Türkiye nasıl bir geçiş döneminde?
Salt yirmi yıllık AKP veya başkanlık dönemi Türkiye’de demokrasinin çökme dönemi değil; “koskoca” Cumhuriyet’in yüz yıllık geçmişi başlı başına bir demokratikleşmeye geçiş dönemi.
Ülkede sanayi, tarım ve akıl üretimi durdu. Çok yönlü kıtlık başladı. Enerji rezervleri azaldı. Faturalar ve fiyatlar yükseldi. Yaşam sonlandıran insafsız ahlakçılık çoğaldı. Hapisle sonuçlanan yargısız infazlar sıradanlaştı. Toplumda iflas, isyan, ve infialler arttı. En önemlisi, zihinsel bulanıklık ve her türlü şiddet düzeyi de tavan yaptı.
Geçtiğimiz hafta da yine bunlara yığınla örnek yaşandı.
Siyasetten çok daha güvenilir olan meteoroloji zamanında uyardı. Fakat buna rağmen insanlar karda, soğukta ve yollarda kaldı. Yine çok öncesinden her türlü bilimin ve sağduyunun öngörülerine rağmen inatla yapılmış olan İstanbul Havalimanı’nın uçuş pisti günlerce temizlenmedi. Meğer dünyanın parası ve emeği harcanarak “zaten geçici olarak yapılmış” çatısı çöktü. Uluslararası yolculara uyku kartonları ikram edildi. Sonunda sabırları taşıp “otel isteriz“ diye ses çıkardıklarında ise ücretsiz Çevik Kuvvet gövde gösterisi sunuldu.
Listeyi sürdürecek olursam eğer yazıma ayrılan yer dolacak. Başlığı da “Cehaletler ve felaketler ülkesi Türkiye” filan gibi değiştirmem gerekecek. Hatta okuyucudan önce yazan boğulacak; yazı filan da kalmayacak.
O bakımdan, derin bir nefes alıp devam etmeli. Yılmadan, yorulmadan yine iyileşme umuduyla ve onun için yazmalı.
KOLEKTİF İDRAK, MUHAKEME VE VİCDAN
Demokrasi, alışıldığı üzere ve tıpkı ulus-devlet, rejim, seçim sistemi, kamuoyu, vb siyaset bilimin incelediği bir kavramsal nesne olarak ele alınabilir elbette.
Fakat demokrasi toplumsal bilinci gelişmiş, gerçek - yani etten kemikten - failler gerektiren ve çeşitli gelişimsel süreçlere özgül bazı faaliyetlerin entegre topluluğudur. Bir toplumun demokratikleşmesi bu bilinçli aktörler ile ve tarihsel gerçekliğin akışı içinde gerçekleşir.
Kaldı ki, toplumda demokratik kolektif idrak, muhakeme ve vicdan gelişmeden, demokrasinin işleyebileceği ve sürdürülebileceği düşünülemez. Ayrıca edilgen bireysel veya kolektif özne davranışları ile demokrasinin gereksinim duyduğu, özgür istençli ve etkin failli faaliyetler arasındaki farklar da önemli. (bkz. 1)
Nitekim, modernleşme ve demokratikleşme için pek çok bakımdan sıklıkla kullanılan (doğru!) “yol” metaforundansa, her yöne kıvrılabilen, eğilip bükülebilen “halat” çok daha uygun olabilir. Özellikle de paralel veya çapraz olarak birbirleri ile iç içe geçmiş, dayanıklılığı farklı pek çok sicim ve ipliğin hepsini birden simgelemesi açısından.
Yani bu iplerin ve liflerin her biri eşzamanlı seyreden, fakat hem yeterince ayrışmış, hem de diğerleriyle koordine bir boyutu ve ona özgül gelişimsel faaliyetleri temsil edebilir.
Dolayısıyla, “kolektif özne öncülü” her hangi bir tarihsel noktada, bunların her birinde farklı seviyelerde ve tiplerde gelişmiş durumda olabilir.
Zaten, girişte bir iki güncel fırça darbesinden sonra bıraktığımız ve sorunlar enflasyonunun tırmanışta olduğu tablo, alışılmışın dışında çok yağan kar yolları kapadığı için falan çıkmadı ortaya.
Modern Türkiye ulus-devleti görünürde tıngır mıngır, ağır aksak da olsa gelişmekteyken; görünmeyen ve temel iktisadi, siyasi, toplumsal ve psikolojik “idrak yolları” çoktandır tıkalı kaldığı için oldu.
Yüz yıldır kendi içindeki tarikat veya başka yobaz, bağnaz veya muhafazakar unsurların dirençleri ile yüzleşemediği için oldu. Son elli yıldır da kutuplaşmış soğuk savaş dünyasındaki NATO, AB, vb. ile dış ve iç dünyasındaki çok partili sıcak siyaset ilişkilerini düzenlemeyi öğrenemediği için oldu. Bu pazarlıklarındaki önemli çatışmalarını sağlıklı biçimde çözemeyip inkar veya türlü kaçış ve sert savunma yollarını seçtiği için oldu.
Dolayısıyla demokratik devlet yapısını, kurumlarını ve yönetişim sistemlerini kurup, insani ve toplumsal dokusunu sağlam örüp geliştiremediği için oldu.
Bu kurumları düzgün işleterek sürdürülebilir kılacak olan yurttaşlarını yeterince önemsemediği, bilgili ve bilinçli emek sarf etmediği için oldu.
Yani muhtelif evham ve önyargılarından arınıp, evlatlarını özenle kendine ve başkalarına duyarlı bireyler olarak yetiştiremediği için oldu.
