Türkiye siyasal dönüşüme hazır mı?
POPÜLİZMİN YÜKSELİŞİ
Son yıllarda yükselen popülizm ise yaşanılan siyasal ve ekonomik sorunlar karşısında yeni bir siyasal temsil arayışından doğdu ve yükseldi. Ancak popülist liderlerin uyguladığı politikalar bu eşitsizlik bandını kapatmak yerine daha da derinleştirdi. Üstelik tüm bu ekonomik sorunlara temel hak ve özgürlüklerin gaspı da eklendi. Haliyle popülizme karşı alternatif oluşturacak hareketlerin siyasal ve sosyal adaleti sağlayacak politikalar sunması elzem. Zamanın ruhu da bunu gerektiriyor.
Türkiye de kendine özgü dinamikleri barındırmakla beraber dünyadaki popülist otoriter dalganın ve derinleşen eşitsizliklerin etkisinde. Üstelik Türkiye COVID-19 buhranını sorunların kısa vadeli dahi olsa çözümünü sağlayacak bir yönetim mekanizmasından yoksun bir şekilde karşıladı. Mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sistemi ülkenin yönetimini engelleyen bir mekanizmaya dönüştü. Öyle ki iktidar ortağı MHP işlemeyen sistemi güncelleme gayreti içinde.
Kamuoyunda doğru/yanlışın ötesinde artık “absürd” kabul edilen kararların hakim olduğu bir süreçte yoksulluk ve eşitsizlikler derinleşiyor. Kısıtlama tedbirlerine ilave olarak sunulması gereken destek paketlerinin yokluğunda ise insanlar çaresizliğe mahkum durumdalar.
Tüm bu tabloda muhalefet kanadından sıklıkla duyduğumuz bir söylem var: “artık gidiyorlar”. İktidarın pek çok kamuoyu anketinde puan kaybettiği açıkça görülen bir durum artık. Ancak bu tarz rejimlerin her şeye rağmen uzun süre ayakta kalabildiği ihtimalinin de mevcut olduğunu kabul etmek gerekiyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi, adil ve yaşanabilir bir ülke olması için öncelikle muhalefetin seçim kazanması gerekiyor. Ancak hem seçimi kazanmak hem de seçim sonrası adil ve demokratik bir ülke inşa etmek için gereken politikaları bugünden oluşturmak şart. Bu politikalar ise küresel eğilimden bağımsız değil.
SİYASAL VE SOSYAL ADALET
Dünyada “zamanı gelmiş bir fikir” olarak kabul edeceğimiz dönüşümün iki temel dayanağı var: siyasal ve sosyal adalet. İlki demokratik talepleri, denge-denetleme mekanizmalarını, hukuk devletini ve katılımı güçlendirmeyi, ikincisi ise güvencesizliğin, artan adaletsizliğin ve ekonomik eşitsizliğin önlenmesini hedefleyen politikalar. Haliyle ülkenin geleceği için verilen mücadelenin iki temel dayanağı olmalı. Otoriterlikle mücadelede bu iki temel dayanağın yaratacağı dinamizme ihtiyaç var.
Türkiye’nin siyasal adalet talebi “demokrasinin asgari müştereklerinde” bir araya gelme ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem” önerisinden geçecek gibi görünüyor. Ancak güçlendirilmiş parlamenter sistemin sadece soyut ve teorik bir elitler paktı değil, somut ve pratik bir mutabakat olarak sunulmalı. Değişikliğin yurttaşların gündelik hayatını nasıl iyileştireceği çok iyi ifade edilmeli. Bu süreç bütün muhalefet partileri tarafında yürütülen sürekli bir iletişim stratejisine dönüşmeli.
Öte yandan eşitlik ve ekonomik güvence olmadan özgürlükten söz edemeyiz. Kişi, ailesinin geçimini sağlayamıyorsa, işsizse veya uzun saatler boyunca çalışmak zorundaysa, emekli olduğunda hak ettiği refaha ve onurlu yaşama kavuşamıyorsa o kişinin özgür olduğunu söylemek mümkün değil. Yoksulluğun, borçlanmanın, işsizliğin giderek arttığı bir toplumda muhalefet partilerinin her birinin ekonomi programlarını ve sosyal politikaları çok daha etkin bir şekilde aktarmaları gerekiyor. Metropoll’ün Şubat ayı verileri bu açından oldukça dikkat çekiciydi. Seçmenin yüzde 49'u muhalefetin iktidara geldiğinde ekonomik sorunları çözemeyeceğini düşünüyor.
[caption id="attachment_163429" align="aligncenter" width="590"] Kaynak: Metropoll Türkiye’nin Nabzı, Şubat 2021.[/caption]
Yine aynı kurumun Nisan ayı araştırmasına göre seçmenin % 16’sı oy verecekleri partiye karar verirken ekonomi politikalarının, % 12’si halka yakın olmasının, % 11’i ise sunduğu vaatlerin etkili olduğunu belirtmiştir.
Son olarak, “liderlik” Türkiye siyasetinde belirleyici bir faktör. Etkili programlar kadar bu programları kimin uygulayacağı, partilerin yönetimi devralırsa kriz çözebilecek güven veren kadrolara sahip olduğu bugünden çok net bir biçimde halka aktarılabilmeli. MetroPoll’e göre CHP'nin iyi bir kadrosu ve ekibi var diyenler % 35,5 iken, İYİ Parti için bu oran %39,6 (Şubat 2021). Gözlemlediğim kadarıyla Gelecek ve DEVA Partileri ekonomi kurmaylarını çok daha etkili kullanabiliyorlar. CHP ve İYİ Parti’nin ise bu alanda daha etkin olmaya ihtiyacı var.
Tüm bu tabloda siyasal muhalefetin “artık gidiyorlar” söylemine kulaklarını tıkayarak “biz ülkeyi böyle yöneteceğiz” vurgusu etrafında bir seferberlik oluşturması gerekiyor. Türkiye küresel bir dönüşümün eşiğinde kendi makus talihi ile mücadele ediyor ve bu mücadelenin başarıya ulaşması için o dönüşümün bir parçası olmak şart. Bu tarihi sorumluluk ise mevcut şartlarda Türkiye muhalefetinin sırtında.