Türkiye, Arap Baharı, ekonomik kriz ve beklentiler

Abone Ol
Hangi yönetim ya da iktidar olursa olsun, Arap isyanlarından çıkartacağı birçok ders var. Savsaklama, erteleme, algıyı şekillendirme çabaları kısa vadede işe yarayabilir ama uzun vadede açlık hipnotizma yöntemleriyle hissedilebilir olmaktan çıkarılamaz.

Loading...

Ülkemizde oldukça derin bir ekonomik kriz yaşanıyorken iktidar bütünüyle meseleyi algıya hükmetme ve onu yönlendirmenin yanı sıra düşünsel bir savaşa da dönüştürmeye çalışıyor. AKP, sadece medya üzerinden seviyesi bilinçli olarak düşürülmüş bir algıya şekil verme ve onu kontrol etme mücadelesi vermiyor, aynı zamanda gönüllü (fanatik) ya da gönlü rantla motive edilmiş fikir adamları, aydınlar ve gazeteciler tarafından yürütülen bir fikri savaş da veriyor. Bu fikrî savaş karşımıza kâh orta sınıf düşmanlığı kâh militan bir otoriterlik güzellemesi kah ötekileştirme/nefret dili/düşmanlık üreten söylem olarak karşımıza çıkıyor. Halbuki şu an en can yakıcı olan mesele hiç de öyle algıyı yönlendirerek düzeltilebilecek bir şey değil. Kendi beceriksizliğini, daha düne kadar milli iradenin tecelligâhı olarak gördüğü halkın şükürsüzlüğü ve nankörlüğü olarak sunma gayreti içinde olan iktidar yanlıları, olan biteni anlamıyor değil; pekala anlıyorlar ama krizi düzeltecek seçeneklerin iktidarın üzerine kurulu olduğu değerleri berhava edeceğini bildiklerinden kendilerini suçlamak yerine halkı suçlamayı tercih ediyorlar. İktidarını tek adam mantığı üzerine kuran bir siyasal yaklaşım biçimi, ekonomiyi düzelteceğini, ülkeyi düzlüğe çıkaracağını bilse de çoğulcu ve demokratik bir düzleme evrilmez, evrilemez. Zira biri diğerini nakzeder. Bir de iktidar içerisinde ekonomi ve maliyeden sorumlu olan, sürekli bir oyalama ve erteleme taktiğiyle krizi geciktirebileceğini sanan şark kurnazı, oturduğu koltuğu hak etmeyen bir grup var. 2018’den beri her yıl geçen yılı aratırken ve krizi sonlandırma vaatleri bir serap gibi mütemadiyen buharlaşırken yeni vaatlerle durumu kurtarmaya çalışıyorlar. Halbuki işin farklı yönleri de var. İnsanları mutlu ya da mutsuz kılan şey salt gelirlerindeki artış ya da azalış değildir. Başka bir ifadeyle salt karnı doyurmak insanları mutlu etmeye yetmez. Kaliteli eğitime erişim, kaliteli bir işte çalışabilme, kamudan kaliteli hizmet alabilme gibi kriterler, belirli bir refah seviyesine ulaşmış toplumlar için olmazsa olmazdır. Zira insanların marketten birkaç şey alabiliyor olması, kahvaltı ve yemeklerde birkaç çeşit yiyecek olması, belirli şeyleri tatmış, belirli gelişmişlik seviyesini yakalamış toplumlar için artık geride bırakılmış bir eşiktir. Gerçi içinden geçtiğimiz ekonomik krizde artık insanlar yemeklerindeki çeşitleri azaltarak, en temel insani ihtiyaçlarından vazgeçerek yeni duruma adapte olmaya çalışıyorlar ancak bu adaptasyon çabası iktidarın performansına asla bir onay ya da mevcut durumun kabullenilmek olarak algılanmamalı.
Halkın enflasyona ezdirilmesinin bir takım patlamalara yol açacağını aklı başında herkes görebilir. Toplumsal patlama dediğiniz şey her zaman ayaklanma şeklinde ortaya çıkmaz. İntiharlar artabilir farklı şiddet biçimlerine dönüşebilir.
