Ünal Çeviköz yazdı | Nasıl bir dış politika?

Abone Ol
Cemal Kaşıkçı'nın hazin katli, özünde Vahabilik ile Müslüman Kardeşler çatışmasının bir insanın vahşice yok edilmesi şeklinde ifadesini bulan bir terör cinayetidir. Ancak Türkiye için daha vahim olanı, Türkiye'nin 1963 tarihli Konsolosluk İlişkilerini düzenleyen Viyana Sözleşmesi'nin uygulanması konusunda bir zaafiyet içine düştüğü görüntüsüdür. Türkiye, Kaşıkçı'nın öldürülüşü ile ilgili tüyler ürpertici ses kayıtlarına sahip olduğu iddiaları yüzünden, ülkede zaten yok edildiği düşünülen basın özgürlüğünün, gerektiğinde pek ala devlet sırlarının ifşa edilmesi sonucunu dahi doğurabilecek şekilde maniple edildiği zannıyla şüphe altındadır. Öte yandan Türkiye'nin, içinde bulunduğu ve artık dünyada duymayanın kalmadığı ekonomik sıkıntılarına çare olabileceği umuduyla, Suudi Arabistan yönetimini bu konuda fazla rahatsız etmemek için Viyana Konsolosluk Sözleşmesi'nden doğan hak ve yükümlülüklerini de yerine getirmediği algısı yayılmıştır. Türkiye'nin Ortadoğu politikasında ivedilikle değişmesi gereken üç temel politika uygulaması var: İdeolojik dış politikadan derhal arınarak tarafsızlık ilkesini yeniden kucaklamak; çatışmacı çözüm yaklaşımından derhal vazgeçerek bölge halklarıyla kucaklaşan barışçı bir dış politika uygulamasına geri dönmek; kutuplaştırıcı yaklaşımlardan arınmış, bütünleştirici ve birleştirici projeler üretmek suretiyle bölgesel sahiplenmeyi güçlendirmek. Türkiye, bu üç ilkeye dayalı bir dış politika anlayışı ile Ortadoğu'da yol almak istediği takdirde "değerli yalnızlık" olarak adlandırılan sözde teselliden de kurtulacak ve bölgenin kendi ayakları üzerinde durabileceği güçlü bir sahiplenmeye ön ayak olabilecektir. İşte bütün mesele de budur; Ortadoğu'nun birbirleriyle rekabet içinde yıpranan "bölgesel güç"lere değil, kendi içinde kendini sahiplenen bir "güçlü bölge" olmaya ihtiyacı vardır. Böyle bir güçlü bölge yaratabilmenin ilk adımlarını atmak için Türkiye'nin Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) adı altında bir girişime ön ayak olması gerekir. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ortaya attığı bu barış ve işbirliği fikri, bugün için bölgede süren çatışmalar, sınır ötesi ihtilaflar, iç savaş ve mülteci sorunları ile tam bir cadı kazanına dönen Ortadoğu görüntüsüne rağmen gerçekçilikten uzak bir düşünce değildir. Önemli olan, bu fikrin üzerinde samimiyet ve inandırıcı bir ısrarlarla durmak, bu fikri başta Türkiye'nin üç sınır komşusu olan İran, Irak ve Suriye ile şeffaf bir şekilde paylaşabilmek, tartışabilmektir. Ortadoğu'da yeni bir örgütlenmeye, barışı kurmak ve yaygınlaştırmak için yeni girişimlere ihtiyaç olduğu fikri bir süredir dile getiriliyor. İleri sürülen fikirler arasında bir "Arap NATO'su"ndan söz edilmesi, teşhisin yanlış yapıldığını, dolayısıyla tedavinin de yanlış yerde arandığını gösteriyor. Ortadoğu'da bir "ortak savunma örgütü”ne değil, "ortak güvenlik" anlayışına dayalı, işbirliği ve bölgesel sahiplenmeye ihtiyaç vardır. OBİT önerisi ile başlatılmak istenen de bölgesel sahiplenme ile barışa açılan kapıyı aralama sürecidir. Türkiye, dış politikasında bocalıyor, bocaladıkça uluslararası ortamda itibarını kaybediyor, kaybettikçe de hata üzerine hata yapmaya devam ediyor. Ortadoğu gibi uluslararası ilişkilerin en önemli sorunlarının iri bir yumak haline geldiği, dış güçlerin müdahaleleriyle bu yumağın çözümü neredeyse imkansız bir kördüğüme dönüştüğü bir bölgede Türkiye sorunların çözümüne değil, sorunların kemikleşmesine katkı sağlayan bir ülke haline gelmiştir. Bölgesel iyi komşuluk politikalarını geliştirmek, tarafsız ve adil bir yaklaşım yerine dar görüşlü mezhep kavgaları içinde taraf tutan bir aktör olarak algılanır hale gelmek Türkiye’nin Ortadoğu’daki en önemli hatasıdır. Başta Mısır ve İsrail olmak üzere, bölgenin beş önemli ülkesinde Büyükelçi bulunduramayan, bu nedenle de Doğu Akdeniz’deki bütün dengelerin aleyhine gelişmesine yol açan Türkiye’nin şimdi önünde önemli bir sınav var: Suudi Arabistan’ın Türkiye’nin güvenilirliğini sıfırlayan Konsolosluk cinayeti üzerine Türkiye nasıl bir adım atacaktır? Uluslararası toplumun hemen her üyesinin gösterdiği tepkilerle uyumlu olarak Suudi Arabistan ile olan ilişkilere daha mesafeli bir yaklaşım ve tepkisini dile getiren bir adım mı, yoksa çifte standarda örnek olarak görülecek, finansman odaklı, insan yaşamını hiçe sayan bir adım mı? Ortadoğu Türkiye ile ayağa kalkacak ise, doğru olan birinci yaklaşımdır.