Türk-Amerikan ilişkilerinde güveni yeniden tesis etmek, dahası Kongre’yi kazanmak, Ermenistan’la sınır açmanın veya İsrail’e zeytin dalı uzatmanın ötesinde bir çaba gerektireceğe benziyor.Aslında, Ankara 2021 başından itibaren belirgin bir şekilde dış politikada sorunlu ilişkileri tamir etmeye odaklı, göreli ılımlı ve uzlaşmacı bir çizgiye yöneldi. Bu revizyonun gerisinde diplomatik yalıtılmışlığın aşılması arzusu kadar, sert güce dayalı dış politika hamleleri ve çatışmacı söylemin ekonomiye olumsuz yansıyor oluşunun da payı var, kuşkusuz. Öte yandan, geçtiğimiz son birkaç yılda, özellikle Suriye sahasında yaşanan gelişmelere paralel, Rusya ile iş birliğinin doğal sınırlarına gelinmiş olması, Doğu Akdeniz’de Yunanistan lehine işleyen güç dengeleri, Türkiye’nin S-400 ısrarı sebebiyle F-35 programının dışında kalmış olmasının savunma alanında yol açtığı zaafın batıyla ilişkilerde yumuşama adımlarını teşvik ettiği söylenebilir. ÜÇ BAŞLIKTA DA TARAFLARIN POZİSYON DEĞİŞTİRMESİ OLASI DEĞİL Bu bağlamda, “ortak mekanizma”nın tahayyül edildiği gibi verimli şekilde işletilerek mevcut sorunların çözülmesi mümkün olmasa dahi, Ankara açısından yapıcı diyaloğa ilişkin niyet beyanının siyasi getirisi hesaplanıyor olmalı. Zira, Kalın’ın saydığı üç başlıkta da (PYD/YPG, S-400ler ve FETÖ dosyası) şu an için tarafların pozisyon değiştirmesi olası görünmüyor. Ankara, pek çok kez S-400’lerden vazgeçmeyeceğini net şekilde ortaya koydu. Diğer tarafta, Biden yönetimi Afganistan ve Irak’tan askerlerini çekmiş olsa da, Suriye’den yakın zamanda çıkacağına dair henüz somut bir işaret yok. Biden yönetimi bölge ülkelerinin Beşar Esad’la ilişkilerini normalleştirme girişimlerine sarı ışık yakar görünse bile, yetkililerin açıklamalarını baz alırsak, ABD’nin Suriye’de siyasi bir çözüme varılmadan sahayı terk etmeyeceği anlaşılıyor. Bu durum, Türkiye ile ABD’nin yola devam etmek istiyorlarsa mevcut sorunları- geçici olarak- kenara koymalarını zorunlu kılıyor. Bu bağlamda, Ankara, Ukrayna krizi patlak vermişken, NATO üyeliği üzerinden bölge güvenliğine katkı sağlayan, Rusya’ya karşı dengeleyici müttefik kartını yeniden masaya sürüyor. Peki bu girişimlerin ABD tarafında karşılığı var mı? Washington perspektifinden, böylesi bir ortak mekanizmanın kurulması, ikili ilişkilerin Biden yönetiminin tercih ettiği şekilde kurumsal düzlemde ve istikrarlı şekilde yürütülmesini sağlayacak olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak Ankara’nın S-400 satın alma kararı başta olmak üzere, son yıllarda izlediği dış politika çizgisi Kongre’de Türkiye karşıtlığını partiler üstü bir seviyeye taşımış durumda. Ara seçimlerde Kongre Cumhuriyetçilerinin kontrolüne geçtiği takdirde Senato Dış İlişkiler Komite Başkanı olması tahmin edilen Jim Rish’in, geçtiğimiz ay, ikisi Demokrat Partili 3 senatörle birlikte Dış İlişkiler Komitesi’ne Türkiye’nin F-16 talebinin geri çevrilmesini isteyen bir mektup yolladıklarını not düşelim. Son tahlilde, Türk-Amerikan ilişkilerinde güveni yeniden tesis etmek, dahası Kongre’yi kazanmak, Ermenistan’la sınır açmanın veya İsrail’e zeytin dalı uzatmanın ötesinde bir çaba gerektireceğe benziyor.
Türk-Amerikan ilişkilerinin tamiri için “ortak mekanizma”
Trump döneminde de benzer şekilde bir çalışma grubu kurulduğunu hatırlarsak, ortak mekanizma oluşturma fikrinin Türk-Amerikan ilişkilerine yeni bir soluk getirmesi mümkün olabilir mi?
