Ukrayna Savaşı, Avrupa Birliğinin stratejik ve politik kararlarında ciddi değişikliklere sebep oluyor. AB’nin önümüzdeki dönemde ne gibi adımlar atabileceğini TEPAV AB Çalışmaları Merkezi Direktörü Nilgün Arısan Eralp yazdı.
Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalinin Avrupa Birliği (AB) üzerinde yarattığı etkiler değerlendirilirken, başlayan büyük değişim ve dönüşüm sürecinin devam ettiğini de göze almak zorundayız. Bu yazıda yapılan değerlendirmeler ancak bu günkü gözlemlerimize dayandığı için, aşağıda irdelenmeye çalışılan değişikliklerin bazılarının kalıcı, bazılarının geçici olduğunu söylemek gerekir.
AB bugüne kadar karşılaştığı krizler ve bunlara bulduğu çözümlerle bütünleşme sürecini derinleştirmeye çalışmıştır. Ancak son yıllarda Birliğin sayıca biraz fazla krizle karşı karşıya kaldığı, hepsini çözümlemeyi beceremediği veya tüm AB üye devletlerinin istediği şekilde sonuçlandıramadığı söylenebilir. Söz konusu krizleri saymak gerekirse bunların 2008 yılındaki uluslararası mali kriz, 2010 yılında Avro krizi, 2015 yılında mülteci krizi, 2016 yılında BREXIT krizi ve 2020 yılında salgın (Covid) krizidir.
AB, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan krize hiçbir AB içi ve dışı krize göstermediği kadar sert, hızlı ve birlik içinde bir tepki verdi. Çünkü AB tarafından bölgesel değil, Avrupa içi konvansiyonel bir savaş olarak kabul edilen bu durum AB’nin varoluş amacına, yani kıtada bir daha savaş olmasını engelleme niyetine ciddi bir darbe niteliği taşımakta.
AB bu savaşa öncelikle Rusya’ya (Rus medyasına, şirketlere ve bankalara) karşı ağır yaptırımlar uygulayarak, hava sahasını kapatarak ve Ukrayna’ya silah ve parasal yardım sağlayarak tepki verdi. Daha sonra Rus gaz ve petrolüne ambargo gündeme geldi ama Ukrayna savaşının AB üstünde gözlemlenmeye başlanan etkileri çok daha kapsamlı oldu.
RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGALİNİN AB ÜSTÜNDEKİ ETKİLERİ
- “Jeopolitik” kavramının önemi soğuk savaş döneminde olduğu gibi gene ortaya çıktı ve Birliğin kendisine ve çevre ülkelere bakışını şekillendirmeye başladı. AB’nin “Doğu Komşuluk Politikası” fiilen sona erdi. Doğu Komşuluk Politikası kapsamındaki ülkelere yönelik olarak temelinde güvenlik yatan başka bir politika arayışına girildi. Bu arada AB de kendi içinde bir birlik oluşturmuş olmasının da etkisiyle jeopolitik bir aktör kimliğine bürünmeye başladı.
- Transatlantik ittifak tazelendi ve güçlendi ve üç yıl önce AB’de NATO’nun beyin ölümünden bahsedilirken, Avrupa güvenlik ve savunmasında NATO’nun yeri iyice belirginleşti.
- Ukrayna savaşının akabinde “Avrupa Güvenlik Mimarisi”nde çok önemli değişiklikler meydana geldi. AB içinde çok önemli bir konumda bulunan Almanya İkinci Dünya Savaşı ve öncesinde kaynaklanan nedenlerle benimsemiş olduğu askeri unsurlardan arındırılmış pasifist politikasından vazgeçti. Savunma harcamalarını milli gelirinin % 2’sine çıkardı ve ayrıca 100 milyar Avro’luk bir savuma fonu oluşturdu. Almanya daha önceki politikasına taban tabana zıt bir şekilde Ukrayna’ya özellikle savunma silahları göndermeye başladı.
- Yıllardır askeri olarak tarafsız ve bağlantısızlık doktrinini benimseyen Finlandiya ve İsveç NATO üyeliği için başvurdular. Bu başvuruların arkasında Rusya’ya karşı bir güvenlik şemsiyesi arayan kamuoylarının da etkisi büyük oldu. Gene aynı şekilde Danimarka, gerçekleştirdiği referandumun sonucu doğrultusunda yıllardır dışında kaldığı AB “Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası”na katılma kararı aldı.
AB’nin kısa ve ortada karşı karşıya geleceği en önemli risk faktörü, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında sağlanan birliğin sürdürülebilir olmama olasılığıdır.
- AB, daha doğru düzgün bir iltica politikası geliştirememişken Ukrayna’dan gelen büyük bir göç dalgası ile karşılaştı. Şu anda Polonya’da yaklaşık 5 milyon Ukraynalı bulunduğu tahmin ediliyor ve AB’deki toplam Ukraynalı göçmen sayısının ise 8 milyona çıkması beklenmekte. Birlik, 2015 yılında başta Afganistan ve Suriye olmak üzere daha çok Orta Doğu ve Afrika’dan gelen göçmenlere karşı tutumunun tam aksine, Ukraynalı göçmenlere, oturma, çalışma, eğitim ve sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı veren üç yıllık bir geçici koruma statüsü tanımıştır.
