“Toplum İçin Yerel Yönetim” Yazı Dizisi: Mahmut Üstün yazdı | Projeci belediyecilik değil planlı kentleşme... Su, kentin hayatıdır

Abone Ol
Projeci belediyecilik" söylemi neo liberal rantçı belediyeciliğin en önemli mottolarından biridir. Yıllar önce bizlere büyük bir müjde verir gibi alt yapı belediyeciliğinden projeci belediyeciliğe geçildiği duyurulmuştu. Bu aynı zamanda planlı kentleşme anlayışından büyük bir kopuş anlamına geliyordu. Biz elbette "proje" üretilmesine karşı değiliz. Akıl dışı bir tutum olurdu bu. Projeci belediyeciliğin bundan öte bir anlamı vardır. Kentin gereksinimlerini bütünsel ve uzun vadeli olarak görmek yerine yaldızlı ama kentin gerçek ihtiyacı olmayan pahalı işlere yönelmenin adıydı bu. Tabi ki yine rant elde etmek ve rant dağıtmak bu yaklaşımın en temel özelliği durumundadır. Sonuçta kentin su, kanalizasyon, enerji, ulaşım, çevre v.b. alanlarında bir adım sonrasını bile düşünmeyen, öngörmeyen bir belediyecilik anlayışı hakim duruma geldi. Büyük altyapı hizmetleri büyük ölçüde ihmal edildi. Yapıldığı sınırlı durumlarda ise bir planlamadan uzak biçimde, geçici ve kısmi olarak sorunu ertelemeye yönelik oldu bu hizmetler. Sonuçta bugün kentlerin önünde dağ gibi birikmiş önemli alt yapı sorunları mevcuttur. Bu bölümde su, ulaşım, doğal felaketlere karşı kenti hazırlıklı kılacak hizmetler alanında rantçı belediyeciliğin yarattığı felaket tablosu ile bu konularda "Toplum İçin Yerel Yönetim" anlayışının yaklaşımını ortaya koymaya çalışacağız. Su yaşamsal bir sorun... Su sorunu dünyanın geleceğini yakın vadede en fazla etkileyecek olan yaşamsal sorunlardandır. Ama ne yazık ki, bu konunun taşıdığı önemi yeterince bilince çıkardığımız söylenemez. Temiz-kullanılabilir su kaynakları hem sınırlı ve ikame edilemez nitelikleriyle hem de var olan kaynakların kirletilmesi/yok edilmesi nedeniyle dünyanın en stratejik sorunlar listesinin başlarında bulunmaktadır. Bu nedenle ülkeler arasında -ve hatta kentler arasında- ciddi mücadelelere konu olmaktadır. Biz bu yazımızın ilk bölümünde dünyada ve ülkemizde temiz-kullanılabilir su sorunu açısından mevcut durumun ne olduğunu resmetmeye çalışacak; ikinci bölümde ise sorunun kentler açısından ele alacağız. Su kaynakları sınırlı… Dünyamızın %70’i suyla kaplı, tıpkı bedenimiz gibi. Yüzde 97.5’i okyanuslarda ve denizlerde tuzlu su olarak, yüzde 2.5’i ise nehir ve göllerde tatlı su olarak bulunan dünyadaki yararlanabileceğimiz elverişli tatlı su miktarı, bilinenin aksine oldukça yetersiz. Çünkü tatlı su kaynaklarının yüzde 90’ı kutuplarda ve yeraltına hapsedilmiş durumda. Yeryüzündeki su kaynaklarının yalnızca %0,3’ü kullanılabilir ve içilebilir özellikte. Doğal kaynaklara tek ilave, tuzlu suyun arıtıldığı tesislerden gelmektedir. Dünya üzerinde 7500′ün üzerinde deniz suyundan içme suyu elde eden ayrıştırma kuruluşu vardır. Fakat bunların toplam üretimi dünya su kullanımının binde birini oluşturmakta ve bu katkının gelecekte artmayacağı düşünülmektedir. Dünyada bir yılda kullanılan tatlı suların yaklaşık yüzde 70’i tarımsal, yüzde 20’si endüstriyel ve yüzde 10’u ise evsel olarak kullanılmaktadır. Söz konusu toplam tatlı su kullanımı içinde, gıda ve içecek sanayilerinin payı ise sadece binde 18 kadardır. Dünyadaki yenilenebilir su kaynakları miktarı sabittir. Yenilenebilir potansiyelden daha fazla suyun tüketilmesi durumunda yeraltı su rezervleri ve toplam kullanılabilir su kaynakları azalmaktadır. Hayatın vazgeçilmez bir unsuru olan su kaynaklarını artırmak olanaklı olmadığı için temel amaç, mevcut su kaynaklarının korunması ve verimli biçimde kullanılmasıdır. Su kaynakları sınırlıdır ama özellikle altını