Türkiye'nin demokrasiye geri dönüş yolu

Abone Ol
Mevcut bir demokrasiyi sürdüren siyasi kurumların devlet eliyle zayıflatılması veya ortadan kaldırılması anlamına gelen demokratik gerileme alanındaki çalışmalar için Türkiye örnek bir vaka olarak kabul edilmekte ne yazık ki.

Loading...

Uzunca bir süredir Türkiye’nin de içinde bulunduğu demokratik geri kayma süreci tersine çevrilmeden, demokratik kriz sona ermeden demokrasiden bahsetmek imkânsız gibi görünmektedir. Geçtiğimiz haftalarda hükümet kanadı tarafından Meclis’e sunulan ve kamuoyunda dezenformasyon yasası veya iktidarın yeni sopası olarak isimlendirilmiş olan kanun teklifi bahsettiğimiz demokratik gerilemenin önemli göstergelerinden biridir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün yanında halkın haber alma özgürlüğünün yerine (oto)sansürü getirecek düzenlemenin sonuçları hepimiz açısından ağır olacaktır. Yoğun tepkiler üzerine şimdilik ertelenmiş görünen teklifin ne zaman nasıl yasalaşacağı belirsizdir. Bu yazı kaleme alındığı sıralarda Danıştay’da görülen İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile çıkılması kararının iptaliyle ilgili dava, Pınar Gültekin davasında hâkimin verdiği haksız tahrik indiriminin kamuoyunda yarattığı infial, seçimler öncesinde hâkim ve savcılarla ilgili düzenlemeler ve atamalar demokratik krizi derinleştiren olaylar olarak sayılabilir. Mevcut bir demokrasiyi sürdüren siyasi kurumların devlet eliyle zayıflatılması veya ortadan kaldırılması anlamına gelen demokratik gerileme alanındaki çalışmalar için Türkiye örnek bir vaka olarak kabul edilmekte ne yazık ki. Türkiye açısından demokratik geri kaymanın en önemi göstergeleri devlet ile AKP’nin iç içe geçtiği (bir nevi parti-devlet) modelinin giderek yaygınlaşması, siyasi kurumların (özellikle denetim ayağındaki kurumların) bağımsızlığının ve özerkliğinin erozyona uğraması ve medya ile sivil toplum üzerindeki baskının artmasıdır. Özellikle kişiselleştirilmiş iktidar üzerinden yürütmenin yüceltildiği AKP iktidarı altında, partinin patronaj ağlarıyla kurumsallaştırılmış bir sistem oluşturulmuştur[1]. Bu sistem sosyal yardımlardan, iş bulmaya hatta hastane-doktor randevuları ayarlamaya kadar kayırmacılık temelinde toplumun bireylerini kendine bağlama ve yürütme gücünü tehdit edebilecek her türlü toplumsal muhalefeti patronaj ağları ile manipüle etmeye dayalı olarak kurgulanmıştır. Şüphesiz toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları alanı muhafazakâr İslami ideolojik referansa sahip AKP iktidarı açısından önemli bir mücadele alanı olarak görülmüştür. Yeşim Arat’ın ifadesiyle[2]; demokratik gerileme sürecinde bir yandan muhafazakâr ideolojinin inşa edilmesi ve meşrulaştırılması amacıyla mevcut yasalar yeniden yorumlanırken, diğer yandan muhafazakâr kadınları yeni otoriter rejimi desteklemek için harekete geçirmek istediler ve mevcut kadın STK’larını marjinalleştirdiler. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Derneği’ne yönelik dava ve Danıştay’da devam eden ve adli tatilden önce kararın açıklanması beklenen İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin dava Türkiye’de demokrasiye dönüş veya tamamen kopuşun yol ayrımını gösteren davalar olacaktır. Türkiye’nin demokrasiye geri dönüş yolu kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği normlarında normalleşmeden geçmektedir. Liberal olmayan muhafazakâr cinsiyet ideolojinin başlangıç noktası “yaşam tarzımıza müdahale ediliyor” söylemi iken, bugün geldiğimiz noktada bu ideolojinin karşı ucundaki yaşam tarzlarına müdahalesi ile karşı karşıyayız. Popülist iktidarın araçsallaştırdığı kadın hakları alanında kadınların kaybettiği statü yine kadın dayanışması ile yeniden sağlanacaktır. Kadın hakları alanından başlayarak sosyal medya ve genel olarak haber alma özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar temelinde başlatılacak sivil toplum seferberliği iktidarın tektipleştirdiği ya da baskıladığı alanların çoğulculaşmasına katkıda bulunacaktır. Daralan sivil ve siyasal alan imkanlarının yeniden genişletilebilmesinin yolu Haziran 2023’te (veya daha erken bir tarihte) yapılması beklenen seçimleri muhalefetin kazanmasından geçmektedir. Çünkü iktidarın söylem ve eylemleri geleceğe dair en küçük bir demokratik tahayyül barındırmamaktadır. Türkiye Masası’nı oluşturan demokrasi koalisyonunun önceliği halkın önüne demokrasi, refah, statü ve kimliklere dair mükemmel olmaktan ziyade ulaşılabilir bir tahayyül koymaktır. Bu ulaşılabilir tahayyül sivil toplum örgütlerinin savunabileceği, medya kuruluşları ve entelektüellerin topluma yaygınlaştırabileceği değerleri içermelidir. AKP iktidarın gücünü oluşturan ötekileştirici patronaj ağlarını deşifre etmek, bu amaçla sağlık-eğitim-tarım alanında fırsatlardan ve sosyal yardımlardan eşit olarak yararlanamayanların sesini duyurmak iyi bir strateji olabilir. Gücün kötüye kullanımı örneklerinin çoğaltılması, bunun bir erdem değil bir ötekileştirme ve kusur olduğunun topluma anlatılması beklenir. Sosyal güvenliği olsa bile özel sağlık sistemi karşısında güvencesizleştirilmiş gruplar, eşitsizlikler ve gelir grupları arasındaki uçurumun giderek açılması bu rejimin yumuşak karnıdır. Yaklaşan seçimlerle ilgili olarak iktidarın yönlendirmesiyle seçim tartışmalarının odağı aday meselesine kaymış gibi görünmektedir. Bunun da bir iktidar stratejisi olduğu unutulmamalıdır. Demokrasiye geri dönüş açısından önemli olan seçimlerin ne zaman yapılacağı, adayın kim olacağı değil, seçimlerin yeniden özgür ve adil koşullar altında yapılıp yapılmayacağı meselesidir. Seçimlerin güvenliği ve adaleti sağlanamadığı takdirde bütün bu tartışmalar, öneriler, konuşmalar içi boş metinler olarak tarihe geçecektir. --- [1] Matthew Whiting, Zeynep Kaya, “Democratic Backsliding in Turkey: Clientelism and Executive Aggrandisement Under the AKP”, ECPR General Conference, Prague, 07-10 September 2016, Erişim adresi: https://ecpr.eu/Events/Event/PaperDetails/31170 Erişim tarihi: 23.06.2022. [2] Yeşim Arat, “Democratic Backsliding and the Instrumentalization of Women’s Rights in Turkey”, Politics and Gender, pp.1-31, doi:10.1017/S1743923X21000192