Özetle modern-kapitalist devletin ayaklarını ıslak bir zemine basar gibi bastığı yer olan çalışma hakkı ve onun içerimlediği sendikal hak ve özgürlüğü emek grubu için keşfedilmeyi bekleyen bir cevher gibidir.Modern-kapitalist devlet, üzerine kurulu olduğu sınıfsal çelişkiler düzlemine göç olgusuna karşı güvenlik şeridi oluşturmak bakımından yenisini ekleyerek mülteci-vatandaş ikilemini gündeme getirmiştir örneğin. Ve bu ikilemde vatandaş açısından pozitif statülü olmak durumunda olduğu istihdam gibi alanda, eli her dezavantajlılık durumunda giderek rahatladığından, devlet mülteciler bağlamında ve bilhassa onun emeği bakımından daha etkin bir aktör olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışma hakkının varlığını sorgulatacak kadar var olarak ortaya çıkmaktadır ama. Özetle modern-kapitalist devletin ayaklarını ıslak bir zemine basar gibi bastığı yer olan çalışma hakkı ve onun içerimlediği sendikal hak ve özgürlüğü emek grubu için keşfedilmeyi bekleyen bir cevher gibidir. Ancak, devlet tam da burada bu cevherin pahasını düşürmek maksadıyla yine bir ikilik yaratmayı becerebilmiş ve bir mültecinin emeğini, bir vatandaşınkine göre kendisi karşısında daha mağlup edilesi bir yere koyabilmiştir. Bu yüzdendir ki devletin çalışma hakkı açısından o alandaki pozitif varlığının, mültecilerin çalışma hakkı bakımından, istihdamın bahsini etiğimiz itiraz potansiyelini geride bıraktığını söylemek yanlış olmayacaktır. --- [1] Kaya, P. A., & YILMAZER, İ. U. E. (2016). Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Çalışma Hakkı. In Journal of Social Policy Conferences (No. 70, pp. 55-80). [2] KALAYCIOĞLU, S., RİTTERSBERGER, H., & Çelik, K. (2008). Değişen işçilik ve sendika. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 25(1). [3] Aydanoğlu, Erkan. Sınıf Mücadelesinde Sendikalar. Evrensel Basım Yayın, 2015. [4] DOĞRU, Osman-NALBANT Atilla, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, Açıklama ve Önemli Kararlar, (İHAS, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, Ek Protokol 1-1, 1-2, 1-3 maddeler), 2. Cilt, Ankara, 2013.
Toplumsal düzeneğin (bir başka) tutkalı: Mülteci emeğininin örgütsüzleştirilmesi
Çalışma hakkı, örgütlenme hakkını kapsayarak söz konusu tarihsellikte, bu bahsi geçen ikilikleri bozucu etkiye sahiptir. Çünkü, emeğe, örgütlenme hakkıyla sermaye karşısında müthiş bir fırsat tanır. Belki de müzmin bir hastalıkçasına günümüze kadar süregelen sınıflararası çelişkiler düzlemine, onu yerle yeksan ederek son verebilecektir.
İstihdamın, içerdiği örgütlenme hakkı bağlamında emek gruplarına ve bilhassa, başından beri bizim yazımızın odağında duran mülteci emeğine, devletin sermaye karşısındaki rolünün ve bu role sivil toplumun desteğinin boşa çıkması açısından bir fırsat tanıdığını anlatmaya ve istihdamı, içerildiği çalışma hakkı bağlamında tarihsel olarak ele almaya çalışmıştık. Bu tarihselliğin beraberinde, bu hakkın, devlet-sermaye birlikteliğiyle bu birlikteliğin suskun şahidi sivil toplum ya da devlet-emek karşıtlığıyla yine bu husumetin destekleyicisi sivil toplum düzleminde özgün bir yeri olduğuna ilişkin kapı aralamıştık. Adımımızı eşikten attığımızda ise manzarayı dilimizin döndüğünce şöyle özetleyebiliriz: Çalışma hakkı, örgütlenme hakkını kapsayarak söz konusu tarihsellikte, bu bahsi geçen ikilikleri bozucu etkiye sahiptir. Çünkü, emeğe, örgütlenme hakkıyla sermaye karşısında müthiş bir fırsat tanır. Belki de müzmin bir hastalıkçasına günümüze kadar süregelen sınıflararası çelişkiler düzlemine, onu yerle yeksan ederek son verebilecektir. Günceldeki önemi bakımından ve bilhassa giderek hemen her iş kolunda yaygınlaşan mülteci emeği bağlamında çalşma hakkı ve örgütlenme özgürlüğü hayati bir yerde durmaktadır. Çalışma hakkının tüm kapsamıyla kendisine teslimiyle, sınıflararası çelişki düzlemine toplumsal uyumu sağlanmak istenen mülteci emeği, hakkın aslında garantinörü olan örgütlenme hakkına haiz olarak kendi uyumunu kendi yaratabilecektir çünkü.
