Ukrayna’daki savaş, Rusya’nın güvenlik stratejileri ve Batı’ya karşı izlediği politikanın arka planında hangi motivasyona dayanıyor? Rusya, bu motivasyonları tarihte olduğu gibi yayılmacı bir siyasetin sonucu olarak mı takip ediyor? Ankara Politikalar Merkezi Başkanı Fatih Ceylan yazdı.
ANLIK KARELER
Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhak ettiği 2014 Mart’ından sekiz yıl sonra 24 Şubat 2022’de Ukrayna’da başlattığı ikinci saldırı dalgası onuncu ayını tamamladı. Hâlen devam eden savaşın son bulacağına dair bir umut henüz ufukta belirmedi. Enerji krizinin de eşlik ettiği çatışma sarmalı, özellikle Avrupa için kış aylarının hayatın birçok alanında zorluklara sahne olacağına ve ilkbaharla birlikte Rusya’nın saldırılarını daha da arttıracağına işaret ediyor.
Ukrayna’daki savaşın başlamasıyla birlikte harekete geçen refleksler genelde ana odaklandığı için bu ülkede patlak veren büyük kırılmanın altında yatan dinamikler üstünkörü yaklaşımların rehinesi haline gelebiliyor. Geçmiş sürecin temel yönelimleri sümen altına itildiğinde anı tasvir eden, geleceği yakalamakta zorlanan bütüncüllükten yoksun yarım tablolarla yetinmek zorunda kalıyoruz.
GEÇMİŞİN DERİN İZLERİ
Tarihe dönüp baktığımızda Rus devletinin davranış kodlarındaki devamlılığı gözlemek mümkün. Kiev’in beşikliğini yaptığı Rus İmparatorluğunun, Çarlık döneminden bu yana diğer birçok imparatorluk gibi, yayılmacı bir siyaset izlediği tarihsel bir olgu.
Geniş bir coğrafi kuşakta II. Dünya Savaşı ertesindeki nüfuz bölgelerinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) adı altında Rusya’nın tesis ettiği hâkimiyet de belleklerdeki yerini koruyor.
Birçok milleti ve etnik grubu bir araya getiren SSCB döneminde bağımsızlıkları için 1956’da ayaklanan Macar halkına karşı Sovyet birliklerinin sergilediği şiddet tarih sayfalarında yerini almış bulunuyor. Benzer bir davranış örgüsünün 1968’de (o zamanki adıyla) Çekoslovakya’da sergilendiği de tarihsel bir olgu olarak kayıtlara girmiş durumda.
Soğuk Savaşın bitmesinin, dolayısıyla iki kutuplu cepheleşmenin son bulmasının hemen ertesinde Karabağ’la ilgili ihtilaf karşısında Rusya’nın Ermenistan’ı kollayan tutumu dolayısıyla Azerbaycan halkının gösterdiği direnç üzerine Sovyet birliklerinin 19-20 Ocak 1990’da Bakü’ye girmesi ve şiddet uygulamasının Azerbaycan tarihinde ‘Kara Ocak’ olarak adlandırıldığını anımsamak gerekiyor.
Bakü’de gerçekleştirilen kanlı müdahalenin üzerinden çok kısa bir süre sonra Rusya’nın benzer bir davranışı bu kere Litvanya’da sergilediği görülüyor. Litvanya’nın bağımsızlığını ilan etmesi üzerine Rus birlikleri bu kere 1991 Ocak’ında Vilnius’ta bir askeri müdahaleye girişiyor. Can kayıplarıyla sonuçlanan olaylara sahne olan bu askeri operasyon Litvanya tarihinde ‘Kanlı Pazar’ olarak yerini alıyor.
Tarihin akışı içinde tanık olunan olaylar hem SSCB döneminde hem SSCB’nin dağılması sürecinde Rusya’nın otuz beş yıllık bir sürede diğer ülke halklarına karşı dört kez askeri müdahale yaptığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMİN RUSYA GÜVENLİK STRATEJİLERİ
Soğuk Savaş ertesi yılları kapsayan 1993-2022 döneminde, en sonuncusu 2021 Temmuz ayı olmak üzere, Rusya’nın altı güvenlik stratejisi ilan ettiğini görüyoruz.
On yıl süren (1979-1989) Afganistan’a yönelik Rus askeri müdahalesinin Rus devlet yöneticilerinin zihninde bıraktığı izler, 1991’de sırasıyla Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılmasının Rus yönetimi ve toplumunda ortaya çıkardığı travma ve Rusya’nın bünyesinde patlak veren siyasi ve ekonomik krizlerin Rusya’yı sürüklediği çalkantılı dönemde Rusya’nın iç zafiyetlerini aşmak üzere konsolidasyona gittiğini görüyoruz.
