Batı, Avrupa ve ABD, askeri bir tırmanışa izin vermeyecek, ancak Yunanistan’la Türkiye arasındaki kronik düşmanlık, her iki tarafta da geniş halk desteği aldığından tarihi kan davaları ve kültürel farklılıklar bu çatışmayı besliyor.
Loading...
Ankara ile Atina arasında tırmanan kriz, Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı gergin atmosferle yakından alakalı. Ankara, kendi topraklarındaki ilk Rus-Ukrayna görüşmesini düzenleyerek pozitif bir rol oynamaya çalıştı. Şu anda da Rusya'dan, Karadeniz üzerinden buğday tedarikini garanti altına almaya çalışıyor. Özellikle bu çabalar Ukrayna'dan uzak bir şekilde yürütüldüğünde bunun doğurabileceği tartışmalara rağmen Ankara'nın çabaları ciddi bir küresel gıda krizinden kaçınmak için önemli bir girişim, ancak devam eden savaşın başka yansımaları da oldu.
Avrupa'da savaş güvenlik ve barış konularında kötümser yorumlara yol açmakla birlikte İsveç ve Finlandiya, NATO'ya katılma taleplerini sundular. Moskova elbette bunu kınadı. Ancak sürpriz bir şekilde Türkiye bu talebe güçlü bir şekilde itiraz etti, çünkü bu itiraz, mevcut şartlar altında Rusya’ya hizmet ediyor gibi görünüyordu. Türkiye’nin bu itiraza ilişkin kendine özgü nedenleri var. Bunlardan bir kısmı PKK’nin bu iki ülkedeki faaliyetleri ve bu faaliyetlerin her iki ülkede gerek parlamento gerekse medya düzeyinde korunması kollanmasıdır. Finlandiya ve İsveç, Ankara ile bu konuda anlaşabileceği noktasında hazır olduğunu ifade etse de Türkiye’nin sert itirazı aynı tonda devam ediyor.
Bu ortamda, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in geçtiğimiz Mayıs ayında Kongre'de bayram havasında yaptığı konuşmada Türkiye'ye F-16 uçağı verilmemesi çağrısında bulunması, Ankara ile Atina arasında yeni bir krizin patlak vermesine neden oldu. Sadece F-16'yı değil F-35 tedarikini de içerecek şekilde hava sahasındaki savunma boşluklarını en üst düzeyde doldurmayı hedefleyen Ankara açısından mesele oldukça hassas.
Buna paralel olarak Ankara, Atina'nın Türkiye anakarasından çok da uzak olmayan Ege Denizi'ndeki dağınık adaları silahlandırdığını söylüyor. İşin ilginç tarafı Washington, "NATO" üyesi iki komşu ülke ile ilgili bu gelişmeye yeterli ilgiyi de göstermiyor. ABD söz konusu adalarda ona yakın askeri üs kurmakla kalmadı, Atina ile bir savunma işbirliği anlaşması da imzaladı. Yunan yetkilileri Türk savaş uçaklarının son zamanlarda ülke hava sahasını onlarca kez ihlâl ettiğini ileri sürüyor. Bu şartlar altında Cumhurbaşkanı Erdoğan iki ülke arasındaki "stratejik konseyi" iptal etti ve Yunanistan Başbakanı ile görüşmeyi reddettiğini açıkladı.
ABD'ye göre Türk yetkililer, kendi deyimleriyle Avrupa'nın şımarık çocuğu Atina'nın tarafını tuttuğunu düşünüyor. Bu, Atina'nın Ankara'ya karşı başkalarından güç alarak geliştirdiği sert tutumunu açıklıyor. Güç dengeleri, uçak filosunu modernize etmeye duyduğu ihtiyaç dışında bütün alanlarda Türkiye’nin lehine gelişiyor.
Ancak Amerikalıların niyetlerinden duyulan kaygı, Erdoğan’ın açıklamalarında da görüldüğü gibi Ankara açısından en büyük endişe kaynağı. Dikkat çekici olan Yunanistan’ın dilinin son krizle ilgili en keskin hale bürünmesiydi hatta emekli bir General, İstanbul’u bombalamakla tehdit etti. Bu açıklama, belki de yetkisi olmadığı için resmi düzeyde bir itirazla da karşılaşmadı. Kriz, sonunda patlak verirken, Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyinde "iki devletli bir çözüm" talep etmesi nedeniyle 1970'lerin ortalarından bu yana adadaki durumla ilgili anlaşmazlıklara benzeyen eski birçok sorun sayesinde bu kriz daha da büyüyor. Aynı şekilde deniz sınırlarının belirlenmesi de bir başka sorun kaynağı.
