Türkiye mi geri adım attı ABD mi?

Abone Ol
Perdeyi yüksek bir tehditten açtığınızda kendinize manevra alanı bırakmamış ve aslında kendi elinizi kolunuzu bağlamış oluyorsunuz. Buna uluslararası ilişkilerde ‘tying hands’ diyoruz. Erdoğan, Osman Kavala’yla alakalı açıklama yapan 10 büyükelçinin persona non grata yani istenmeyen kişi ilan edilip ülkeden çıkarılacaklarını söyledi. İttifak içinde bulunduğumuz bu 10 Batı ülkesinin büyükelçilerinin persona non grata ilan edilmesi Türkiye’yi belki de artık geri dönülmesi zor bir dış politika krizinin içine sokacaktı ki, büyükelçilerin ikinci ortak açıklamasını Erdoğan olumlu karşıladı ve muhtemelen bu krizi daha da tırmandırmaktan vazgeçti. Henüz yanıt bekleyen iki soru var. İlki Erdoğan neden orantısız bir şekilde krizi tırmandırdı? İkincisi de krizden Türkiye mi geri adım atmış oldu yoksa diğer devletler mi? Bu tarz durumlarda krizin ne kadar tırmandırılması gerektiği önemli bir mevzu. Devletler söz konusu krizleri her zaman yaşıyor ve krizin sonucunu etkileyen birçok kriter var. Bir devletin askeri ve ekonomik gücü bu kriterlerin başında gelse bile tamamen belirleyici değil. Eğer öyle bir durum olsaydı ABD girdiği her krizden galip çıkmış olurdu. Aslında asıl önemli olan bu askeri ve ekonomik gücü anlaşma masasında devletlerin nasıl kullandığı, yani diplomasi kısmı. ERDOĞAN KRİZİ NEDEN BU KADAR TIRMANDIRDI? Diplomatik ilişkiler sürecinde bir kriz olması durumunda devletler birbirlerine karşı belli tehditlerde bulunurlar. Burada devletlerin gönderdiği sinyallerin karşı devletler tarafından nasıl algılandığı ve inandırıcı olup olmadığı çok önemlidir. Krizi yeterince tırmandırmayan ya da çok aşırı tırmandıran aktörlerin inandırıcılığı riske girmiş olur. Çünkü perdeyi çok yüksek bir tehditten açtığınız zaman kendinize manevra alanı bırakmamış ve aslında kendi elinizi kolunuzu bağlamış oluyorsunuz. Buna uluslararası ilişkilerde ‘tying hands’ diyoruz. Hele bunu bir de halka sesleniş esnasında yaparsanız manevra alanınızı daha da küçültüyorsunuz ki sonraki aşamalarda karşı taraf krizi daha da tırmandırdığında geri adım atma ihtimaliniz çok azalmış oluyor. Çünkü geri adım atmanız durumunda seçmenler ve iç siyasetteki diğer aktörler bunu dış politikadaki bir başarısızlık olarak algılayabilir ve oy kaybedebilirsiniz.
Liderler böyle gereksiz kriz çıkardığında ortalığı toplama işi diplomatlara kalır. O zaman diplomatlarının ilk refleksi krizi sakince sonlandırmaktır. İşte bunun için muhteşem bir formülle çözümü bulurlar: Stratejik muğlaklık.
Bu haftaki krizde gördüğümüz tam olarak krizi gereğinden fazla tırmandırarak elini kolunu bağlama ve manevra alanını çok küçültme vakasıydı. Bunun etkileri ekonomik alanda çok kısa bir süre içinde hissedildi. Krizin çok tırmandırıldığı dışişleri bakanlığı tarafından da fark edilmiş olacak ki 2-3 gün sessizliğe büründüler. Erdoğan muhtemelen seçim yaklaştıkça dış politikada belli konulara aşırı tepkiler vererek krizleri tırmandırmak istiyor ki seçime birçok önemli dış politika sorunlarıyla girilsin ve halk statükodan yana oyunu kullansın. Fakat bu tarz krizleri tırmandırarak oy devşirme, yani insanları bayrak etrafında toplama etkisi (rally around the flag effect), çok uzun süreli etkili olan bir yöntem değil ve iktidarın işine yarayacak gibi durmuyor. Hatta işe yaramasından ziyade iktidarın içinde bulunduğu dış politika çukurunu daha da derinleştirerek kaybetmesine sebep olacak etkenlerden birisi. STRATEJİK MUĞLAKLIK VE KRİZİN YATIŞMASI Çok net açıklamalar yapıldığında ve taraflara açıklamaları yorumlamak için fırsat verilmediğinde krizler çıkmaza girebilirler. 10 büyükelçinin Kavala ile alakalı açıklamaları çok netti. Erdoğan’ın bunun karşısında verdiği karşılık da çok netti ve yoruma açık değildi. Fakat, 10 büyükelçinin ikinci açıklamasında tamamen yoruma açık bir durum vardı. Tek bir cümle olmasına rağmen Türkçe ve İngilizce çeviriler arasında belli bir anlam farkı vardı. İngilizce cümleyi okuduğumuz zaman anlaşılan şey 10 büyükelçinin ilk açıklamasının zaten Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesiyle uyumlu olduğunu belirtmiş olmaları. Türkçe çeviriye baktığımızda ise sanki ilk açıklama sözleşmeye uygun değildi ama sonraki süreçte 10 büyükelçinin bu sözleşmeye uyacağını belirttiği gibi bir anlam çıkıyor. Burada diplomatların stratejik olarak oluşturduğu muğlaklık aslında her iki tarafın da işine yarıyor. New York Times ve Washington Post’a göre Türkiye geri atmış gibi görülürken, Türkiye’deki havuz medyasına göre ABD geri atmış durumda.
10 büyükelçi krizinde önemli olan kimin geri adım attığından ziyade krizin her iki taraf için de en zararsız şekilde sonlanması. Asıl kutlamamız gereken kişiler ise ikinci muğlak açıklamadaki cümleyi hazırlayan diplomatlar.
KİM POZİSYONUNU KORUYOR? Peki kim geri adım attı? Her iki tarafın açısından bakarak soru basit bir şekilde cevaplanabilir. ABD ve diğer 9 ülke Kavala’yla alakalı bir açıklama yaptılar ve pozisyonlarını açıklamış oldular. Açıklanan metin muğlak olsa bile ABD dışişlerinin sonrasında yaptığı açıklamada İngilizce anlamın arkasında durarak zaten anlaşmaya uyduğunu ve bu tarz tüm anlaşmazlıkları dile getirmeye devam edeceğini belirtti. Dolayısıyla pozisyonlarını koruyorlar. Türkiye açısında bakarsak eğer, Erdoğan bu 10 büyükelçinin Türkiye’nin iç işlerine karıştığını belirtip persona non grata ilan edeceğini söyledi ve pozisyonunu belirledi. Şu andaki duruma bakarsak, söylediği şeyi henüz yapmış değil. Dolayısıyla ilk anda belirlediği pozisyonu koruyabilmiş gibi durmuyor. Fakat önemli olan kimin geri adım atıp atmadığından ziyade krizin her iki taraf için de en zararsız şekilde sonlanması. Şu an için kriz rölantide. Asıl kutlamamız gereken kişiler ise ikinci muğlak açıklamadaki cümleyi hazırlayan diplomatlar. Karşımızdaki örnek diplomasinin krizlerin tırmanmasını önleme konusunda ne kadar işe yaradığını gösteren en büyük örneklerden birisi olabilir.