Tortulaşmış toplumsal pratikleri anlarsanız, yuvarlak masa etrafında toplanan siyasal aktörlere neyi helâl edip etmeyeceğimizi de anlamış olursunuz. Tortulaşmış toplumsal pratiklerde, olduğu gibi bir olumsallıkla meydan okuma olmaz!
Loading...
Uzun süredir “toplumsal” olan nedir sorusunu soruyordum kendime. Uzunca bir süredir de bu konu üzerine kapsamlı araştırmalar yapmayı planlıyordum. Olur ya, şöyle rahat bir nefes alıp, yaşadığımız dünya üzerine esintiler olur. Kimi zaman şikâyet ederiz hayattan, kimi zaman da hoşnutsuzlukları tekrarlarız. Artık limon yemekten bahsetmeyeceğim. Tatlı limon da değil üzerinde bahsedilen.
“Kuyuyu derinleştirme sakın!” diye bir tabir vardır. Umut edeceğimiz alanları hiç sorgulamıyorum. Soru sormayı bilmeyi öğrenen, farkındalığı arttırmayı öğrenen ve öğreten, yani toplumsalın bizzat “çevre” olduğunu bilmekle başlayan bir alfabe düşünün. Robinson Crusoe metaforunu bu bağlamda anlamlı buluyorum.
Issız bir adaya düştünüz. Yanınıza alacağınız üç şeyi yazınız derken, yaşamla olan “bağ” arasında yeni alanlar açarız. Olur ya, dünya hali bu! Tam da bu noktada, toplumsalın dönüşümü, bireyin özne olmaktan çıktığı bir bağlama işaret edemez.
Kültürel bellek, toplumsalın dönüşümü ve Carl Schmitt’in “Dost-Düşman” ayrımı arasındaki ilişkiye değineceğim. Ve tabii, toplumsalın bu noktada nerede durduğu, siyasette “özne” olmanın ne anlama geldiği gibi kurnazlığa yer veren pragmatik (yararcı) bir algıyı sonlandırırcasına, “tortulaşmış toplumsal pratikler” kavramını sizler, ülkemiz ve tüm dünya insanlığı için açımlamaya çalışacağım.
Örneğin, Suyu bardağa doldurdunuz. İçine toz şeker attınız. Dibe çöker toz şeker. Tam karışmaz suya. Örneğin, zeytinyağı, limon, su karışımı elde ettiniz. Fizik öğretmenlerimiz bilirler nasıl bir sonuç alınacağını. Siyasal denilen şey bir ülkedeki “kurumlaşma” boyutudur. Tortulamış toplumsal pratikler ise, Ernesto Laclau’nun ortaya atmış olduğu bir kavram setidir. Tarihsel yenilikler ve radikal yenilikler arasındaki gel -gitleri anlatır. Med-cezir gibi. Yani yaratma süreci sadece tekrar eden bir süreç değil, aynı zamanda yeniden inşa sürecine işaret eder.
Bu, şu demek oluyor: Tortulaşmış toplumsal pratikleri anlarsanız, yuvarlak masa etrafında toplanan siyasal aktörlere neyi helâl edip etmeyeceğimizi de anlamış olursunuz. Tortulaşmış toplumsal pratiklerde, olduğu gibi bir olumsallıkla meydan okuma olmaz! Kendi kurumlarının ve toplumsal hareketliliğin içinde bir yol vardır ve o yolun patikasında siyasalı (anını) gizlerler. Yani, vardırlar aslında.
Bu bağlamda siyasal kimliksiz bir birey düşünmek bir o kadar da zordur. Toplumsal kimliklerin siyasallaşması ikili bir hareket yaratır:
- Kamusal kimliklerde görünürlük, ifade ve tolerans
- Yeni öznelerde çoğulluk
Sanmayın ki, bu çoğulluk bir kimlik inkârı da değildir ve/ ya da parçalanmış kimlik siyasasını desteklemek de değildir. Evrensellik siyasasının üstünlüğü ve tarihin gerçek hürriyetine kavuşmasıdır. Dolayısıyla, son zamanlarda gördüğüm bir eksikliği dikkate almanızı isterim: Anahtar kelime: Gelenek, kültür ve kimlik değildir. Evrensel değerlere yerleşik evrensel ilkeler şarttır.
Bu kapsamda, Dost-düşman ayrımı keskin bir zıtlıktır belki, dostunu tanı, düşmanını bil cümlelerinde olduğu gibi. Tarihin gerçek hürriyeti, toplumsal muğlaklığı çözecek, yeniden inşa sürecinde yeni bir ulus-devlet inşasındadır. Kurucu Değer, evrensellik ilkesi ve değerleriyle birlikte hatırlanarak.