Nitekim, çalışma hakkının bu harükulade kapsamı, bu hakkın tarihsel olarak kazanımından başlayarak dikkate alındığında bile onun çelişki düzlemine olan itiraz potansiyeli fark edilecektir. Tarih sahnesinde işçiler bir gün örgütlenerek sahiden devrim gerçekleştirebilecektir örneğin. Ve tam da o günlerden ve hatta o günleri ören daha eskilerden başlayarak, çalışma hakkı kendisini örgütlenme hakkıyla garanti edebilecektir. Aksi taktirde hakkın varlığından bile bahsetmek şüpheli bir hale gelebilecektir. Çünkü çalışma hakkının korunmasında örgütlenme hakkı ve özgürlüğünün önemli bir işlevi söz konusudur.[1] Bu örgütlenme hakkı ve özgürlüğünün karşılığıysa sendikal hak ve özgürlüğüdür.
Sendikaların, devletin sınıflararası çelişkiler düzleminde ortaya çıkarak egemen sınıfın iktidarı olmasına, egemen olmayan emekçi sınıflar açısından itiraz mücadelesinin en önemli somut karşılığı olduğu söylenebilir. Nitekim, sendikanın; kapitalizmin temel çelişkisi olan üretici güçlere sahip olan sınıf ile emeği dışında kaybedecek bir şeyi olmayan işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz çatışmayı çözecek bir araç olarak sorgulanması bu yüzden tesadüf değildir.[2] Dolayısıyla sendikal hak ve özgürlüğün modern-kapitalist devletin emek sınıfının aleyhine olan varlığına itiraz potansiyeli taşıması, istihdamı sosyal uyum bağlamında diğer araçlardan farklı kılmaktadır. Layıkiyle bu hakkı kendisine teslim edilen mülteci emeği de diğer her örgütlü emek gibi, toplumun tutkalı olan sosyal uyum meselesini rafa kaldırabilecektir.
İşçi ve emekçi sınıfların sahip olduğu en önemli örgütlenmelerin başında gelen sendikalar kapitalist toplumsal ilişkiler içinden sınıf mücadelesinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.[3] Günümüzde sendikal mücadelenin, emek gruplarının devletin egemen kılmaya çalıştığı sermaye sınıfların iktidarını tehdit edici özelliği taşıması bu bakımdan tesadüf değildir. Çünkü sendikal mücadele içerdiği pek çok hak ve özgürlükle emek kesimine, sınıflararası çelişki düzenine itiraz etme imkânı sağlamaktadır. Örneğin, sendikal hak ve özgürlüklerden anlaşılması gereken, sendika kurma, kişinin kendi tercihine göre dilediği bir sendikaya üye olma, dikkate alınma, mesleki çıkarlarını koruma, toplu iş sözleşmesi akdetme, örgütlenmiş bir topluluk olarak üyelerinin hak ve menfaatlerinin korunması için faaliyetlerde bulunma hakkı ve özgürlüğüdür.[4] Sendikal örgütlenmenin sermaye sınıfına karşı, emek gruplarınının bariyeri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Tam da burada istihdamın, içerdiği sendikal örgütlenme hakkının ona verdiği özgünlükle sosyal uyumun, sermaye sınıfının mülkiyetinin bariyeri olma özelliği çatışmaktadır. Dolayısıyla onun, sosyal uyumun “uyumsuzluğun uyumu” olma çelişkisine bir itiraz potansiyeli taşıdığı ileri sürülebilir. Ancak bu itirazın mülteci istihdamı bakımından sesinin çok gür çıkmadığını ve bu cılız sesin devleti bu alana pozitif statülü bir aktör olmaktan çok bu hakkın varlık sebebini sorgulatacak düzeyde bir belirleyicilikte davet ettiğini ise akıldan çıkarmamak gerekmektedir.