çizerek belirtmek gerekiyor ki, bugünkü sorunlar miktarın sınırlılığından çok kaynakların kötü kullanımından kaynaklanmaktadır. Özetle su, stratejik bir doğal kaynaktır ve bu özelliği ile “sudan bir mesele” değil tam aksine insanlık açısından hem güncel hem de son derece yaşamsal bir sorundur. Türkiye iddia edildiğinin aksine su zengini bir ülke değildir… Yılda ortalama kişi başı kullanılabilir su miktarı bin m3 den az olan ülkeler “su fakiri”, bin m3 ile 3 bin m3 arasında olanlar “su sıkıntısı” çeken ülkeler, 3 bin m3 ile 10 bin m3 arasında olan ülkeler “yeterli suyu olan” ülkeler, 10 bin m3 den fazla olan ülkeler ise “su zengini” ülkeler olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı yaklaşık bin 600 m3 ‘tür. Buna göre ülkemiz su sıkıntısı çeken ülkeler arasında yer almaktadır. Bir zamanlar kirleri temizleyen akarsularımızın kendisi giderek kirlilik kaynağına dönüşmüştür. Yeraltı sularımızın bilinçsiz ve verimsiz bir şekilde tüketilmesi devam ediyor. Ama bundan daha kötüsü ise, tarımda bilinçsiz kullanılan kimyasal gübreler ve kimyasal zehirler yeraltı sularını hızla kirletmeye devam ediyor. Diğer yandan, kimyasal ürün fabrikalarının ve çevresel etkileri fazla olan veya enerjiyi fazla tüketen endüstri dallarının gelişmiş ülkelerden bizim gibi ülkelere aktarılması da, mevcut temiz su kaynaklarının kullanılamaz hale gelmesine yol açmaktadır. Bugün ülkemizde bir yılda üretilen zararlı atık yaklaşık 1 milyon 600 bin ton civarındadır. Kocaeli’nde bulunan İzaydaş’ın yıllık atık yok etme kapasitesi ise 100 bin tondur. Geriye kalan 1,5 milyon ton zehirli atıkların tamamı ise havaya, yerüstü ve yeraltı sularına, denize ve toprağa karışmaktadır. Susuzluk yaşayan veya gelecekte susuzluk yaşaması beklenen beş sıcak nokta; Aral Denizi, Ganj, Ürdün, Nil ve Dicle-Fırat havzalarında bulunmaktadır. Bu noktalardan biri (Fırat-Dicle) Türkiye kaynaklı bir havzadır. Diğerlerinden üç tanesi ise Türkiye’ye yakın bölgelerdir. Geleneksel paradigmadan çağdaş paradigmaya... 20.yüzyıl boyunca hakim olan “bul çıkar, taşı, dağıt ve maliyetleri yansıt” mantığına dayanan hidroloji paradigması-yarattığı çevre sorunları nedeniyle sorgulanmaya başlanmış ve yavaş yavaş önemini yitirmeye başlamıştır. Bu gelişmeler su yönetiminde çevrenin ve sosyal yapının dikkate alınmasını gündeme getirmiştir. 1970’lerden sonra egemen olmaya başlayan yaklaşım; ekonomik gelişme ile birlikte sosyal ve çevresel gelişmelerin de dikkate alındığı “sürdürülebilir” modeldir. Türkiye kentlerinde su kirliliği en önemli sorun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2012 yılını esas alarak, 81 ilin su, hava, atık ve gürültü kirlilik karnelerini çıkardı. Bakanlığın 2 yılda bir yaptığı “Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Değerlendirme Raporu”na göre, 32 ilde su kirliliği, 27 ilde hava kirliliği, 19 ilde atıklar, 2 ilde gürültü kirliliği ve bir ilde erozyon en önemli çevre sorunu… Rapora göre, su kirliliğinin öncelikli sorun olduğu illerin sayısında ciddi bir artış var. Temiz ve ucuz su bir haktır… Gerek su gerekse hava temizliği kalitesi ile ilgili verilen sınır değerler sıfır risk olduğunu göstermez. Toplumun önemli bir kitlesi için bu değerler ciddi sağlık ve yaşam riskleri de içermektedir. Zira bu sınır değerler, örneğin 70 kg ağırlığında sağlıklı bir yetişkin (genellikle de erkek) üzerinden hesaplanmaktadır. Bu durumda, aynı değerler çocuk, hasta, yaşlı, hamile kadın vb. için ciddi sağlık riskleri oluşturabilecektir. Dünya Sağlık Örgütünün bu konudaki kriteri, musluktan akan suyun “içilebilir kalitede” olmasıdır. Bundan on yıllar önce temiz ve kullanılabilir su temini