Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali ile Türkiye ve AB arasındaki ilişkiler reelpolitik ve enerji politikası üzerinde şekilleniyor. Bu değişimin nasıl gerçekleştiğini TEPAV AB Çalışmaları Merkezi Direktörü Nilgün Arısan Eralp yazdı. Hemen hemen tüm analizlerde tarihi bir dönüm noktası ve bir jeopolitik kırılma olarak değerlendirilen   ve özellikle “batı dünyasında” tüm dengeleri ve/veya dengesizlikleri altüst eden Putin’in Ukrayna’yı işgali doğal olarak Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini de etkilemektedir. Ukrayna işgali öncesi Türkiye AB üyeliğine aday olmanın çok uzağında olduğu gibi, AB için artık stratejik ortak konumunda da değildi.   AB’nin gözünde Türkiye artık evrensel değerlerden uzaklaşmış, dış politikada ne yapacağı öngörülemeyen, güvenilmeyen ve kontrol altında tutulması bu nedenle de ilişkinin kopartılmaması gereken bir komşu ülke niteliği taşıyordu. Bu bakış açısını AB tarafından  savaş öncesi hazırlanan ve 21 Mart 2022  kabul edilen ve  Birliğin yeni savunma ve güvenlik doktrini olarak nitelendirilen Stratejik Pusula belgesinde görmek de mümkün. Türkiye, 2020 yılının Ekim ayından beri AB’nin adeta alternatif bir ilişki tarzı olarak dile getirdiği ve aşamalı, koşullu ve geri döndürülebilir bir işbirliği olarak tanımladığı “pozitif gündem”e odaklanmış durumdaydı. Söz konusu pozitif gündem Ukrayna savaşından önce kapsamı iyice daraltılarak, muğlak ve koşullu bir şekilde gümrük birliği modernizasyonuna ve Lübnan ve Ürdün ile birlikte Türkiye’ye de Suriyeli mülteciler  için aktarılan fonların sürdürülmesine ve iklim değişikliği ile mücadelede işbirliğine indirgenmişti. Türkiye ile Birliğin artık değerlerden olabildiğince uzak işlevsel bir işbirliği kurmak istediği açık hale gelmişti. Türkiye’de de resmi ağızlardan her ne kadar “AB üyeliği stratejik hedefimiz” dense de bu tür bir ilişki tercih edilmekte ve evrensel nitelik taşıyan AB değerlerinden (demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları) uzaklaşma sürmekteydi. Bu koşullarda Ukrayna işgali öncesi taraflar arasındaki ilişkilerin belirleyici unsuru karşılıklı güvensizlik idi. AB de Türkiye ile ilişkiler konusunda bir karar vermek için 2023 yılı seçimlerinin sonucunu bekliyordu. UKRAYNA’NIN İŞGALİ SONRASI TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ NATO’nun ve AB’nin kendilerinden beklenmeyen bir uyum içinde Putin’in Ukrayna’yı işgaline gösterdiği zamanlı ve sert tepki Türkiye’yi şaşırttı ve “batıya” karşı dış politikasında öncelikle söylem değişikliğine neden oldu. Türkiye transatlantik işbirliğinin bu şekilde güçlenmesini, AB’nin fiili liderleri konumunda bulunan Fransa ve Almanya’nın Rusya’ya yönelik politikalarını bu kadar çabuk değiştirmelerini beklemiyordu. Özellikle Almanya’nın savunma harcamalarını çok ciddi artırarak ve  Ukrayna’ya savunma silahları temin ederek dış ve özellikle savunma politikasında yaptığı büyük dönüşüm Türkiye’nin “Batı” konusundaki olumsuz görüşlerini gözden geçirmesine neden oldu.  Türkiye bu durumu Batı ile savunma ve güvenlik alanındaki işbirliğini tamir etmek için bir fırsat olarak gördü. AB açısından bakıldığında ise Türkiye’nin jeopolitik öneminin neredeyse soğuk savaş yıllarındaki gibi algılanmaya başlandığını söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin Putin’in Rusya’yı işgalini bir savaş olarak nitelemesi, Rusya ve Ukrayna’ya yönelik – ne kadar sürdürebileceği belli olmayan - dengeli tutumu ile birlikte NATO’ya bağlılığını hem söylem, hem eylem düzeyinde göstermesi ve Montreux sözleşmesi gereğince boğazları tüm savaş gemilerine kapatması, ayrıca taraflar arasındaki görüşmelerde kolaylaştırıcı olma girişimde bulunması AB gözündeki Türkiye imajını bir ölçüde değiştirmeye başlamıştır.  Türkiye’nin AB yaptırımlarına uymaması da büyük ölçüde ekonomik koşullarının iyice kötüleştiği bir dönemde ülkenin enerji, ticaret ve turizm nedeniyle Rusya’ya bağımlılığından ve İdlib’de güvenlik açısından Rusya’ya karşı kırılgan konumda bulunmasından kaynaklanmaktadır. AB de, Türkiye’nin NATO ile çok yakın çalışmasının da etkisiyle, Türkiye’nin AB yaptırımlarına uymayışını anlayışla karşılamaktadır. Ancak söz konusu yaptırımlar Türkiye’nin üzerinden delinmeye başlarsa AB’nin alacağı tavır belirli değildir. Ciddi bir şekilde artan Rusya tehdidi karşısında Avrupa güvenlik mimarisi yeniden tasarlanırken, hem jeopolitik konumunun artan önemi hem de bir NATO müttefiki olması nedeniyle Türkiye de AB ülkeleri tarafından yeniden değerlendirilmektedir.