Geçtiğimiz yıl bu dönemde Kasım 2020 seçimlerini kazanan Demokrat Partili Joe Biden’ın başkanlığının Türk-Amerikan ilişkilerine etkisini öngörmeye çalışıyorduk. Seçim kampanyası boyunca çizdiği siyasi profil ve verdiği mesajlar ikili ilişkilerin selefi Donald Trump döneminden farklı seyredeceğine işaret ediyordu. Demokrat partili yönetimlerin genel itibariyle demokrasi ve insan hakları konularında bilinen hassasiyetleri, Biden’ın senatörlük yıllarından bu yana Kıbrıs meselesinde Yunan tezine yakınlığı ve Ermeni diasporasına verilen seçim vaatlerinin halihazırda iki ülke arasındaki mevcut sorunlara yenilerini eklemesinden endişe ediliyordu.
Bu sebeple, Biden galibiyeti ardından Trump dönemine ağıt niteliğinde pek çok analiz yayınlanmıştı. Ankara açısından Trump yönetimiyle çalışmayı avantajlı kılan, müesses nizama şüpheyle yaklaşan, “iş bitirici” olmakla övünen Başkan Trump’ın liderler arası diyaloğu adeta tali yol gibi kullanmasıydı. Ancak çoğu zaman devlet kurumlarına danışmadan aldığı kararlar geri tepiyor, başkanın değişken, dengesiz ve fütursuz üslubu krizlere yol açıyordu. Bu açıdan baktığımızda Biden yönetimiyle geçen ilk sene Türk-Amerikan ilişkileri açısından endişe edildiği kadar da kötü geçmedi.
“ANLAŞMAZLIKLARIN İDARESİ VE YAPICI İKİLİ İLİŞKİLER SÜRDÜRÜLMESİ”
Türk-Amerikan ilişkileri yıllar içinde gelişen çıkar farklılıklarının yol açtığı sorunlar kadar bu sorunların çözümsüz kalmasının yarattığı güven bunalımından ötürü epey hasar almış durumda. Ancak yine realpolitik çıkarlar, bu iki ülkenin ilişkilerini belli bir çizgide sürdürmelerini gerekli kılıyor. Beyaz Saray’ın toplantı notlarında sıkça yer alan “anlaşmazlıkların idaresi ve yapıcı ikili ilişkiler sürdürülmesi” ifadesi aslında Biden yönetiminin yaklaşımını özetler nitelikte. Bir taraftan, otoriterleşmeye dair çekincelerini ortaya koyan Biden yönetimi, liderler arasında samimi bir görünüm vermekten kaçınıyor. Başkan Biden’ın, seçim galibiyeti üzerine gelen tebrik mesajına altı ay sonra dönüş yapmış olması ve bu görüşmenin zamanlama itibariyle yönetimin “Ermeni soykırımı”nı tanıma kararının doğuracağı tepkileri yatıştırma amacı gütmesi bunun bir göstergesi. Aynı şekilde, kendi içinde çelişki ve tutarsızlıklarla dolu olsa da geçtiğimiz Aralık ayında düzenlenen Demokrasi Zirvesi’ne Türkiye’nin davet edilmeyişi de bu mesafelendirmenin bir ürünü kabul edilebilir.
Oysa, biraz geriye gidersek, ekim ayında büyükelçilerin Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını talep ettikleri mektubun yarattığı krizden bir hafta sonra Başkan Biden, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmekte beis görmemişti. Türkiye’nin NATO üyeliğine vurgu yapılan bu görüşmede liderler, Suriye’deki siyasi süreç, Afganistan’a insani yardım imkanları, Doğu Akdeniz'deki gelişmeler ve Güney Kafkasya konusundaki diplomatik çabaları ele aldılar. Görüşmede ayrıca Savunma Bakanlığı tarafından Eylül sonunda Biden yönetimine iletilen F-16 uçaklarına ilişkin talep de gündeme geldi. Türkiye, F-35 uçaklarının alımı için yapılan 1.4 milyar dolarlık ödemenin telafisi olarak F-16 filosunun genişletilmesini ve eldeki F-16’ların modernizasyonunu talep ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin talebinin Senato engeline takılma olasılığına karşı Başkan Biden’ın desteğini isterken, toplantı ertesinde iki ülke arasında diyaloğun pekiştirilmesi amacıyla bir “ortak mekanizma” kurulmasının kararlaştırıldığı Türk basınına yansımıştı.
2022’ye girmemize günler kala, Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, Chicago’daki "MAS-ICNA Kongresi"ne (Müslüman Amerikan Cemiyeti [MAS] ile Kuzey Amerika İslam Camiası' nın [ICNA] bu yıl 20’si düzenlenen kongresidir) katılmak üzere gittiği ABD dönüşü, Roma’daki zirvede kararlaştırılan ortak mekanizmanın kurulmasına ilişkin Dışişleri Bakanlığı’nın Washington’a mektup gönderdiğini açıkladı. Trump döneminde de benzer şekilde bir çalışma grubu kurulduğunu hatırlarsak, ortak mekanizma oluşturma fikrinin Türk-Amerikan ilişkilerine yeni bir soluk getirmesi mümkün olabilir mi?