Ancak sorunu ne kadar çok düşünürse ne kadar çok tartışırsa kişi çözümden o kadar uzaklaşacaktır. Burada yapılması gereken en değerli şey sanırım sorunu ortadan kaldıracak çözümlere odaklanmak...Tartıştığımız konular hep aynı ve değişmiyor. Tartışmaktan yorulmuyoruz bu benzer konuları. Herkes birbirini ikna etmeye ve kendi safına çekmeye ve taraftarını artırmaya çalışıyor. Ama hiç kimse sorunları gerçekten dinleyerek onlara çözüm bulmaya çalışmıyor. Sorunun çözümü nereden ve kimden geldiğine bağlı burada. “Eğer bizdense çözelim bizden değilse canı cehenneme” mantığı hâkim... Tartıştığımız sorunlar ve konular 100 yıldır aynı olduğuna göre, bundan sonraki 100 yılda da aynı olur mu? Muhtemelen… Elbette insanlar karşılaştıkları sorunlarla ilgili bütün enerjilerini var olan soruna belirli bir zaman odaklarsa o sorunu çözebilir. Ancak sorunu ne kadar çok düşünürse ne kadar çok tartışırsa kişi çözümden o kadar uzaklaşacaktır. Burada yapılması gereken en değerli şey sanırım sorunu ortadan kaldıracak çözümlere odaklanmak... Bunu başarabildiğiniz zaman sorunun üstüne çıkar ve geniş bir bakış açısı kazanmış olursunuz. Einstein’ın “Hiçbir sorun onu yaratan bilinç düzeyi ile çözülemez” ifadesi o kadar haklı ki. Çözemiyoruz da… Bu nedenle sorunun çözümü için farklı bir bilinç düzeyine çıkmak şart. Sonuç olarak insan dikkatini sorundan çözüme çevirdiğinde çözüm adına ilk ve sağlam adımı atmıştır.
Umut ve ümit
Tartıştığımız konular hep aynı ve değişmiyor. Tartışmaktan yorulmuyoruz bu benzer konuları. Herkes birbirini ikna etmeye ve kendi safına çekmeye ve taraftarını artırmaya çalışıyor. Ama hiç kimse sorunları gerçekten dinleyerek onlara çözüm bulmaya çalışmıyor.
Birkaç hafta önce gazeteci ve yazar bir grup arkadaşımla Yıldız Parkı içinde bulunan Çadır Köşkünde sohbet ediyoruz. Ortalama yaş 55-60 aralığındaydı. Belki içlerinde en genç olanı ben sayılırdım. Sohbetimizin temel bir konusu yoktu. Ancak neyi tartışırsanız tartışın Türkiye’de yapmış olduğunuz herhangi bir meselenin sonu siyasetle bitiyor.
Bu can sıkıcı bir durum. O gün de yine öyle oldu ve medya, siyaset, iktidar ve muhalefet başlıkları ile derin bir tartışma başladı (konuşma değil tartışma). Medyanın içine düştüğü çukurdan, siyasetin yalanlarına, iktidar hırsının ülkeyi getirdiği durumdan muhalefetin başarısızlıklarına neredeyse her konu havada uçuştu.
Kimisi halkı suçladı ve bunu hak ettiğimizi ifade ediyor kimisi ise muhalefete suçu atıyordu. Kim suçluydu veya kimler suçluydu bu konuda? Toplum olarak konuşmalarımızın hepsi neden siyasetle bitiyor? Hayata dair bütün yollar neden siyasete çıkıyor? Sanat, kültür, resim, şiir, sinema, farklı kültürler, gezi, seyahat, yeni rotalar, yeni lezzetler, yeni ülkelere gitmek, tiyatro, kitap ve daha birçok şey neden gündemimizde asla olmuyor?
Dedelerim benim bugün tartıştığım sorunları yaşamış ve çözülmemiş. Babam da dedemin yaşadığı sorunları devralmış ve yine bugün çözülmemiş. Ben de babamdan ve dedemden kalan sorunları büyüyerek devraldım ve hala çözülmedi. Muhtemelen bizim çocuklarımız da bizden aldıkları sorunları çözemeyecek ve geleceğe devredecek.
Bu toprakların kaderinde hep bir ümit var oldu. Ama o ümit sadece bir ümit olarak var oldu. O ümit hiçbir zaman bir umuda dönüşmedi. Burada bir kavramsal illüzyon mu var nedir bilmiyorum. Zira o bir türlü gerçekleşmeyen ümit bizi bugünlere getirdi. Bundan sonraki nesilleri de mutsuz, yoksul, amaçsız, belirsiz, karamsar bir biçimde geleceğe götürecek.