Ukrayna savaşı bir yandan AB’nin güvenlik mimarisini ve Türkiye’nin buradaki konumunu değiştirirken, aynı zamanda Birliğin enerji politikasını ve bu bağlamda Doğu Akdeniz’e yönelik politikasını da değiştirmeye başlamasına neden olmuştur.
Geçtiğimiz Mart ayında Almanya Başbakanı Olaf Scholz Türkiye’ye ilk resmi ziyaretini yaparak  Almanya ve Türkiye’nin Ukrayna savaşına yönelik politikasının çok uyumlu olduğunu belirtmiş, NATO’nun 24 Mart zirvesinden önce ve 10 yıl aradan sonra ülkemize gelen Hollanda Başbakanı Mark Rutte de Türkiye’nin ekonomik ve askeri açıdan NATO için önemine değinerek AB için de önemli bir ortak olduğunu belirtmiştir.  Fransa başbakanı Emmanuel Macron da gene Mart ayında herkesi şaşırtarak daha önce Akdeniz bölgesinde Türkiye’ye karşı Yunanistan’la işbirliği içerisinde iken Rusya tarafından kuşatılan Mariupol’e Yunanistan ve Türkiye ile birlikte insani destek sağlamayı önermiştir. Bu ziyaretler ve önerilerde ilginç olan, belki de olmayan aynen eski Almanya başbakanı Angela Merkel’in  mülteci krizinin patlamasından sonra  yaptığı gibi,  günümüzde de AB liderlerinin  Türkiye ile yaptığı temaslarda   demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi konulardan bahsetmemiş olmalarıdır. Anlaşılan mesele “reelpolitik” ise değerler teferruat olarak görülüyor. Ancak bu bakış açısının ne kadar süreceği konusunda bir şey söylemek mümkün değil. Ukrayna savaşı bir yandan AB’nin güvenlik mimarisini ve Türkiye’nin buradaki konumunu değiştirirken, aynı zamanda Birliğin enerji politikasını ve bu bağlamda Doğu Akdeniz’e yönelik politikasını da değiştirmeye başlamasına neden olmuştur. Ukrayna’nın işgalinin Doğu Akdeniz açısından önemli iki etkisi gözlemlenmektedir :
  • Birincisi Rusya’nın saldırganlığına karşın güvenlik politikasını gözden geçirmeyi ve güçlendirmeyi amaçlayan AB de ABD de   pek çok farklı sorunla baş etmeye çalışırken  Doğu Akdeniz’de  artık gerginlik istememektedir.  Ayrıca Rusya tehdidi karşısında Fransa da dahil olmak üzere AB üye devletleri de ABD de NATO ve AB arasındaki işbirliğinin artırılmasını amaçlamaktadırlar. Bu amacın gerçekleşmesi için Kıbrıs sorununun çözümü yönünde adımlar atılması gerekmektedir, çünkü bu sorun nedeniyle NATO üyesi Türkiye ve AB üyesi Kıbrıs iki kurum arasındaki işbirliğini engellemektedirler.  Bu nedenle Kıbrıs Sorununa çözüm bulmak için, Batı bloğundan Birleşmiş Milletler (BM) dışında ve BM’ye paralel ve tamamlayıcı olarak daha etkin çaba ve çözümlerin geliştirilmesi mümkündür.
