Ülkemizin kolonları

Abone Ol
Binaları yıkan, insanları ve hayvanları öldüren, hayatlarımızı yerle bir eden şey depremler değil deprem gibi felaketlere karşı bir türlü cehalete değil de bilime emanet etmediğimiz ülke yönetimimizdir.

Loading...

Deprem, bir arada yaşıyor oluşumuzun farkında olmadan dayandığımız kadim temeli, ülkemizin temelini, bir kez daha hatırlatıyor her birimize. Çünkü kentlerimiz sarsıldığında, günübirlik varoluşlarımızın en arkaik temelleri de sarsılıyor -ve birden hatırlıyoruz niçin birlikte bir arada yaşıyor olduğumuzu, niçin birlikte bir arada yaşamak zorunda olduğumuzu. Deprem haberleri ulaştığında, yardım çığlıklarına yanıt vermenin doğru yolu üzerinde düşünmeye başladık hemen: şimdi ne yapabiliriz? diye. Önce yakınlarımıza ulaşmaya çalıştık, onların hayatta olup olmadıklarını anlamaya çabaladık. Ulaşamadıklarımız için yardım çığlıkları attık. Ve ulaşabildiğimiz yakınlarımızdan inşa etmeye çabaladığımız bilgileri diğer insanlara ulaştırmaya çabaladık. Ve sonra, haberler bir bir akmaya devam ettikçe, felaketin bireysel olarak yapabileceklerimizin çok ötesinde, gruplar halinde yapabileceklerimizin çok ötesinde olduğunu fark etmeye başladık. Ve o an, bir insan olmanın, bir yurttaş olmanın sorumluluğunu hissettik üzerlerimizde: ne yapabiliriz? diye. Ne yapabilirdik? sorusunun yanıtı çok açıkken, bir kez daha ne yapabiliriz? sorusuyla karşı karşıya kalmanın ne denli acı olduğunu hissettik yine. Onlarca yıldır olası riskleri önlemek ve kritik durumları yönetmek için bilimin rehberliğine başvurmayan bir ülkenin yurttaşları olarak her birimiz sorumluyuz bu acılardan! Hepimiz katiliz! Her birimiz, tek tek her birimiz, bizler seçtik bu yöneticileri, bu yöneticilerin seçilmesine bizler engel olamadık. Bu yöneticilerden kurtulmak için gerekli mücadeleyi bizler vermedik; etrafımıza yeterince ulaşmadık, etrafımıza yeterince anlatmadık cehaletin ne denli kan dökücü bir cellat olduğunu! Bir arada yaşama kültürünü geliştirmek için bilim her şey değildir, fakat bilim her şeyin içinde çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü bilim yalnızca açıklamakla yetinmez, aynı zamanda eğitici ve insani bir rol de üstlenir. Bu yüzden bilimin yurttaşlar arasında yaygınlaşması, yaygınlaştırılması ve yurttaşların çeşitli düşünme biçimleri içinde bilimselliğin rehber olması gerektiği alanları çok net bir şekilde kavraması gerekir. Çünkü bir ülkenin yurttaşları ne kadar bilim yapmaya istekli olursa, bilim de o ülkenin yurttaşları ve insanlık için çok şey yapmaya muktedir olur.
Binaları yıkan, insanları ve hayvanları öldüren, hayatlarımızı yerle bir eden şey depremler değil deprem gibi felaketlere karşı bir türlü cehalete değil de bilime emanet etmediğimiz ülke yönetimimizdir.
Her birimiz harfi harfine biliyoruz, yurttaşlarımızı depremlerin değil cehaletin, cehaletin hükümranlığının öldürdüğünü. İşte meydana gelen son depremler, ülkemizin inatla gölgede tutulan, inatla örtbas edilen gerçeklerini bir kez daha seriyor gözlerimizin önüne. Her birimizin hemen her gün unuttuğu, en temel, en öncelikli gerçeklerimizi –birilerinin güç, para ve lüks için hayatlarımızı nasıl da ucuz bir şekilde kullandığı gerçeğini. Geçtiğimiz yüzyıl filozoflarının insanlık ve bilim olarak katedilen onca mesafeye rağmen, nasıl da hareketsiz, nasıl da durağan bir şekilde yaşamlarımızın sürüp gittiğine dikkat çeken birçok notu vardır. İnsanlık olarak bilimin ulaştığı bu noktada her birimiz dünyanın güneş etrafında nasıl müthiş bir hızla döndüğünü biliyoruz çoktandır ve her birimiz doğadaki müthiş dinamizmi de biliyoruz ve nihayet her birimiz önlem alınmadığında depremlerin neye yol açabileceğini de gayet iyi biliyoruz. Ancak günlük yaşam alanlarımız içinde günlük kaygılarımız üzerine kurduğumuz düşüncelerimiz, esas gerçekliğimizin tüm bu hareketliliğine rağmen durağanlaşmış önyargılarımızdan öteye geçemiyor bir türlü. Bu yüzden kayıtsızlıklarımız ve duyarsızlıklarımız altında gündelik yaşamlarımız içinde durmadan boğduğumuz merhametin ve dayanışmanın ne denli önemli olduğunu hâlen ancak esas gerçekliğimizin hareketliliği içinde ortaya çıkan deprem gibi büyük felaketlerle kavrayabiliyoruz ne yazık ki. Ve ne yazık ki, ancak böyle zamanlarda fark edebiliyoruz ayaklarımızın altındaki yerden gelen esas gerçekliğimizin nasıl da hassas zeminler üzerine kurulu olduğunu. Deprem gibi vaktinde alınacak birkaç önlemle kolay bir şekilde baş edilebilecek felaketlere karşı iyiliğin ne kadar zayıf bir şekilde örgütlendiğini ancak bu zamanlarda hatırlıyoruz yeniden. Sesin ve görüntünün bu denli hızlı iletildiği bir çağda cehalete emanet ettiğimiz ülkemizi bir felaket karşısında ne denli çaresiz bıraktığımızı ancak böyle zamanlarda görebiliyoruz hâlen. Kentlerimiz sallanıyor ve yüz yıl önce kurulan ülkemizin ana kolonları bir bir çatırdıyor. Depremler, birdenbire ortaya çıkan, günümüz dünyasında halen öngörülemez felaketlerdir. Ancak binaları yıkan, insanları ve hayvanları öldüren, hayatlarımızı yerle bir eden şey depremler değil deprem gibi felaketlere karşı bir türlü cehalete değil de bilime emanet etmediğimiz ülke yönetimimizdir. Depremlerle yaşamaya alışabiliriz ama cehaletle asla! Bu yüzden artık ülkemizin çatlayan kolonlarını tamir etmek ve çok daha güçlü kolonlar üzerine kurulu bir ülke var etmek için her zamankinden çok daha fazla kararlı ve her zamankinden çok daha fazla cesur bir şekilde mücadele etmeliyiz. Çünkü bir kez daha cehalete emanet edilemeyecek kadar değerli bir ülkede yaşıyoruz her birimiz.