Loading...
Bir toplumda herkesin rızasını her zaman üretmek mümkün değildir. Bu minvalde, erkeklerin kahir ekseriyetinin rızasını üretebilmek, fiziksel avantajları nedeniyle kadınların rızasının üretilmesini ikinci plana atabilmektedir.Kadının böyle bir düzen içindeki rolü de onun sosyal yaşamdan mütemadiyen uzaklaşmak zorunda kalmasına neden olmuştur. Bugün Türkiye'de bile durum böyledir. Toplam talep azaldıkça kadının sosyal hayattaki görünürlüğü kaybolmaya azalmaya başlar. Ekonomi daraldığında en çok istihdam kaybı kadın istihdamında görülür. Bir toplumda herkesin rızasını her zaman üretmek mümkün değildir. Rızasını üretebildikleriniz rızasını üretemediklerinizin üzerinde baskı kurabilecek ve bunu sürdürebilecekse de müesses nizam ayakta kalabilir. Bu minvalde, erkeklerin kahir ekseriyetinin rızasını üretebilmek, fiziksel avantajları nedeniyle kadınların rızasının üretilmesini ikinci plana atabilmektedir. Bunun dışında ana üretim unsurunun tarım olduğu dönemde toplam talebi baskılayan politika setleri kadını iktisadi sistemde bir aktör olarak görmek istemez. Fiziksel gücünün sınırlı olması nedeniyle kadının çiftçilik ve askerlik gibi mesleklerde değerlendirilmesi en azından erkekle eşit değildir. Üretimde bir erkek kadar verimli olamayan kadını, toplam talebi de baskılamak isteyen bir sistemin içine koyduğunuzda tüketici de olamayacağı için erkek ile eşit olmamasını beklemek son derece normaldir. Buna bir de kadının doğurabilme kabiliyetini eklediğinizde sistemin devamlılığı için doğurması gerekliliği de ortadayken üretici olarak iktisadi aktör olamayan kadının, tüketici olarak zaten olmamasını dayatınca iyice kamusal alandan dışlanması gerekirdi. Tarihe nesnel bakarsanız bunun bir suç ya da hata değil sosyal düzen inşa sürecinde bir tercih olduğunu görürsünüz. Aslına bakarsanız sanayi devrimine kadar da bu düzen sorunsuz çalıştı çünkü üretim kas gücünün bir fonksiyonu olduğu sürece kadın erkekle nasıl eşit olabilirdi ki?
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ya da genel olarak kadın hakları ekseninde şartların kötüleşmesi ile enflasyon arasında her zaman bir korelasyon olacaktır.Sanayi devrimi sonrasındaki süreçte üretim kas gücüne bağlı olmaktan çıktıkça kadının da istihdam edilebilmesinin önü açıldı. Tabii ki, özellikle İngiltere’den başlayan feminist mücadele süreci başlı başına incelenmesi gereken bir alandır ama bu alanının sosyal olarak gelişmesi ve yayılmasının mümkün olmasının sanayi devriminden sonraya rastlamasının da bir anlamı vardır. Aksi takdirde, Virginia Woolf da bu kadın bir cadı denilerek pekâlâ yakılabilirdi. Bu durumun günümüzde Türkiye’de kadınların konumu üzerine de birtakım yansımaları vardır. Kadının sosyal hayattaki görünürlüğü onun sadece tüketici değil üretici olarak da varlığını ortaya koyabilmesine bağlıdır. 12 Eylül sonrası süreçte genel olarak sınıfsal çıkar odaklı örgütlülük sekteye uğratılsa da, Türkiye’deki farklı toplum kesimlerinin birbiriyle iletişimi de kesildi. Üniversitelerde başörtüsü ya da meslek liselerine katsayı uygulamaları bu iletişimin yeniden kurulmamasını isteyen devlet aklı tarafından uygulandı. Bunun en temel nedeni, sermayedar-işçi-devlet üzerine inşa edilmiş olan bir makroekonomik sistemde kaynak yaratması için kaynak aktarılacak kesim konusunda devletin ve milletin talepleri arasındaki uyuşmazlıktı. Bu tarz bölüşüm sorunları kaynak yetersizliği nedeniyle aşılamadığı için toplumun enerjisinin farklı alanlara kanalize edilmesi gerekiyordu. Ayrıca kaynak üretim mekanizmalarının akamete uğramaması için de farklı toplum kesimlerinin birbirlerinden haberdar olmamasını sağlamak ve gerekirse diğerini kullanarak öbürünü korkutmak sık kullanılan bir yöntem oldu. Bu şartlar altında, kadınların hak taleplerini değerlendirdiğimiz zaman bu durumun mevcut bölüşüm düzeni üzerinde yeni bir baskı yaratacağı aşikârdır. Bu nedenle, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması ya da genel olarak kadın hakları ekseninde şartların kötüleşmesi ile enflasyon arasında her zaman bir korelasyon olacaktır. Bölüşüm sorunları sadece sermayedar ile işçiyi değil devleti de yakından ilgilendirdiğinden dolayı üçlü bir uzlaşma oluşmadıkça toplumsal rıza üretiminde sorunlarla karşılaşılacaktır.