Ankara buna Yunanistan'daki Türk azınlığın sorunlarıyla Lozan Anlaşması konusundaki ihtilafları da ekliyor. (Lozan Anlaşması, adını İsviçre kentinden alan ve 1923 yılında I. Dünya Savaşından ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden hemen sonra Türkiye, Fransa ve İngiltere arasında düzenlenen anlaşmadır). Türkiye bu anlaşmanın gözden geçirilmesini istiyor.
Atina ise Anlaşma’nın gözden geçirilmesini kabul etmediği gibi İstanbul'daki Ayasofya Müzesi'nin camiye dönüştürülmesi konusunda da çekincelerini karşı tarafa iletiyor. Bu kadar anlaşmazlığın olması, insana iki ülke arasında anlaşmazlık konusu olmayan herhangi bir mesele var mı sorusunu sordururken üyeleri arasında anlaşmazlıkları çözemeyen NATO’nun ne işe yaradığını sorgulatıyor.
Birçok ülkede yaşanan kriz ve sorunlarda parmağı olan ABD, bölgesel anlaşmazlıkların çözümüne katkı sağlamaya hâlâ en uygun taraftır ve bu da sürecin paradoksal yönüdür.
Görünürdeki hoşnutsuzluk ve kışkırtıcı açıklamalara rağmen, çatışmayı gerektiren hiçbir şey yok. İki ülkenin iç (ekonomik) sorunları var, bu da onları yıkıcı bir askeri çatışmaya çekilmelerini gereksiz kılıyor. Batı, Avrupa ve ABD, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşının tehlikelerine ek olarak askeri bir tırmanışa izin vermeyecek, ancak Yunanistan’la Türkiye arasındaki kronik düşmanlık, her iki tarafta da geniş halk desteği aldığından tarihi kan davaları ve kültürel farklılıklar bu çatışmayı besliyor.
İki taraf arasında son yirmi yılda yapılan onlarca görüşme, yüzyıldan fazla devam eden düşmanlığın gizli alevini söndürmeyi başaramadı. Karşılıklı nüfus mübadelesinin yaşandığı Lozan Anlaşması, arkasında Yunanistan’ın Osmanlı Devleti yönetimi altında olduğu gerçeğini ifade eden tarihsel muhayyilenin beslediği acılar bıraktı.
Buna karşın Yunanlılar da Türkiye’nin milattan önceye kadar uzanan bir tarihsel süreçte Bizans’ın kalesi olduğunu düşünüyor. Bu düşüncelerin bir kısmını, Yunanistan Başbakanı, ABD Kongresi’ne hitaben yaptığı konuşmada “Doğu Despotizme karşısında Helen değerleri”ni dile getirirken ifade etmişti.
Açık ki, iki ülke on yıllardır aralarında yaşanan birçok yakınlaşmaya rağmen, Nazilerin yenilmesinden sonra Almanya ve Fransa arasında veya on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda İngiliz işgalinden sonra ABD’de yaşananlara benzer şekilde geçmişten ve onun acılarından kopan, geleceğe bakan, ortak işbirliği projelerine hazırlanan ve karşılıklı çıkarları en üst düzeye çıkaran tarihi bir uzlaşma sağlamayı başaramadı. Belki de bu sorumluluk, Yunanlılar ve Türkler arasında köprü kurmayı başaramayan iki ülkedeki seçkinlere aittir.
Ayrıca, önceki dönemlerde iki ülkede istikrarın olmaması ve daha doğrusu içerdeki siyasi sistemin gelişememesi, iç sorunları gizlemek için dış tehdidi kullanmak kolay olduğundan aralarındaki mesafeyi artırdı. Ancak, dışarıdan katkı olmaksızın iki komşu ülke arasında çözüm bulmayı, hatta gerilimi azaltmayı hayal etmek bile zor ve Ankara, taleplerinden vazgeçmeden AB, Helsinki ve Stockholm ile bu iki ülkenin NATO’ya katılması konusunda anlaşmaya varmanın bir yolunu bulması gerekiyor.
ABD, Ankara'ya yönelik gizli ve açık baskılar yapmanın ve iki "NATO" üyesi arasında tırmanan gerilimi eli bağlı bir şekilde seyretmenin kendi çıkarına olmadığını da görmelidir. Birçok ülkede yaşanan kriz ve sorunlarda parmağı olan ABD, bölgesel anlaşmazlıkların çözümüne katkı sağlamaya hâlâ en uygun taraftır ve bu da sürecin paradoksal yönüdür.
---
Çeviren: İslam Özkan
Mahmud Er-Rimavi’nin (
https://www.alaraby.co.uk/opinion/دور-خفي-وظاهر-لواشنطن-في-التوتر-اليوناني-التركي?amp=1 adresinde yayımlanan yazısından çevrilmiştir. (25.06.2022)
Bunlar da ilginizi çekebilir