Demokratik kurumlarını iyi besleyip, destekleyemediği için oldu.
Sonuç olarak, tıpkı bu görseldeki gibi, ülkenin metaforik toplumsal gelişim halatındaki hemen tüm hatlarının lifleri yavaş yavaş aşındığı için oldu. Ve tüm bunlar daha demokratik düşünme ve yaşama dili gelişemeden önce birer ikişer farklı tarihsel zamanlarda kopmuş olduğu için oldu.
GEÇİŞ DÖNEMİ
Peki yığınla çözülmesi gereken pragmatik problem gündemdeyken, geçmişe bu kadar geniş tarihsel uzamlı ve perspektifli bakmanın şimdi sırası mı? Tüm bunları hatırlamak, farkında olmak veya kabul etmek neden önemli?
Kanımca evet, elbette. Çok geç bile kalınıyor, abuk sabuk gündemlerle ve popülist siyasi veya sözde bilimsel söylemlerle vakit kaybediliyor.
Çünkü bu ülkede her gün hala dünyayı merak eden milyonlarca yaratıcı çocuk değil otoriteyi eleştirmek, biraz akıl yürütecek ve gelenekleri sorgulayacak olsa, faili meçhullerce “senin dilini koparırım” diyerek yetiştiriliyor. Bir iki kayrılmış ödüllendirilirken, milyonlarca başkası şiddetle ve haksız yere cezalandırılıyor.
Demokratik Türkiye toplumu bu çocuklarla mı inşa edilecek? Bunlar mı demokrasinin bugünkü yetişkin veya yarınınki fail aktörleri olacak?
Bugünlerde altı muhalefet partisinin temsilcileri harıl harıl “yeni rejim” tasarımları üzerinde son ortak kararlarını vermeye çalışıyor: Yeni seçilecek sembolik ve güçlü cumhurbaşkanının görevi “dil koparmak” değil ama, peki ne olsun? Yedi yıllık görev süresi bitiminde bahçe mi çapalasın, balık mı tutsun?
Epey bir süredir de, toplumu ya Cumhur İttifakı’nın otokrasiye ya da Millet İttifakı’nın bu iktidarı devirip parlamenter demokrasiye götüreceği, Solda ittifakın da arafta kararsız bırakacağı bir geçiş döneminde olduğu söyleniyor.
Sivil toplumun demokrasi beklentisindeki bazı kesimleri otoriter ve baskıcı iktidara karşı cılız tekniklerle mücadele etmeye çalışıyorlar. Kimi romantikler Gandhi’yi örnek alıp sivil itaatsizlik, kimleri ise Che Guevara’ya özenip bölgesel gerilla direnişleri taktikleri ile özgürlük kazanmayı öneriyorlar.
Kısacası, yarılmış toplumun görünürdeki “demokratikleşme halatının” görünmeyen görüntüsü özetle şu: Bir ucunda “pireyi deve yapmayın”, her şey düzgün ve yolunda” diyenler. Diğer uçta ise “her yeri eğri olan deveyi” farklı yerlerinden ısırmayı deneyen bir avuç dolusu “pire”!
Bu görseli seçerken simgelemesini arzuladığım gibi, Türkiye’nin bugünlerdeki tablosu bir “geçiş dönemi”ne filan değil, ciddi bir “kopuş dönemi”ne işaret ediyor.
Yani bu sembolizasyonda melez Türkiye toplumunun yıllardır farklı siyasi gerilimlerle çekiştirildikçe ve bugün şiddetlenmiş sürtüşmelerle gelmiş olduğu noktanın vahametini gösteriyor. Üç büyük tehlikenin ve tüm siyasi söylemlerini ortak kesen eksenlerin ve törpüleyen iki temel sorunun neler olduğuna ise son yazımda yer vermiştim. (bkz. 2)
Girişteki gösterge örnekler de zaten, bu toplumdaki kolektif muhakemenin mevcut gelişmişlik durumunun sayısız dışa vurumlarından sadece bir kaçı.
Yani kümülatif demokratik bilincin niteliğini anlatıyorlar. Zira salt yirmi yıllık AKP veya başkanlık iktidarının son yönetim dönemi değil, “koskoca Cumhuriyet”in yüzyıllık geçmişi başlı başına bir demokrasiye “geçiş dönemi”.
Zaten öyle olmasaydı, Atatürk Cumhuriyet’i “demokrasiyle taçlandırın” diye bize emanet etmezdi. Kendisi toplumu da “demokratikleştirmiş” olarak hazır miras bırakırdı. Yani hala bir kesim tarafından cehalet ve yobazlık istismar edilerek itham edildiği gibi, elindeki her türlü yönetsel gücü despotik kullanabilecek bir konumda iken!
Peki bugün sürekli olarak iktidarın cahil halka algı operasyonları yaptığından ve eşitsiz siyasi rekabet ortamından şikayet edip de, kendi gözü asla boyanmayanlar, kolay kül yutmayanlar ne yapıyor?
Türkiye nereye geçiyor? Veya neden bazı insani ve toplumsal gelişimsel süreçlerinde bir türlü inkişaf edemiyor?
Niye hala taklit, takiye veya sahtekarlık gibi yöntemlere başvurmak ve evrensel gelişim göstergelerinde istatistiklerini içeriye veya dışarıya karşı saklamak, çarpıtmak gereksinimini duyuyor?
Toplumu bir arada pamuk ipliği gibi tutan ilk ve son bağ ne?
Bu büyük buhran nasıl aşılır?
Bir sonraki yazımda da bu soruları göz önünde bulundurarak “geçiş olgusuna” daha da yakından bakalım.
---
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi