Travmanın Nörobiyolojisi: İlkel Beyinle Hayatta Kalmak

Abone Ol
Travmatik olaylarda düşünme merkezi baskılanır, korkumuzu kontrol etme yeteneğimiz azalır ve tamamen reaktif bir durumda sıkışıp kalırız. Kronik stres, korku ve sinirlilik yaşayabiliriz. Kendimizi güvende hissetmekte, sakinleşmekte veya uyumakta zorlanabiliriz.

Loading...

Depremin üzerinden 20 gün geçti. Böyle devasa bir yıkımın ardından insan, aklını önüne koyup yeniden düşünmeye başlamakta büyük zorluk çekiyor. Ama aslında yapmak zorunda olduğumuz şey de tam olarak bu; düşünmek, eyleme koymak ve üretmek gerekiyor. Doğal afetler sonrasında geride kalanlar baş etmek zorunda kaldıkları ekonomik ve sosyal yıkımın yanında, hem ruhsal hem de fiziksel sağlıkları için de mücadele vermek durumunda kalıyorlar. Bu dev travma öncelikle depremi doğrudan yaşayanlar, sonra da hepimiz için akıl sağlığıyla ilgili büyük tehditler yaratıyor. Doğal afetler sonrasında hayatta kalanlarda akut travma, travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete ve depresyon gibi kronik durumların ve nikotin bağımlılığı gibi farklı bağımlılık türlerinin ortaya çıkma riski ciddi derecede artıyor. Bu büyük tehdidin ortaya çıkma biçimini ve arkasında yatan nörobiyolojik süreçleri incelemeyi bu nedenle anlamlı buluyorum. Travmanın Beyin Üzerindeki Etkileri Travma olarak adlandırılan durumlar bir olay ya da deneyim normal başa çıkma mekanizmalarımızı aştığında başlar. Kişinin olaylar karşısındaki normal başa çıkma tepkileri, bir kontrol, bağlantı, anlam ve güvenlik duygusu sağlar. Kendinizi kontrol ve güç sahibi hissetmenize neden olur. Ancak travma durumlarında bahsi geçen tüm bu duyguların yitimiyle karşılaşırsınız. Travmanın nörobiyolojisi de bu noktada devreye girer; beyin kendini korumak için bir dizi tepki vermeye başlar. Travmatik olaylar beynin işleyişini pek çok yönden değiştirebilir. Ancak en önemli değişikliklerin meydana geldiği alanlar, beynin düşünme merkezi (prefrontal korteks), duygu düzenleme merkezi (anterior singulat korteks) ve korku merkezidir (amigdala). Travma ile karşı karşıya olan bir beyinde düşünme ve duygu düzenleme merkezleri yeteri kadar çalışmazken, korku merkezi aşırı aktif hale gelir. Bunun anlamı, beyninizin düşünme ve düzenlemeyle ilgilenen daha gelişmiş yapılarının yeteri kadar devreye girmiyor olmasına karşın, ilkel beyninizin normal üstü bir performansta çalışıyor olmasıdır.
Normal şartlarda vermeyeceğimiz öfke ya da korku tepkileri verebilir, hatta bu duyguların tetiklediği kalp atış hızı artışı, terleme artışı vb. fiziksel tepkileri de şiddetli biçimde hissedebiliriz.
Travmatik olaylarda düşünme merkezimiz baskılandığı için başımıza gelen tehlikenin tam bir muhakemesini yapmak mümkün olmaz. Bu nedenle korkumuzu kontrol etme yeteneğimiz de azalır ve tamamen reaktif bir durumda sıkışıp kalırız. Kronik stres, uykusuzluk, korku ve sinirlilik yaşayabiliriz. Kendimizi güvende hissetmekte, sakinleşmekte veya uyumakta zorlanabiliriz. Bu semptomların tümü aşırı aktif bir amigdalanın sonucudur. Dahası amigdala, hafıza merkezi olarak bilinen hipokampüsün aktivitesini de baskılar. Hipokampüs geçmişi ve şimdiyi ayırt etmemizi sağlayan beyin bölgesidir. Bu bölgenin aktivitesi baskılandığında, hem o anda gerçekleşmekte olan travmatik olayın yarattığı etki katlanır, hem de geçmişte yaşanmış olan travmaların etkilerinin yeniden su yüzüne çıkması ihtimali doğar. Bu süreçlerin devamında, yine tanıdık geleceğini tahmin ettiğim ikincil etkiler ortaya çıkmaya başlar. Konsantrasyon ve dikkat düşer ve kişiler genellikle zihinlerinin sürekli bulanık olduğunu, net düşünemediklerini ifade ederler. Bu durum da az önce bahsettiğimiz beynin düşünme merkezinin baskılanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan ortaya çıkan bir diğer tepki duygusal kontrolümüzün düşmesidir. Bu süreçlerde duygularımızı yönetmekte ve anlamlandırmakta güçlük çekeriz. Normal şartlarda vermeyeceğimiz öfke ya da korku tepkileri verebilir, hatta bu duyguların tetiklediği kalp atış hızı artışı, terleme artışı vb. fiziksel tepkileri de şiddetli biçimde hissedebiliriz. Daha sakin bir duygu duruma geçmek üzere gerçekleştirdiğiniz aktiviteler bu dönemde işe yaramayabilir. Zira duygu kontrol merkeziniz de travma tepkisiyle baskılanmış durumdadır. Ne Yapmalı? Travmanın beyin üzerinde yarattığı etki geri dönüşsüz değildir. Daha önce bu köşede sıklıkla bahsettiğim nöroplastisite (beynin kendini yeniden yapılandırabilme yeteneği) travma tepkilerinin geri döndürülmesini sağlayabilir. Travma sürecinde beyniniz yeni nöral yollar ve bağlantılar inşa eder. Bu süreci bilinçli bir çabayla yeniden ve bu defa iyi oluş durumunuza katkıda bulunacak şekilde işletmek de neyse ki mümkündür. Yani yapılması gereken bilinçli bir çaba ile beynin yeni nöral yollar oluşturmasını, bu yollara giden bağlantıları güçlendirmesini ve belirli alanların işlevlerinin arttırılmasını sağlamaktır.
Maddi olarak bu kaynağı yaratma gücümüz yoksa da internet üzerindeki güvenilir kaynakların ürettikleri içeriklerden faydalanmak mümkün. Yaşadıklarımız kendi haline bırakılabilecek bir durum olma sınırını aştı. Bu nedenle hasarları onarmak üzere bilinçli bir çaba gerekiyor.
Elbette bu süreci hayata geçirmek için yapılması gerekenler kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterecektir. Ancak farklı disiplinlerden beslenen bir öneri listesi vermem gerekirse temel maddeler aşağıdaki gibi olacaktır: Kendimize ve başkalarına zaman vermek Travmatik olayın etkileri, aksi için gösterdiğiniz çabaya rağmen uzun süre bizimle kalır. Kendimizi daha iyi hissetmek ya da bir başkasının kendisini daha iyi hissetmesi için baskı yapmaktan uzak durmak gerekiyor. Medya tüketimini sınırlandırmak Travmatik olaylardan sonra sosyal medyada ya da haberlerde olayla ilgili içerikler izlemek bize cazip gelir. Depremden sonraki ilk bir haftada kendimi zorla ekran başına oturttuğum zamanlar oldu; acımı ve dolayısıyla öfkemi ayakta tutmak istiyordum. Ancak bu durum başta ben olmak üzere kimsenin yararına değil. Travma tepkilerimizi tetiklemek yukarıda saydığımız tüm nedenlerle işlevselliğimizi ciddi derecede düşürüyor. İnsanımız için anlamlı bir çaba göstermek istiyorsak, medya ve diğer duygusal tüketme güdülerimize de set çekmemiz gerekiyor. Olay hakkında konuşmak Medya tüketiminden kaçınmanın aksine, bu konuda yakınlarımızla iletişim kurmaktan kaçınmamamız gerekiyor. Araştırmalar meydana gelen olay, olayın hissettirdiği duygular ve yarattığı düşünceler hakkında konuşmanın psikolojik direncimizi arttırdığını gösteriyor. Profesyonel destek almak Elbette atılması gereken ilk adım psikolojik ilkyardım olarak da ifade edilen profesyonel desteğe başvurmak. Bu süreçleri kendi kendimize ve yaşamın olağan seyrinde atlatmaya çalışmak uzun vadede daha ağır sorunlarla karşılaşılmasına neden olabiliyor. Maddi olarak bu kaynağı yaratma gücümüz yoksa da internet üzerindeki güvenilir kaynakların ürettikleri içeriklerden faydalanmak mümkün. Yaşadıklarımız kendi haline bırakılabilecek bir durum olma sınırını aştı. Bu nedenle hasarları onarmak üzere bilinçli bir çaba gerekiyor. Yalnız kalmamaya çalışmak İnsan nörobiyolojik olarak başkalarıyla duygusal bağlantılar kurmak üzere yapılandırılmış bir varlık. Araştırmalar travmatik olaylar sonrasında yakın çevrenizden insanlarla birlikte olmanın zihinsel sağlığınızın kötüleşme olasılığını azalttığını gösteriyor. Bu nedenle destek ağımız olarak da adlandırdığımız aile ve arkadaşlarımızla daha fazla zaman geçirmeye çalışmak ya da en azından telefon veya görüntülü görüşmeler yoluyla iletişimde kalmak önem taşıyor. Değiştiğinizi/değiştiğimizi kabul etmek Travma sonrası yaşadığımız negatif nöroplastisite beyninizde yeni bağlantılar, dolayısıyla yeni düşünme, hafızalama ve ilişkilendirme yapıları oluşturdu. Az önce bahsettiğimiz üzere bu negafit nöroplastisiteyi uzun vadeli ve bilinçli bir çabayla pozitife çevirmeye çalışmak da mümkün. Ancak her durumda yok olanlar ve yerine gelenler var… Bu durumu ve yeniyi kabul etmek gerekiyor. Benim ifade etme biçimimle artık siz eski siz değilsiniz, hiçbirimiz eskisi gibi değiliz, belki de olmamalıyız… Bu durumu kabul etmek zor, ancak daha iyi bir versiyona evrilmeye çalışmak da mümkün. Dileğim bu çok ağır acının ardından daha farkında, daha dirayetli ve en önemlisi daha mücadeleci insanlar olarak hayata devam etmemiz.