Partimizin büyük sorununun yönetim kaynaklı olduğu ortadadır. Bu parti politikalarına da yansımaktadır. Sorunun sadece yıllardır partiyi yöneten kişilerin değişmesi ile çözülemeyecek kadar derinleşmiştir.
Bu seçim bize bazı dersler verdi. Bu dersleri Yönetim Becerisi, İdeolojik Duruş ve Politik Tutarlılık ve Yöntemler şeklinde 3 başlık altında toplamaya çalıştım. Gerek parlamento gerekse Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında ortaya çıkan sonuç partimiz açısından net bir başarısızlık olarak görünse de etkilediği kesimler, politik duyarlılık geliştiren toplum katmanlarının duyarlılık göstermeleri orta ve uzun vadede parti politikalarını geliştirmek için uygun bir zemin yaratacak bir potansiyeli ortaya koymaktadır. Geniş toplum kesimlerine ulaşmak ve etkili iletişim becerisi geliştirmek nasıl mümkün olacak aslında bir taraftan da bunu değerlendirmiş olacağız.
YÖNETİM BECERİSİ ÜZERİNE DERSLER
Parti örgütü ve yönetimi, değişen, gelişen toplumu anlayan ve iletişim kurabilen kadrolar değildir. Parti bürokrasisi yaşlı, dört veya beş dönemdir vekillik yapan kişilerden oluşmaktadır. Parti sözcülüğü, genel başkan yardımcılığı yapan parti organlarını yöneten kadrolar hiçbir seçim yenilgisinin bedelini ödememişlerdir.
Bu kadrolar kendi menfaatlerini korumak amacıyla çok ciddi stratejik hatalar yapmakta ve genel başkanın toplumda sorgulanmasına sebep olmaktadır.
Sadece son 21 yıldır değil yeniden kurulduğundan bu yana “KÜÇÜK OLSUN, BİZİM OLSUN” anlayışı ile yönetilen partimiz artık muhalefet de edememektedir. Ülkenin yarısı iktidardan kurtulmak için irade gösterse de iktidar adayı partimiz adil olmayan bir seçime girmekte çekince bile görmemiştir. Parmak boyası, SEÇSİS ve MERNİS sistemlerindeki verilerin farklılığı, bazı sandık çevrelerinde kullanılan blok oylara engel olamayan bir parti olarak zaten seçimlere 10 - 0 yenik başlıyoruz.
Bu sorunlar çözülmeden seçim kazanmak mümkün değilken koşulları değiştirmek için önümüzde 5 yıl varken, seçim takvimi başladıktan sonra aynı sorunlarla seçimlere girmenin ne anlamı var… Muhalefet partilerinin ve en önemlisi Ana Muhalefet Partisinin böyle bir toplumsal destek aldığı bir dönemde iktidarın belirlediği koşullarda seçimlere gitmesi tam bir kullanışlı ahmaklık örneğidir.
Bir diğer yönetim beceriksizliği ise ittifak sürecinde gösterdiğimiz tutarsızlıklardır. İlk defa seçimlere katılan ve oy potansiyeli belli olmayan partilere hiçbir risk almadan garanti yerlerde 34 vekillik verilmesi çok ciddi tartışılması gereken stratejik bir hata olmuştur. CHP’nin 27. Dönem’de çıkarttığı vekil sayısı 149 iken 28. Dönem’de bu sayı 135’e düştü. Bu iktidar hedefi olan bir partinin kabul edeceği bir durum ve sayı değildir. Ayrıca dağıtılan vekil sayılarına karşılık ittifak ortağı partilerden özellikle sandık güvenliği konusunda etkin destek alınamaması aslında alınacak sonucun ön habercisi gibiydi.
Bu durum yapılan ittifak açısından yeni ve ciddi tartışmaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu konuda en somut tutumu ittifak ortağımız olmayan YSP ve TİP’in gösterdiğini not etmeliyiz. Özellikle bu iki partinin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verdiği destek ortadadır. İkinci turda özellikle aynı perspektifle Ümit Özdağ ile iş birliği yapmak iletişim becerisi anlamında ne kadar takdir edilmesi gereken bir davranış olmuş olsa da ideolojik ve politik açıdan büyük tezatlar ile dolu başka sorunlara neden olmuştur.
Kurtuluş ve Kuruluşun Partisi” tekrar üretim toplumuna nasıl dönecek? Toplumun gönencini nasıl artıracak? Adil ve güvenilir bir hukuk devletini yeniden nasıl tesis edecek? Bölgesinde ve dünyada barışı nasıl sağlayacak hiçbirisi topluma yeterince anlatılamamıştır.
İDEOLOJİK DERSLER
Partinin "sol, sosyal demokrat" çizgiden merkez siyasetine dönmesi iktidar olmak arzusu ve Türkiye’nin siyasi dağılımı göz önüne alındığında anlaşılabilir bir tercihtir. Kemal Bey’in ortaya koyduğu aslında çok da değerli bu yeni paradigma kendisini Liberal, Milliyetçi, Muhafazakâr, Sağcı, Dindar olarak tanımlayan partilerle ittifak yapması “Kurtuluşun ve Kuruluşun Partisi” söylemine ne kadar doğru otursa da buna karşı kendi ideolojik çizgisindeki Kemalist, Ulusalcı ve aynı ilkeleri taşıdığını iddia eden MP, DSP gibi partilerle herhangi bir diyaloğa girmemesi hem stratejik (yönetim) hem de ideolojik bir tutarsızlık olarak görülmüştür (burada partilerin ve liderlerinin niteliklerinden bağımsız bu değerlendirmeyi yaptığımı ifade etmeliyim. Zira Saadet Partisi – Temel K. ve ya Gelecek Partisi – Ahmet D. İle ilgili de başka tartışmaları yapabiliriz.)
Yukarıda ifade ettiğim durum aslında partiyi merkezden çok sağa benzemeye çabası olarak görülmüştür. CHP’nin “4 eğilim” söylemiyle ortaya çıkan ANAP ve Turgut Özal ideolojisine döndüğü eleştirilerine neden olmuştur. Seçimlerde Antalya başta olmak üzere birçok ilde TİP'in aldığı oylar bu politikaya duyulan tepkinin sonucudur.
Kurtuluşun ve Kuruluşun partisi yani Merkez Partisi olmak aslında Cumhuriyet Halk Partisinin tarihi misyonuna uygun en doğru pozisyondur. Atatürk ilke ve devrimlerini savunan bir parti olarak %35 oy oranına ulaşan bir parti Türkiye siyasetinin ana belirleyeni olacaktır. Bu noktada şu öz eleştiriyi de yapmak isterim; Süreçte beni en çok heyecanlandıran, Kemal Bey ile siyaset yapmak için milletvekili aday adayı olmaya iten motive eden şey de bu “Kurtuluşun ve Kuruluşun Partisi” politikasıdır. Bu ne kadar doğru bir ideolojik konumsa da bizi zorlayan ve açmaza sokan şeyler yönetim ve siyaset yapma becerisi anlamında bu durumu kavrayamayan kadrolar olmuştur.
Yukarıda bahsettiğimiz hayatı kavrama felsefesinden bağımsız geliştirilen “Ekonomik Kriz”, “Yoksulluk ve Yoksunluk” söylemleri toplumda karşılık bulamamış partiye oy veren eğitimli beyaz yakalı işçiler, memurlar (öğretmen, doktor, polis vb.) insanlarda dolaylı vergilerle daha çok yaşam biçimine yapılan bir müdahale gibi algılanmış ve seküler kesimde ancak karşılık bulmuştur. Asgari ücretin genel ücret hâline gelmesi ve doğal olarak yoksulluğun yaygınlaşmasına karşın doğru çözümlemeler konulamamıştır.
“Kurtuluş ve Kuruluşun Partisi” tekrar üretim toplumuna nasıl dönecek? Toplumun gönencini nasıl artıracak? Adil ve güvenilir bir hukuk devletini yeniden nasıl tesis edecek? Bölgesinde ve dünyada barışı nasıl sağlayacak hiçbirisi topluma yeterince anlatılamamıştır. Partimizin ideolojik duruşunu insanların kendi istediği gibi anlayacağı gibi deforme edeceği bir durum değildir.
Sürekli ilham aldığımız ve rol modelimiz Mustafa Kemal Atatürk ilkeleri ve yaptığı devrimlerle bu çerçeveyi çok açık çizmiştir. Yüz yıl önce çizilen bu çerçeve dogmatik değildir. Kendisini devrimci ve ilerici olarak ifade eder, sadece kurtuluşu değil aynı zamanda o günün statükosunu yıkan devrimci niteliği çok açık bize hâlâ kılavuz olmaktadır.
Partimizin "kimi kentlerde yerel yönetimlerde tutunan bir parti olması" bu küçük siyasetçileri büyütmüş, örgüt kaybederken bu kurgunun planlayıcıları sürekli siyasetin kazananı olmuşlardır.
POLİTİK (SİYASİ) BECERİLER İLE İLGİLİ ÇIKARTILAN DERSLER
Adına ister politika diyelim, ister siyaset, dünyaya bakış açımızı kavrama şeklimizi ve felsefemizi kısaca bizi besleyen ideolojik kaynağı iktidara taşımak için verdiğimiz uğraşının genel adıdır. İdeolojimizin insanlar için en adil, özgürlükçü ve sürdürülebilir kaynak olduğunu düşünürsek de bunu hayata geçirmek için önce iktidar olmamız gerekmektedir. İktidar olabilmek için de halka verdiğimiz mesajın tutarlı, politik dilimizin doğru tasarlanmış bir iletişim diline sahip olması beklenir.
Geldiğimiz noktada gerek yönetim, gerekse ideolojik olarak partimizin yeni paradigmasına uygun bir politik yaklaşım gösterdiğini söylememiz zor olur. Parti içi politik çelişkiler hiçbir ideolojik ayrışmaya dayanmayan çoğu güç kavgalarının bir ürünü yapay çelişkilerdir. Partideki en temel ideolojik tartışma ulusalcı-solcu tartışmasıdır ki bu bile aslında ulusalcı, solcu sosuna batırılmış menfaat kavgasından öteye gitmez.
Son seçimlerde bunun çarpıcı örneğini İzmir’den aday gösterilen Yüksel Taşkın üzerinden yaşadık. Sözüm ona bir grup “ulusalcı” arkadaş Taşkın’ı Taraf paçavrasında bir dönem yazdığı yazılar üzerinden açık hedef hâle getirdi ve kendilerince bu kişinin partiye yakışmadığını ifade ettiler. Sosyalist gelenekten gelen Taşkın’ı o gün Taraf paçavrasında yazı yazmaya iten motivasyon neydi bilmiyorum ancak sosyal politikalar ve sivil toplum üzerine yaptığı kıymetli çalışmalara ve açık fikirliliğine saygı duyuyorum. Eleştirenlerin, onun bu niteliklerini bildiklerini ve Atatürk hakkındaki düşüncelerini çarpıtarak sunması aslında yukarıda ifade ettiğim mücadelenin ideolojik değil adamcılık siyasetinden kaynaklandığının en açık göstergesidir.
Buna ek olarak parti egemenlerinin böylesi kritik bir seçimde milletvekili adaylarını belirlerken çoğu yerde geçmiş alışkanlıklarını göstermesi parlamentoda beklediğimiz çoğunluğu sağlamamıza engel oldu diyebiliriz.