  • İkincisi ise AB’nin (ABD’nin de desteğiyle) alternatif enerji kaynakları yönündeki arayışıdır. AB zaten bir süredir Rusya’ya olan enerji bağımlılığını kırmaya çalışmakta ve Yeşil Mutabakat süreci aracılığı ile  yenilenebilir enerji kaynaklarına  yönelmekteydi.   Yenilenebilir enerji kaynaklarının halihazırda AB’nin tüm enerji ihtiyaçlarını karşılaması mümkün olmadığından bölgede İsrail ve diğer doğal gaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması olanakları ciddi bir şekilde araştırılmakta, AB’nin enerji ihtiyacının önemli bir bölümünün Doğu Akdeniz bölgesinden karşılanabilmesinin mümkün olduğu düşünülmektedir. Bölge ülkeleri ile yakınlaşmasının yanı sıra Ukrayna savaşı karşısındaki tutumu takdir toplayan Türkiye de artık bölgede kendinin ve Kıbrıslı Türklerin savlarını daha rahat savunabilecek ve dikkate alınmasını sağlayacak bir duruma gelmektedir. Bu şekilde tarafların birlikte çalışmaları Kıbrıs sorununun kapsamlı bir çözümü için olmasa bile, güven artırıcı önlemler bağlamında ciddi adımların atılması için fırsat oluşturabilir.
İLİŞKİLERDEKİ İYİLEŞME SÜREKLİ OLABİLİR Mİ? Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin AB adaylığının canlanmasına neden olabilir mi? Eğer Ukrayna, ardından da Gürcistan ve Moldova güvenlik kaygıları ile AB’ye alınır, bu da kaçınılmaz olarak AB’de farklı üyelik tipleri ortaya çıkarsa bu Türkiye’nin üyelik şansını artırabilir mi? Her ne kadar Ukrayna savaşı AB ve Türkiye arasında değerlerden arınmış jeopolitik bir yakınlaşmaya neden olmuşsa da bunun sürdürülebilir olup olmadığı henüz belli değildir. Söz konusu ortam gerek Amerika Birleşik Devletleri gerek AB tarafından “demokrasi ve otokrasi” arasında bir mücadele olarak sunulmaktadır. Ayrıca NATO’nun 2030 yılına yönelik olarak hazırladığı stratejide ittifak üyeleri arasında demokratik değerler ve hukukun üstünlüğü konusunda yeniden bir anlayış birliğine varılması öncelikli hedef olarak vurgulanmaktadır Bu durumda Türkiye orta ve uzun vadede güvenilir bir stratejik ortak olabilmek için bile evrensel değerlere uyum konusunda somut adımlar atmak zorunda. Kısa vadede bu değerler göz ardı edilse bile bu durumun kalıcı olması çok olası değil. Türkiye’nin Ukrayna ve diğer ülkelerin üyeliği sonucunda AB’de oluşacak farklı üyelik tiplerinden faydalanması olasılığına gelince, farklı üyelik tiplerinde bile evrensel AB değerlerine uyumun kaçınılmaz koşul olarak ortaya konulacağını söylemek yanlış olmaz. Başka alanlardaki politikalarda farklılıklar görülse bile AB tüm üyeliklerde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına uyumu zorunlu kılacaktır.
Türkiye orta ve uzun vadede güvenilir bir stratejik ortak olabilmek için bile evrensel değerlere uyum konusunda somut adımlar atmak zorunda. Kısa vadede bu değerler göz ardı edilse bile bu durumun kalıcı olması çok olası değil.
Dolayısıyla Türkiye, geçici olarak jeopolitik konumundan faydalanılması yerine AB ve hatta NATO için saygın ve güvenilir bir ortak olmak istiyorsa da üyelik sürecini canlandırmaya niyetliyse de yapması gerekenler bellidir.  Türkiye dış politikasındaki söylem ve eylem değişikliğini değerlere de yansıtmalı ve gerçek hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı bir demokrasi olabilmelidir. Bunun yanı sıra mevcut ortamın kendisine sağladığı olanaklardan faydalanarak AB ile arasındaki karşılıklı güvensizliği Kıbrıs sorununun çözümü yönünde BM parametrelerini de göz ardı etmeden adımlar atarak gidermeye çalışmalıdır. Aksi takdirde taraflar arasındaki yakınlaşma ancak geçici olabilecektir.