Gökçer Tahincioğlu: Bakmayın adının cezaevi olduğuna, “açık cezaevi” dediğiniz, öğrenci yurdundan belki bir adım ilerisidir.
Milliyet yazarı
Gökçer Tahincioğlu, 'Türkiye’de
kadın olmak' başlıklı yazısında Türkiye'deki kadına şiddet sorununa dair 3 farklı dosyayı kaleme aldı. Tahincioğlu, "Üç dosyadan bir yol çıkıyor önümüze. Sağır eden suskunluk, korkutucu cezasızlık ve iç kanatan adaletsizlik üzerine" diye yazdı.
Gökçer Tahincioğlu'nun Milliyet gazetesinin bugünkü
(26 Şubat 2017) nüshasında yayımlanan
'Türkiye’de kadın olmak' başlıklı yazısı şöyle:
Bugünkü üç dosya suskunluk, cezasızlık ve adalet üzerine. ‘Bunlar başka ülkelerde olmuyor mu?’ diyebilirsiniz. Oluyor elbette, lakin suçlular yerine mağdurlar suçlanmıyor pek çoğunda...
Üç dosya anlatacağım bugün size.
Suskunluk, cezasızlık ve adalet üzerine.
Başlık değişebilir dosyalardan her birine göre.
“Türkiye’de çocuk olmak”, “Kız çocuğu olmak”, “Türkiye’de olmak” da denilebilir pekâlâ.
“Bütün bunlar başka ülkelerde olmuyor mu?” da diyebilirsiniz.
Oluyor elbette.
Lakin suçlular yerine mağdurlar suçlanmıyor pek çoğunda, katiller ferah feza yaşamıyor, anlatanlar hainlikle suçlanmıyor, zaten hayatları ellerinden çalınmış insanlar ikinci kez derin karanlıklara hapsedilmiyor.
***
İlk dosya Mardin’den cezasızlık üzerine.
En doğrudan şöyle anlatılabilir:
“Savcılık, 13 yaşından itibaren defalarca tecavüze uğramış, ailesinin yüz çevirdiği, kaçırılmış kız çocuğuyla ilgili davada kimseyi suçlu bulmadı.”
Kızın “Benimle birlikte oldu”, “Fotoğraflarımı çekip şantaj yaptı”, “Beni başkalarına sattı”, “Beni kaçıranlara para verip benimle birlikte oldu” diye anlattığı kimse araştırılmadı.
Bütün olaylar, polisin, küçük kızı alıkonulduğu arabada bulmasıyla başlamış, anlatımlara rağmen sadece iki kişi hakkında dava açılmıştı.
Tutuklanmayan, gözaltına bile alınmayan iki kişi iki yıl yargılandı.
Bu sırada artık 16’sını tamamlayan kızın, “kaçırdılar” diye ifade veren arkadaşı ifadesini değiştirdi.
Ailesi, “Eve dönmesini istemiyoruz” dedi.
Evden kaçıp duran, küçük bir kız işte, kimdi ve gücü neydi ki?
Savcı esas hakkındaki görüşünü sundu mahkemeye birkaç hafta önce:
“Sanıklar ısrarlı ve tutarlı biçimde suçlamaları reddettiler” dedi.
“Zaten daha önce başka birisini de suçlamış, sonra şikâyetini geri çekmiş” dedi.
“Soyut ve çelişkili beyanlarından başka kanıt yok” dedi.
“Bir yere gitmişse de rızasıyla gitmiştir” bile dedi.
Onlarca şüpheli olabilecek isim araştırılmadığı gibi, iki sanığın da beraati istendi.
Davaya Aile Bakanlığı da müdahil ama tutanağa göre, “nedense” avukatı duruşmada görüş belirtmedi.
Peki 13 yaşındaki bir kız, 15 yaşına kadar, Adli Tıp raporlarına göre nasıl defalarca ilişkiye girmişti?
Mütalaada o soruya da yanıt verilmedi.
***
İkinci dosya Yozgat’tan, susanların suçları üzerine.
Yozgat Çayıralan’a bağlı köyde, zekâ geriliği bulunan 40 yaşındaki kadının yıllarca tecavüze uğradığını, hamile kaldığını bile bilmediğini anlatmıştık daha önce.
Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesi’nde, “yüzleşme” vardı geçen hafta.
17 yaşından 70 yaşına kadar 12 sanık, kadının başına gelenleri bilip, arkasından, “altın kız” diye bahseden köylüler yüzleşti mahkemede.
Doğurduğu, devletin korumaya aldığı bebeğini hiç göremeyen, belki artık varlığını da unutan kadın anlattı kendi lisanıyla olanları.
Tecavüz edenlerin sonra oturup yaşlı, hasta, bir şeyin farkında olmayan babasıyla nasıl kahve içtiğini, nasıl köyde evden çıkamadığını, telefonu çaldırıp, ses duyunca kapatanların nasıl koşarak, yanlarına arkadaşlarını da alıp eve geldiğini, babasının arkadaşının bile neler yaptığını anlattı.
17 yaşındaki çocuk, Adli Tıp Raporu’na göre bebeğin de babasıydı. O çocuğun ve arkadaşlarının neler yaptıklarını söyledi.
“Zekâ geriliği olsa da beyanları tutarlıdır” dedi uzmanlar.
“Çelişkili konuşuyor, rızası varmış” dışında bir şey diyemedi sanık avukatları. Mahkeme ise soruşturmayı genişletip, sanıklar dışındaki tecavüz iddialarını araştırmaya başladı.
Ve inanın görüp de susanlar yine utanmadı.
***
Son dosya adalet, zaten bu davaların bir önemi olmaması üzerine. Ankara’da henüz 14 yaşında evlendirilen, 14 yılda 6 çocuk sahibi olan Arzu Boztaş, kocasının üzerine “kuma” getirmesini kabullenmeyince, bacaklarından ve kollarından olmuştu, anımsarsınız.
Zihinsel engelli olduğu belirtilen bir kıza tecavüz ettiği öne sürülen kocası, ailenin şikâyetçi olmasını önlemek için evlenmeye karar vermiş, Boztaş’tan kendisinden boşanmasını ancak yanında yaşamaya devam etmesini istemişti.
Boşanmayı kabul eden ancak birlikte yaşamayı kabul etmeyen Boztaş, eşinin yakın mesafeden kol ve bacaklarına ateş etmesiyle küçük bir bedenle kalıvermişti öylece. O dava sonunda 20 yıl hapse mahkûm edildi kocası.
Bir başka davada, nişanlısını öldürene tahrik indirimiyle 20 yıl verildi.
Bir başkasında, kadını hürriyetinden alıkoyana 10 yıl.
Kadına şiddet uygulayana 6.
Açık Cezaevi Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle 10 yıldan az ceza alanlar 1 ay, 10 yıldan fazla alanlar cezanın onda birini kapalı cezaevinde geçirmişse açık cezaevine alınacak.
Bakmayın adının cezaevi olduğuna, “açık cezaevi” dediğiniz, öğrenci yurdundan belki bir adım ilerisidir.
Cinayet işleyip de indirim hükümleriyle müebbet hapse mahkûm edilmemiş olanlar bile cezasının bitimine 5 yıldan az kalmışsa geçebiliyor açık cezaevine.
Pankart taşıyan, yazı yazan, slogan atan, haber yazan gazeteciler, memurlar, sendikacılar mı?
Onlar, eylemleri “terör” sayıldığından, kalacak kapalı cezaevinde.
Üç dosyadan bir yol çıkıyor önümüze.
Sağır eden suskunluk, korkutucu cezasızlık ve iç kanatan adaletsizlik üzerine.