversite olan kurumların sayısı hızla arttı. Dikkat ederseniz adı üniversite olan dedim, çünkü en azından bir bölümünün üniversite adını taşıması için gerekli bulunabilecek ne akademik kadroları ne kütüphaneleri ne laboratuvarları ne de binaları var. Demokratik siyasetin bir cilvesi olsa gerek, her il bir üniversiteye sahip olmak için bastırıyor ve bir kuruluş kanunu çıkartıyor. Bunu il için bir prestij sorunu olarak görüyorlar. Tabii bunun yanında, üniversite açılırsa memurlar gelir, öğrenciler gelir, iktisadi hayat canlanır, sonra inşaat faaliyeti filan artar gibi bekleyişler de ticaret erbabını harekete sevk ediyor. Hatta, bu faaliyetten ilçeler de nasiplerini alarak, kendilerinde bir fakültenin, hiç olmazsa bir yüksek okulun açılması için yarışıyorlar. Böylece, darmadağınık bir fakülteler ve yüksek okullar konfederasyonu, üniversite adı altında gelişmeye başlıyor. Ancak, işin başlangıç noktası plansız, programsız ve hazırlıksız üniversite açmaya imkân sağlayan siyaset. Son yıllarda bu yaygınlaşma kervanına bir de muhtelif nedenlerle açılan vakıf üniversiteleri katıldı. Bir üniversitenin açılmasına karar verildikten kısa bir süre sonra faaliyete geçmesi bekleniyor. Burada faaliyete geçmekten kast edilen öğrenci almaya başlamak. Çoğu zaman az sayıda hoca çok sayıda dersi vermeye çalışıyor, hocalar bildikleri yanında az bildikleri veya bilmedikleri konularda da ders vermeye başlıyorlar. Ders yükünü ağırlığı hem hazırlanmalarını hem de kendilerini yetiştirmelerini engeller duruma geliyor. Ders vermek öğrenci yetiştirmeyi amaçlayan bir faaliyet olmaktan uzaklaşarak, yerine getirilmesi gereken bir mecburiyete dönüşüyor. Hocası bulunmayan dersler için kent veya kasabadaki kabiliyetlerden yararlanılması cihetine gidiliyor. Örneğin hukuk derslerinde avukatlardan ve yargıçlardan, teknik konularda mühendislerden, kamu yönetiminde yüksek dereceli memurlardan, tıpta doktorlardan, dişçilerden, eczacılıkta mahallenin eczacılarından yararlanılıyor. Böylece sistemden, felsefeden yoksun bir öğretim yerleşmeye başlıyor. Buna bir de gelişmenin kurulması nispeten kolay alanlarda gerçekleştiğini eklemek gerekiyor. Çoğu zaman ilk kurulan fakültelerin iktisadi idari bilimler ve ilahiyat fakülteleri olması tesadüf değil. Kuruluşu sağlam olmayan kurumların daha sonra kendilerini geliştirmeleri, iyileştirmeleri çok zor. Bunu bizzat tüm yüksek öğretim kurumlarını eşitmiş gibi kabul eden yüksek öğretim sistemi teşvik ediyor. Örneğin en hazırlıksız kurumların, ihtiyacımız var gerekçeleriyle itinasızca terfi eden kadroları tüm üniversite sisteminin içinde yer aldığı doçentlik jürilerinde yer alıyor ve çok daha güçlü yetişmiş kişilerin terfiinde söz sahibi olabiliyorlar. Son yıllarda bir de üniversitelerin iktidarın anlayışına uygun adam yetiştirmesi, iktidarın anlayışını paylaşan kadrolar tarafından yönetilmesinin benimsenmesi, böylece üniversitelerin fikir çoğulculuğunun esas, aykırı düşüncelerin ifadesinin tabii karşılanması gereken yerler olmaktan uzaklaştırılması, yüksek öğretim kurumlarının daha nitelikli bir konuma ilerleme arayışlarını iyice durdurmuştur. Şu anda yeni kurumların ilerlemesi bir yana, uluslararası alanda konumlanmış az sayıda eski üniversitemizin gerilemesi olayı ile karşı karşıyayız.
Kuruluşu sağlam olmayan kurumların daha sonra kendilerini geliştirmeleri, iyileştirmeleri çok zor. Bunu bizzat tüm yüksek öğretim kurumlarını eşitmiş gibi kabul eden yüksek öğretim sistemi teşvik ediyor.Bu koşullar karşısında, yeni açılan okulların mezunlarını parlak imkânların beklememesine şaşmamak gerek. Bilmiyorum, iktidar değişecek olursa, yeni hükümetler yüksek öğretim konularının üzerine eğilmeğe vakit bulacaklar mı, yoksa daha kısa vadeli sorunlarla uğraşmaktan yüksek öğretimin düzeltilmesi bir başka bahara mı kalacak ve kurumlarımız üniversite öğrenimi gördüğünü düşünen ama karma karışık ve ne işe yarayacağı belli olmayan bir öğrenim gören işsiz adayı yetiştirmeye devam mı edecekler?