Partimizin "kimi kentlerde yerel yönetimlerde tutunan bir parti olması" bu küçük siyasetçileri büyütmüş, örgüt kaybederken bu kurgunun planlayıcıları sürekli siyasetin kazananı olmuşlardır. Bu kadrolar kimin vekil olacağına kimin belediye başkanı olacağına karar verirler seçtirdikleri kişilerde onlara daha çok biat eder böylelikle kendilerince oluşturdukları küçük eko sistemlerinde yaşamlarını sürdürürlerken seçmenin kaygıları ile de aslında çok da bir ilgileri yoktur. Bazı yerel yöneticilerin seçimle geldiklerini unutacak kadar uzun süredir görevde kaldıklarını da ne yazık ki gözlemlemek üzüntü vermektedir.
Yakın zamanda bir fenomene dönüşen Tunceli Belediye Başkanı Fatih Maçoğlu kadar cesaret gösteremeyen onlarca, yüzlerce yerel yönetici bu menfaat kavgasının en büyük destekçisidir. Yarattıkları istihdam ve ekonomik güçle adeta genel merkez siyasetini esir almışlardır. Bu siyasi figürlerin çoğunun rol modeli 1994’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan'dır. Park, kaldırım, çöp, imar gibi başlıca işlerin dışında EĞİTİM, SAĞLIK, EŞİT YURTTAŞLIK, ÇEVRE BİLİNCİ, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK üzerine parti politikalarını halkla buluşturacak işler yapmazlar.
Partimiz, Türkiye’yi yeniden ayağa kaldıracak nitelikli insan kaynağına sahip yegâne partidir. Bu insan kaynağını kendisi değerlendirmeye başladığı zaman ancak toplumda bir umut olacaktır.
Genel merkezimizin yerel yönetimlerin bir ideolojik temele de oturan kimi, cesur projelerini yaygınlaştırmak ve tek merkezden koordine etmek yerine bu dağınıklığı sürdürmesi de aslında toplumda “Cumhuriyet Halk Partisinin sosyal, toplumcu belediyecilik örnekleri” işte bu denebilecek örnekleri çoğaltmasına izin vermemektedir.
Bu güne geldiğimizde “paradigma değişikliği” diye tabana ve seçmene sunulan şeyin tamamının içi boşalmış olduğunu söyleyebiliriz. Partimizin toplumun beklentilerini karşıladığı için değil, toplumun yaşam alanlarına iktidarı sokmak istemediği için kimi yerel yönetimler bizlerde kalmaktadır. Bu durumda da sürdürülebilir bir başarı öyküsü çıkmamaktadır.
SONUÇ
Partimiz, Türkiye’yi yeniden ayağa kaldıracak nitelikli insan kaynağına sahip yegâne partidir. Bu insan kaynağını kendisi değerlendirmeye başladığı zaman ancak toplumda bir umut olacaktır. İdeoloji tartışması tamamen sona ermeli “Kurtuluşun ve Kuruluşun Partisi” toplumun etnik ve inanç farklılıklarını birleştirecek en büyük harcıdır. Bunun içinde sosyal demokratı, liberali, muhafazakarı her kesimden farklı düşünceden insanı bir arada barındırabilmelidir.
Partimizin büyük sorununun yönetim kaynaklı olduğu ortadadır. Bu parti politikalarına da yansımaktadır. Sorunun sadece yıllardır partiyi yöneten kişilerin değişmesi ile çözülemeyecek kadar derinleşmiştir. “Liyakatlı” teknokratlardan da destek alarak günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak bir tüzük değişikliği ile yeni kadrolar partinin iktidar perspektifini sağlamlaştıracaklardır.
Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun partimiz başta olmak üzere topluma umut olan çalışmalarını böyle bir dönüşümle tamamlayarak sadece partimizde değil Türkiye’nin siyasi tarihinde de altın harflerle adını yazdıracağına dair inancımı belirterek yazımı noktalamak istiyorum.