Bu dönemde açıklanan üç strateji belgesine (1993, 1997 ve 2000) baktığımızda, Rus tarihinden gelen mirasın devamlılık taşıyan izlerini gördüğümüz gibi Rusya’yı, değişmiş bulunan uluslararası koşullar ışığında yeni çağa hazırlamak üzere değişik parametrelere dayalı bir sürecin yapı taşlarına da rastlıyoruz. Bu bağlamda, ilk üç stratejide bir tehdit kaynağı olarak başka bir devlet veya kurumun tanımlanmadığını, buna karşılık esas tehdidin genel hatlarıyla bölgesel ve yerel savaşlar ile kitle imha silahlarının yayılmasında görüldüğü ortaya çıkıyor.
Yine özetlemek gerekirse, bu ilk dönem stratejilerinde ABD ve
NATO kaynaklı bir tehditin tanımlanmadığına, tam tersine Avrupa-Atlantik yapılarıyla işbirliğini öngören bir anlayışa yer verildiğine tanık oluyoruz. Bu anlayışa rağmen, İttifakın genişlemesi başlamadan önce açıklanan 1997 stratejisinden itibaren NATO’nun Rusya sınırlarına yaklaşmasının Rusya için potansiyel bir tehlike olarak tanımlandığını görüyoruz.
Farklı saiklerle de olsa Avrupa-Atlantik dünyasından uzaklaşan Rusya ile rotayı Pasifik’e çeviren ABD’nin Uzakdoğu’daki garip ‘buluşmaları’ kayda değerdir. Bu çerçevede Rusya, Çin’le olan stratejik ilişkilerini geliştirmeye koyulmuştur.
Bu tanımın 2000 yılı stratejisinden sonraki üç stratejide daha da kuvvetli şekilde yer aldığını ve son iki stratejide (2015 ve 2021) başta ABD olmak üzere NATO ve AB dahil Batılı devletlerin/kurumların ‘dost olmayan’ devlet ve kurumlar olarak resmedildiğini görüyoruz. Buna paralel şekilde Batının Rus devletini ve toplumunu tahrip ettiği tezinin artan ölçüde stratejilerde boy gösterdiğini saptayabiliyoruz.
1990’lı yıllarda Rusya’nın konumunu belirlemede Avrupa-Atlantik ekseninin olabildiğince öncelenmesine karşılık 2000 yılında Putin’in işbaşına gelmesiyle Rus devlet aklının temel mihverinin Avrupa-Asya (Avrasya) kuşağına kaydığını izleyebiliyoruz.
RUS GÜVENLİK STRATEJİSİNİN UKRAYNA’DA SAHAYA YANSIMASI
Son on yıla baktığımızda ilginç olan nokta ise, Rusya’nın Batıyla olan ilişkilerindeki derin güven bunalımından hareketle Avrupa-Asya eksenini önceleyecek bir yola girdiği dönemde ABD’nin de Obama yönetiminde ilan ettiği ‘Asya yönelimi’ (
pivot to Asia) politikasını hayata geçirmesi olgusudur.
Farklı saiklerle de olsa Avrupa-Atlantik dünyasından uzaklaşan Rusya ile rotayı Pasifik’e çeviren ABD’nin Uzakdoğu’daki garip ‘buluşmaları’ kayda değerdir. Bu çerçevede Rusya, Çin’le olan stratejik ilişkilerini geliştirmeye koyulmuş; ABD ise özellikle Trump döneminden başlamak üzere Asya-Pasifik’te Çin’in yükselen gücünü dengeleme ve çevrelemeye yönelmiştir. Dolayısıyla, ortaya bu üç aktör arasında stratejik rekabetin oluşmasını körükleyen ‘kusursuz bir fırtına’ meydana gelmiştir.
Batıdaki sınırlarını güvende görmeyen, bu coğrafi alandan kendisine yönelik tehdidin arttığını değerlendiren Rusya, 2008 Rusya-Gürcistan savaşından başlamak üzere, 2009, 2015 ve 2021’de dünya kamuoylarına ilan ettiği stratejilerini batı ve güney kuşaklarında, diğer bir anlatımla,
‘yakın çevresinde’ sahada uygulamaya koymuştur.
2022 Şubat’ında Ukrayna’yı, ‘Nazilerden arındırmak ve Nazilerin yönetimindeki Ukrayna silahlı kuvvetlerini tasfiye etmek’ üzere başlattığı ‘özel askeri operasyonun’ temel gerekçeleri elbette söylem düzeyinde ortaya konan görüntüdeki hedeflerdir. Ana hedef, ‘Belaruslaştırılmış’, kısacası ‘ehlileştirilmiş’ bir Ukrayna’ya vücut vermek suretiyle Batıya karşı kendini korumak üzere mini bir Sovyetler Birliği tesis etmektir. Bu hedefini, 2014 sonrası hemen her yıl giderek daha fazla boyutlanan küresel kırılmalar ortamında gerçekleştirme girişiminden başarılı sonuç alabileceği varsayımına dayanarak hayata geçirmiştir.