Halkın enflasyona böylesine ezdirilmesinin toplumsal bir takım patlamalara yol açacağını aklı başında herkes görebilir. Toplumsal patlama deyince iktidara yakın trollerin hemen aklına bir ayaklanma ve yeni Gezi olayları geldiğinden, bunu dillendiren insanlar doğrudan hedef haline getirilerek sindirilmeye çalışılıyor.  Amaç böyle bir ihtimalin ağızlara dahi alınmamasını sağlamak. Ancak toplumsal patlama dediğiniz şey her zaman ayaklanma şeklinde ortaya çıkmaz, bunun çok farklı şekilleri vardır. İntiharlar artabilir, aile içi şiddete ya da toplumun kendi içinde farklı şiddet biçimlerine dönüşebilir. İktidarın önündeki tek seçenek gerçeği kabullenip gereğini yapmak ama iktidar ve destekçileri bunu kabullenmeye ve gereğini yapmaya hazır değiller. Ayrıca niyetleri de yok. Kontrolü altındaki medya ve troller üzerinden toplumu baskılama girişimlerinin toplumu kontrol altına alacağı yanılgısında bu iktidar. Halbuki bu baskılama, Arap dünyasında 2010’dan neredeyse günümüze kadar süren ve durulmak bilmeyen bir toplumsal çalkalanma yaratmıştı. Benim Arap İsyanları demeyi tercih ettiğim bu süreç ülkemizde ideolojik tartışmaların kurbanı oldu ve bu nedenle de hep bir kimlik kavgasıymış gibi yansıtıldı. Halbuki bu ayaklanmaları tetikleyen ekonomik boyut, ülkemiz dışındaki farklı akademik çevrelerde derinlemesine ele alınırken, mutsuzluk ve tatminsizliğe yol açan dinamiklerin ne kadarının ekonomik ne kadarının başka saiklerle meydana geldiğini incelediler. Bu incelemeler ilginç bazı sonuçların ortaya çıkartılmasını da sağladı. Şöyle ki, Arap dünyasında yönetenlerle yöneticiler arasında “istikrar karşılığı ekmek” gibi bir zımni sözleşmenin bulunduğu varsayılır. Yönetimler uzun süre ekmek, un gibi temel gıda maddelerini ucuzlatarak, benzin ve elektrik gibi farklı enerji kaynaklarını sübvanse ederek bu zımni sözleşmenin hükümlerini şu veya bu şekilde yerine getirmeye çalışmıştı. Ancak bunun sürdürülebilir bir yanı olmadığı, yönetimlerin daha fazla külfeti karşılayamaması ve söz konusu sözleşmenin çökmesine neden olan ekonomik tahribat ve iflaslarla ortaya çıktı. Ayrıca 90’ların ortalarından itibaren başlayan neo-liberal süreçler ve “ekonomik reformlar”ın da yarattığı baskıyla yapılan özelleştirmeler, kamuda istihdam edilen yüzbinlerce insanın işsiz kalmasına neden oldu. Bir de buna temel gıda ve ihtiyaç maddelerindeki sübvansiyonların kaldırılması da eklenince kitlelerin yaşadığı hayal kırıklığı, kıvılcımı yangına dönüştürecek birikimin oluşmasına yol açtı. Gerçi Orta Doğu’da yaşananlara, büyük ölçüde genç ve üniversite işsizliği neden olduğuna dair güçlü bir kanaat var ancak diğer kesimlerin de neo-liberal ekonomik gelişmelerden negatif etkilendiği de açık. Arap ayaklanmalarından önceki on yılda, Arap dünyasında hem toplam hem de genç işsizlik oranları dünyadaki en yüksek orandı. İşgücü piyasasına eğitim nitelikleri açısından ebeveynlerinden daha hazırlıklı olarak giren gençler, özel sektörde part time veya düşük kaliteli işlerde çalışmaya zorlandı. Özel sektör de yeterince istihdam yaratamadı. Kitleler kamunun garantili istihdam fırsatından da mahrum kaldığında toplumsal memnuniyetsizlik tetiklenmiş oldu. Kayıt dışı sektörde istihdam edilenler de yaşlılıkta çok az koruma sağladığı ve kaliteli sağlık hizmetleriyle yıllık izin gibi haklardan mahrum oldukları için öfke daha da katlandı. Nihayet memnuniyetsizliklerini ifade etmelerinin önündeki en büyük engel olan ve toplumsal çatışmaları siyasal alan içerisinde çözerek onu barışçı yönlere kanalize etmekten aciz otoriter rejim sorunsalı, durumu bütünüyle içinde çıkmaz hale getirdi. Hangi yönetim ya da iktidar olursa olsun, Arap isyanlarından çıkartacağı birçok ders var. Savsaklama, erteleme, algıyı şekillendirme çabaları kısa vadede işe yarayabilir ama uzun vadede açlık hipnotizma yöntemleriyle hissedilebilir olmaktan çıkarılamaz. Ayrıca sorunun açlıktan da öte gençlerin ve eğitimli kesimlerin beklentilerinin karşılanmamasıyla da ilgisi olduğu açık. Türkiye’nin muadili olan bütün ülkeler gelişme yönünde seyir izlerken Türkiye’nin tam tersi bir yolda ilerlemesi insanları çileden çıkartıyor. Kimse buna rıza gösterilmesini beklememeli.