- AB, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak ve nihai olarak sona erdirmek için bir yandan yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verip yeşil dönüşümü hızlandırırken, bir yandan da fosil yakıtlar için alternatif kaynaklar ve alternatif güzergahlar aramaya başlamıştır. Bu kapsamda AB öncelikle İsrail ve Mısır’la doğal gaz teminini sağlayacak bir anlaşma için girişimlere bulunmuştur.
- Ukrayna’nın ve onu takiben Moldova ve Gürcistan’ın AB’ye üyelik başvurusu yapmaları genişleme konusunu AB’nin tekrar gündemine getirdi. AB genişleme gündemini bir başka bahara ertelemişti. Batı Balkanlar’da Sırbistan ve Karadağ ile müzakerelerin ne zaman sona ereceği, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın ne zaman müzakerelere başlayacağı belirsizliğini taşırken, Ukrayna savaşı bu konuyu güvenlik kaygıları nedeniyle tekrar ön plana çıkardı. Haziran ayı sonunda yapılacak AB zirvesinde Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın – Avrupa Komisyonu’nun bu ülkelerin başvurularına ilişkin olarak hazırladığı raporu temel alınarak – aday olup olmayacaklarına karar verilecek.
Savaşın yarattığı güvenlik kaygıları nedeniyle büyük olasılıkla bu ülkelerin adaylıkları tescil edilecek. Aynı zamanda Almanya Dışişleri Bakanı uzun zamandır aday olan Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile bir an önce katılım müzakerelerinin başlamasının gerektiğini belirtti. AB gerek Batı Balkanları Rusya etkisinden kurtarmak, gerekse Ukrayna ve komşu ülkelerine moral vermek için genişleme politikasını tekrar gündeme getirse de söz konusu ülkelerin katılım sürecinin yıllarca süreceği kaçınılmaz bir gerçektir. AB bu süreci biraz da olsa hızlandırmak için farklı üyelik türlerinin yaratılıp yaratılmayacağını tartışmaya başlamıştır. Farklı üyelik türlerinin resmiyet kazanabilmesi için AB’de antlaşma değişikliği gerekmektedir. Antlaşma değişikliklerinin tüm üye devlet hükümet ve parlamentolarınca onaylanması, hatta bazı ülkelerin anayasası gereği referanduma sunulması gerektiğinden, bu süreç kolay sonuçlandırılabilecek bir nitelik taşımamaktadır.
AB’NİN KISA VE ORTA VADEDE KARŞILAŞACAĞI RİSKLER
- AB’nin kısa ve ortada karşı karşıya geleceği en önemli risk faktörü, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında sağlanan birliğin sürdürülebilir olmama olasılığıdır. Ukrayna savaşının niteliği konusunda şimdiden Batı Avrupa ve Baltık Ülkeleri ve Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında görüş farklılıkları oluşmaya başlamıştır. Baltık Ülkeleri ve Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini, kendilerinin de işgali ile sonuçlanacak varoluşsal bir tehdit olarak algılarken, Batı Avrupa ülkeleri için en önemli tehdit bu işgalin bir nükleer savaşa yol açmasıdır.
Ayrıca Baltık Ülkeleri ve Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin önemli bir bölümü Rusya’nın tamamen dışlanmasını isterken, Almanya ve Fransa gibi ülkeler ise hala diplomasiye bir şans tanınabileceğini düşünmektedirler. Rusya’nın tamamen dışlanmasını isteyen AB ülkeleri Almanya’yı Ukrayna’ya ağır silahlar temin etmediği için eleştirmektedirler.
Yıllardır askeri olarak tarafsız ve bağlantısızlık doktrinini benimseyen Finlandiya ve İsveç NATO üyeliği için başvurdular. Bu başvuruların arkasında Rusya’ya karşı bir güvenlik şemsiyesi arayan kamuoylarının da etkisi büyük oldu.
- Şu anda kendilerine geçici koruma statüsü tanınmış Ukraynalı göçmenlerin çok önemli bir bölümü Polonya’da bulunmaktadır. Göçmen sayılarının çok artacağı yönündeki beklenti doğru çıkarsa bu öncelikle Polonya’da, daha sonra da tam anlamıyla ortak bir iltica politikası geliştirememiş olan AB’de çeşitli sosyal ve ekonomik baskılara neden olabilecektir.
- Ukrayna savaşının demokrasi ve otokrasi arasında bir savaş olduğu öne sürülmektedir. Ancak savaş nedeniyle jeopolitiğin öne çıkması AB’nin içerde ve dışarda rejimi otoriter nitelik taşıyan ülkelere karşı politikasında değerlerden vazgeçme eğilimi göstermesine neden olmuştur. Bu yaklaşım AB’nin tutarlılığının ve değerlerinin sorgulanmasına neden olmaktadır.
- Amerika Birleşik Devletleri’nde gelecek seçimde Cumhuriyetçilerin başa gelmesi ve ülkenin transatlantik ilişkilere önem vermeyen bir lider tarafından yönetilmesi çok uzak bir olasılık değildir. Eğer bu olasılık gerçekleşirse AB’nin özerk bir savunma gücüne sahip olması zorunlu olacaktır ki, - AB ülkelerinin önemli bir bölümü savunma harcamalarını artırmaya başlasa da- bu kısa vadede gerçekleşecek gibi gözükmemektedir.
Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrel’in iddia ettiği gibi Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonucunda AB’nin gerçek anlamda güçlü bir jeopolitik aktör olabilmesi için bu risklerle baş edebilmesi ve risklerin yarattığı sorunlara çözüm bulabilmesi ile mümkün olabilecektir.