Loading...
Türkiye’nin dış açık sorunu büyüyor, dış finansman zorlukları artıyor
12 aylık cari işlemler açığı 25 milyar doların üzerine çıktı. Sene sonunda 40’ın üzerine çıkacak. Fed’in faiz artışı Türkiye’nin dövize ulaşmasını zorlaştıracak. Borçlanma dışında seçeneklerimiz az.
Nisan ayı ödemeler dengesi istatistikleri açıklandı. Buna göre 12 aylık cari işlemler açığı $25 milyar doların üzerine çıktı ancak cari açığın önümüzdeki aylarda daha fazla artacağı ve sene sonunda $40 milyar seviyesine ulaşabileceği de bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Bu ihtimali destekleyen en somut veri Ticaret Bakanlığı tarafından açıklanan Mayıs ayı dış ticaret rakamlarıdır. Dış ticaret açığı Mayıs ayında $10 milyarın üzerine çıkarken, Ocak-Mayıs döneminde dış ticaret açıklarının toplamı $43 milyarın üzerine çıkmış görünmektedir.
Bu durumda asıl edişe verici olan durum Türkiye’nin artan cari açığı ve $180 milyarı bulan kısa vadeli dış borç stokunu karşılamak için gereken dövizi nasıl bulabileceğidir. Bu problem borç toleransı sorunu olarak ifade edilmekte ve ülke riskini yani ödemeler dengesi krizi olasılığını gündeme getirmektedir.
Bu konuda bizim için kritik iki gelişme var; Bunlardan birincisi Fed’in faiz artışı döngüsüne ECB’nin de eşlik edeceğini söylemesi, ikincisi ise TL’nin değer kaybetmesine bağlı olarak TL birim varlıklara yönelik risk artışı ve ülke risk priminin yani CDS priminin 800 bsp (baz puan) üzerinde olmasıdır.
Her iki gelişme de Türkiye’nin ihtiyacı olan dövize ulaşmasında zorluklara neden olabilecektir. Öncelikle ülke risk priminin 800 puanın üzerine çıkması dış borçlanmanın maliyetini hem kamu hem de özel sektör için yükseltecektir. Dahası iflas riskinin arttığını gösteren bu durum borç verenlerin gönülsüz olmasına neden olabilecektir.
Bu durum aslında Nisan ayı ödemeler dengesi rakamlarından da görülebilmektedir. Sermaye hesabına baktığımızda sıcak para çıkışı olduğunu, doğrudan yatırımların ise yok denecek kadar az olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla hem ticaret açıkları nedeniyle hem de yabancı sermaye girişinde yaşanılan sorunlar bağlamında döviz ihtiyacımızın karşılamada borçlanma dışında seçeneklerin az olduğunu göstermektedir.
Enerji fiyatlarının yüksek kalması ve tarımda dışa bağımlılık döviz ihtiyacımızı arttırmaktadır. Dış borçlanma gittikçe güç hale gelmekte, üstelik yapılabilse bile ülke ekonomisine maliyeti her geçen ay artmaktadır.
Dış borçlanma ise yukarıda söylediğim biçimde gittikçe güç hale gelebilir üstelik yapılabilse bile bunun ülke ekonomisine maliyeti her geçen ay artmaktadır.
Diğer yandan ECB faiz artışı Euro Bölgesi için durgunluk ve finansal tarafta sıkılaşmayı artıracağından bizim için dış talep sorunu yaratabilecektir. Euro bölgesinin ana ticaret partnerimiz olduğu ve enerji fiyatlarının yüksek kalmaya devam edeceği düşünüldüğünde bu gelişme, dış ticaret açığımızı büyütecek ve döviz ihtiyacımız daha da artacaktır. Bunun dışında, ECB faiz artışı TL’nin Euro karşısında değer kaybetmesine neden olacağından, dış ticaret hadlerindeki bozulma daha da artabilecektir. Bu durumun kendisi de ticaret açıklarını büyüten ve ticaretin refah etkisinin Euro Bölgesine geçmesine neden olacak bir gelişmedir.
Diğer yandan Rusya-Ukrayna savaşının uzamasının küresel gıda enflasyonunu artırmaya ve arz tarafında kısıtlılıklara neden olmasından dolayı yurt içi enflasyonu olumsuz etkilemektedir. TL’de değer kaybının artması küresel gıda enflasyonunun yurt içine daha yüksek yansımasına neden olacaktır. Elbette tarımda dışa bağımlılık ve olumsuz küresel koşullar da Türkiye’nin döviz ihtiyacını artıran bir başka unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Son üç aydır söylediğimi tekrar etmekte yarar görüyorum. Genişleyen dış açıklar ve sıkılaşan küresel finansal koşullar karşısında Türkiye’nin KKM ve türevleri eliyle döviz kurunu istikrarlı tutma şansı kalmamıştır. Turizm gelirleri döviz ihtiyacı sorununu belki bir miktar hafifletebilir ancak kesinlikle nihai çözüm değildir ve TL üzerindeki baskı artmaya devam edecektir.
Sonuç olarak Türkiye’nin, Dünya bankasının büyük merkez bankalarının artan sıkı para politika döngüsüne bağlı olarak gelişen piyasa ekonomileri için yaptığı borç krizi uyarılarını dikkate alacak biçimde para-maliye politika çerçevesini yeniden tasarlamasında yarar görmekteyim.