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşında ana hedef, ‘Belaruslaştırılmış’, kısacası ‘ehlileştirilmiş’ bir Ukrayna’ya vücut vermek suretiyle Batıya karşı kendini korumak üzere mini bir Sovyetler Birliği tesis etmektir.
İşgal ve savaşa dayalı bu proje esasen ters tepmiştir. Ukrayna, işgal karşısında umulmadık bir direniş göstermiş, egemenliğini, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak üzere tüm Ukrayna toplumunu seferber edebilmiştir. Ukrayna’nın ortaya koyduğu dirençte elbette Batının sağladığı mali ve askeri desteğin payı vardır. Bu desteğin süreceğini, dolayısıyla savaşın uzayacağını beklemek gerçekçi olur.
Rusya, sergilediği saldırgan tutumla hedeflediğinin aksine Ukrayna’yı ilelebet kaybetmekle kalmamış, NATO’nun Finlandiya üzerinden 1.300 kilometrelik bir sınırla Rusya’ya yaslanacak olmasını da engelleyememiştir. Dolayısıyla, Ukrayna üzerinden olmasa da Finlandiya üzerinden sınırlarında görmeyi hiç arzu etmediği NATO’yla yüz yüze gelmek zorunda kalmıştır.
Ukrayna’da bugün olanlar kimi çevrelerin iddia ettiğinin aksine bir ‘vekâlet savaşı’ değildir. Bunu Batı ile Rusya arasında bir hesaplaşma gibi görmek eğilimi de hatalıdır. Nitekim, savaşın geldiği aşamada ABD ve Avrupa’da, bu savaşa müzakereler yoluyla son verilerek bir barış ortamı oluşturulmak suretiyle Rusya’yı tabiatıyla önceki dönemlerden farklı koşullar altında tesis olunacak bir Avrupa güvenlik mimarisinin aktörlerinden biri olmasının sağlanması gerektiğini savunan etkili çevreler bulunmaktadır.
NATO’DA ÇALAN ÇANLAR
2021 Ağustos’unda NATO kuvvetlerinin Afganistan’dan büyük bir fiyaskoyla çekilmelerinin, bunun hemen ertesinde Biden yönetiminin, Asya-Pasifik bölgesini önceleyen Trump döneminin mirasından sapmadan bu bölgede Çin’i odak alan bir yaklaşım ortaya koymasının transatlantik çerçevede meydana getirdiği bir dizi çatlağı da gözeten Rusya, 2021 Sonbaharından itibaren Ukrayna’ya karşı tutumunu sertleştirmiş ve krizin tırmanmasına neden olan bir yol izlemiştir. Nihayetinde, o dönemde açık kaynaklarda yayımlanan istihbarat raporlarını doğrulayacak yönde 2022 Şubatı’nda, 2014’den sonra Ukrayna’yı ikinci kez işgal etmeye başlamıştır.
Hâlen süren ve birçok sivil can ve mal kaybıyla devam eden savaş, özellikle Avrupa’da ve mevcut stratejik rekabet dolayısıyla küresel ölçekte geniş çaplı bir teyakkuza vesile olmuştur. Ortaya çıkan görüntüler, II. Dünya Savaşının acısını yaşamış Avrupa yönetimleri ve toplumları nezdinde eski travmaların hayat bulmasını tetiklemiştir.
Çatışma ikliminden elbette NATO da payını ve dersini almıştır. 2022 NATO Madrid Liderler Zirvesinde ilan olunan Stratejik Konsept (SKON), çıkarılmasına halen devam olunan derslerin somut bir ürünü olarak kabul edilmelidir.
SKON’a Rusya bağlamında yansıyan anlayış, küresel çapta stratejik rekabet olgusunu da gözeterek, Rusya’nın NATO için ‘doğrudan ve önemli’ bir tehdit olarak tanımlanmasıyla tezahür etmiştir. Önümüzdeki on yıl boyunca NATO’nun çalışma ve faaliyetlerine esas oluşturmak üzere hazırlanan SKON’ın sahada nasıl uygulanacağını izlemek önemlidir. Burada vurgulanması gerekli husus, İttifakın Ukrayna’da Rusya ile bilfiil karşı karşıya gelip savaşmayacağı gerçekliğinin kabul görmüş olmasıdır. Bu tespit, NATO üyesi ülkelerin Ukrayna’ya sağlayageldikleri desteğe son verecekleri anlamına elbette gelmemektedir.
Her hâl ve kârda Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş, öngörülebilir gelecekte küresel çapta kökleşmekte olan stratejik rekabeti hızlandıracak etkiler doğuracak ve yeni çağın güvenlik mimarisi belirsizlikler, çatışmalar ve istikrarsızlıklarla dolu bir ortamda filizlenmeye doğru yol alacaktır.