Türkiye tuzağa düşmeyecek: Geleceğini aklıselim ve demokrasiyle kurtarabilir (I)

Abone Ol
Antidemokratik koşullarda daha da otoriter politikalara alan açmamak amacıyla kitlesel, gövde göstermeye yönelik sokak hareketlerinden uzak durmak başka.. Her koşulda ve zamanda ve her türlü sokak siyasetine karşı olmak başka. İBB ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik siyasal (hukuk-dışı) dava ve soruşturmalar.. OHAL tartışmaları.. Meclise gelen yeni tezkereler.. Erdoğan’ın “Sokaklara döküleceklermiş.. Ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi?” açıklaması.. İktidarın önümüzdeki dönemde “seçim-dışı” yollardan iktidarda kalmayı şimdiye kadar olduğundan çok daha yoğun ve sert şekilde deneyeceğini açıkça gösteriyor. Ama bu gayretlerin sonucu artık iktidardan çok muhalefetin ve toplumun yapacaklarına bağlı. Nitekim iktidarın bu adımlarına özellikle Millet İttifakı’ndan gelen yanıtlar muhalefet içinde de bir tartışma yarattı. Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in şu açıklamaları önemli ve tarihiydi: "Beyefendi bizim sokağa çıkmamızı istiyor anlaşılan. Çıkmayacağız. Zorlayacak çıkmayacağız, baskı kuracak çıkmayacağız, ama gereğini sandıkta yapacağız" (Kemal Kılıçdaroğlu, 5 Ocak 2022). “Bu yolda tuzaklar olacak; düşmeyeceğiz… Sokağa çekmek isteyenler, milleti birbirine düşürmek isteyenler olacak; izin vermeyeceğiz ve o kaçınılmaz gün geldiğinde onlar istese de istemese de bu kirli zihniyeti o sandığa gömeceğiz.” (Meral Akşener, 25 Kasım 2021)... “Bir cumhurbaşkanı ve AK Parti'nin genel başkanı olan kişi 'Sokağa döküleceklermiş, meydanlara ineceklermiş. İnin de görelim' diyor. Ben böyle bir çağrıda bulunmadım. Sayın Uysal da Sayın Kılıçdaroğlu da yapmadı. Sayın Karamollaoğlu beyefendide de yok. (Böyle) bir kelime, cümle kimseden çıkmamış.” (Akşener, 5 Ocak, 2022). Bu yanıtlar temelde çok doğru. Türkiye’de muhalefetin demokrasiye kavuşabilmek yolunda (1950’lerden beri ama özellikle son yirmi yılda) edindiği tecrübeyi, sağduyuyu ve ortak stratejik aklı ve söylemi yansıtıyor. Dünyadaki örneklerden de dersler alabildiğini gösteriyor. İktidarın kendine açmak istediği seçim-dışı alana set çekmeye yönelik. Ama elbette bu muhalafet siyasetinin geliştirilmesi gereken yanları var. Nitekim kısmen de olsa haklı yönleri olan eleştiri ve tepkiler de aldı.  Muhalefetin nüanslarda daha tutarlı, ilkeli ve dört başı mamur bir ortak anlatı kurması elzem. İKTİDARIN “SOKAK” ALERJİSİ YENİ DEĞİL AMA MOTİVASYONU ÇOK FARKLI  İktidar on yıl önce de halk hareketlerine büyük antipati duyuyordu. 2013 Gezi protestolarını motive eden otoriterleşme sürecinde yüzlerce yasal ve haklı gösteriyi ve tepkiyi yasaklaması vardı. Protestolar başlamadan daha bir ay önce sırf 1 Mayıs halkın istediği gibi kutlanmasın diye tüm Istanbul’da toplu taşımayı durdurmuştu. Seyahat özgürlüğünü ağır şekilde ihlal etmişti. Başka ülkelerdeki otoriter ve yolsuz iktidarlara karşı toplumsal hareketlerden kendi payına bir endişe çıkarması otoriter aklını yansıtıyordu. Kendini baskıcı rejimlerle özdeşleştirdiğini ele veriyordu. Gezi protestolarını toplum görmesin, bilmesin diye (ve anayasa-dışı güçler kullanarak) medyayı penguen belgeselleri yayınlamaya zorlamıştı. Peki bugün neden tam tersine sokak hareketlerini kendisi gündeme getiriyor? O zaman var gücüyle demokratik toplumsal hareketleri engellemeye çalışan, Gezi’den sonra da anayasal hakların kullanımını bastırma ve engellemeye yönelik zor kullanma araçlarına büyük yatırım yapan iktidar, bugün neden sokak hareketlerini adeta teşvik ediyor? Çünkü o zaman tabanı güçlüydü, gücünü konsolide etme sürecindeydi ve toplumsal tepkilerin engel olmasından kaygılıydı. Bugünse iktidar tabanını yitirdiğinin farkında ve çözülen tabanını toparlamak için sokak hareketlerinden adeta medet umuyor. Erdoğan’ın  şu sözleri, kendini hangi tarafta konumlandırdığını ve ne istediğini anlamak açısından manidar: “Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün 15 Temmuz’da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi evvelallah alırsınız. Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katar, gideceğiniz yere kadar kovalarız.” 15 temmuz (gene iktidarın kendi resmi görüşüne göre) ordu içinden bir darbe girişimiydi. Darbe lehine halktan sokağa çıkan olmamıştı. Muhalefetten darbeyi destekleyen de olmadı. Sokak hareketi darbeye karşı çıkanlardı. İktidar tarafından da desteklenmişti. Böyle bir olay demokratik niyetleri olan bir iktidar altında bir demokratik uzlaşmaya yol açmalıydı. Türkiye’de ise tam tersine Cumhur İttifakı tarafından daha çok otoriterleşme, muhalefeti bastırma ve hukuksuzlaşma amacıyla kullanıldı. Muhalefetin haklı eleştirilerine göre ve siyaset bilimindeki doğru tanımıyla bir “sivil darbe”ye gerekçe yapıldı. Bugün de (muhalefetten bu yönde hiçbir çağrı yokken hatta tabanından bu nedenle eleştiri alırken) eğer iktidar bir sokak hareketi tartışması başlatıyorsa: bundan iktidarın nasıl bir beklenti içinde olduğu sonucunu çıkarmak gerekir? Dünyadan ve tarihten örnekler şunu fazlasıyla gösteriyor: otoriter yönetimler eğer alabildiğine manipüle etseler bile seçimleri kazanamayacaklarını anladıkları zaman seçimleri tamamen devreden çıkaracak politikaları devreye sokuyorlar. Seçimleri erteleme, iptal, veya tamamen anlamsız kılmayı deniyorlar. Bunların örneklerini bir sonraki yazımda vereceğim. Ama tüm hemen her zaman toplumsal gerginlikler, şiddet, savaş ve doğal afetler gibi “olağanüstü” “gerekçelere” ya da mazeretlere dayandırılıyor. Tüm bu nedenlerle muhalefetin yanıtı son derece doğru ve toplum yararına. Üstelik Erdoğan’ın kafasında olduğu anlaşılan “bir kısım milletin” değil milletin tümünün yararına. Muhalefet 2013’te sokakta bugüne göre çok daha özgürdü. Ama sadece ne istemediğinde birleşiyordu. Ne istediği konusunda alabildiğince bölünmüştü. Bugünse bu konuda çok yol aldı. Ne yapacağını netleştirmenin ve anlatmanın yollarını arıyor. AMA SOKAK SİYASETİ ELBETTE MUHALEFETİN “KİTABINDA” OLMALI Ancak antidemokratik koşullarda daha da otoriter politikalara alan açmamak amacıyla kitlesel, gövde göstermeye yönelik sokak hareketlerinden uzak durmak başka.. Her koşulda ve zamanda ve her türlü sokak siyasetine karşı olmak başka. Bu anlamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun şu ifadesini netleştirmesi gerekebilir: “Sokağa çıkma diye bizim kitabımızda bir şey yok. Ama haksızlığa uğrayan herkesin hakkını demokratik yoldan arayacağız." “Kitabında olmamak” hem geçmişe hem geleceğe yönelik bir yargı izlenimi veriyor. Oysa tepkilerini ve taleplerini (“izne” tabi olmasızın) barışçı şekilde sokakta ifade etmek, bunu toplu olarak yapmak, ve güvenlik güçleri bu hakkın kullanılmasını korumak yerine engellerse direnmek anayasal bir hak. Nokta. Her siyasal eylemin taraftarı ve muhalifi olur, bu da bir haktır, ama anayasal bir eylemi engellemeye devleti yönetenler dahil kimsenin hakkı yok. Ve ne haksızlıkları engellemek, ne de sandığı seçim-dışı müdahalelere rağmen kazanmak son kertede tabandan yani sokaktan gelen güce dayanmadan mümkün. Asıl soru sokakta olmak veya olmamak değil; nasıl, ne zaman ve ne amaçla var olmak. İyi bir gelecek için toplum demokrasi ve adalet özlemlerini direncini ne yoldan ifade etmeli? Enerjisini nereye kanalize etmeli? Bu konularda net bir mesaj verilmesi ve ortak akıl kurulması çok önemli. İktidara ve çevresindeki çemberlere verilecek mesajlar da çok mühim. Devam edeceğiz.