açısından temel slogan (dilution is the solution) yani “seyreltin ve kirlilik sorununu çözün” idi. Ama günümüzdeki slogan artık (no pollution) yani “hiç kirlilik olmasın”dır. Bu yaklaşım doğrultusunda limitler gittikçe “sıfır değere” doğru düşürülmektedir. İçilen suyun kaliteli olması, temel bir insan hakkı kabul edilmektedir. Sağlıksız ve pahalı su… Vatandaşların temiz ve kaliteli su içme hakkını kullanamadığı açık bir gerçekliktir. Kentlerde yaşayan insanların çoğu musluktan akan suyu yalnızca kullanım (bulaşık, çamaşır, banyo, ev temizliği vb.) amaçlı tüketmekte ama içme suyu olarak kullanmamaktadırlar. Buna karşın, kent halkı bu suya bile  çok pahalı sayılacak fiyatlarla ulaşmaktadır. Örneğin su fiyatları açısından Ankara en pahalı kentlerden biri, belki de birincisidir. Musluktan akan suyu kentliler içemediği için, bu rakama bir de damacana suyu gideri eklenmektedir. Su kamusal bir mülktür… Roma hukukundan bu yana egemen olan yaklaşım suyun“res nillius” yani sahipsiz/halka ait bir mülk olduğu anlayışıdır. Bugün dünya nüfusunun yüzde 95.6’sı kamu eliyle su hizmetlerinden yararlanıyor. Ama son 30-40 yıldır revaçta olan neo liberal politikalarla su özelleştirilmesi de gündeme gelmeye başladı. Dünyada özelleştirilen su miktarı yaklaşık olarak yüzde 5 civarındadır. Ama bu miktardan bile elde edilen kâr, 2 trilyon dolar gibi devasa bir rakama ulaşmaktadır. Bu kazanç düzeyinin, petrol sanayindekinin yüzde 40’ına denk düşerken, ilaç sektöründeki kar düzeyini ise daha şimdiden geçmiş olduğunu vurgulayalım. Su özelleştirmelerinin büyük tekeller için hayli iştah açıcı olduğu açık. Ne var ki işin yoksullar cephesine yansıması ise tam tersi yönde oluyor. Dünyadaki örnekler, özelleştirmeyle su fiyatlarının iki-üç katına çıktığını ve yoksulların suya ulaşamaz hale geldiğini gösteriyor. Özelleştirmeyle su yalnızca pahalanmıyor aynı zamanda bu kalitesinde ciddi düşüşlerde yaşanıyor. * C- Sonuç yerine yapılması gerekenler 1- Su belediyelerden alınıp merkezileştirilmeli.. Belediye yönetimleri pahalı ve uzun süreli altyapı yatırımlarının oy getirisi açısından rasyonel hizmetler olmadığını düşündükleri için, kaynaklarını bu alanlar yerine daha az maliyetle, daha kısa sürede tamamlanabilecek ve oy getirisi yüksek olabilecek alanlarda kullanma eğilimindedirler. Bu hizmetin verilebilmesi gerektiğinde uzak su havzalarına yönelmeyi zorunlu kılmakta fakat bu bölgeler belediyelerin sorumluluk alanı dışında olduğu için ciddi sıkıntı ve gecikmeler olabilmektedir. Su kaynaklarının temiz tutulması, kirli olanların en sağlıklı biçimde arıtılması, su alanlarının sürekli denetim ve kontrol altında bulundurulması gibi işlerin de belediyelerce yerine getirilebilmesi oldukça zordur. Bu nedenlerle kentlerin su temini hizmetlerinin belediyeler düzeyinde değil; merkezi uzmanlık kuruluşları düzeyinde verilmesi daha isabetli olabilecektir. 2- Sürdürülebilirlik ve tasarruf… Su kaynakları kıt olduğu için bu hizmetleri su kaynaklarının bulunması, taşınması ve arz edilmesine indirgemek çözüm üretmemektedir. Su tasarrufu politikalarıyla israfın önlenmesi de çok önemlidir. Su kaynaklarının en verimli biçimde kullanılmasını, halkın sağlıklı suya ulaşımını ve doğal çevrenin korunmasını esas alan sürdürülebilir bir su politikası, yalnızca arzı esas alan değil, talebi de yönlendirilen bir su yönetimi olmak durumundadır. 3.”Kompact Kent”, “Yağ Lekesi Kent” En az kaynakla en verimli su politikası açısından bütünsel-kompact kent, dağınık ve yaygın kent yapısına göre avantajlıdır. Ayrıca arazi kullanımlarında su kaynaklarına ulaşımı gözetmek gerekmektedir. Son yıllarda ne yazık ki bütünsel kentten, yağ lekesi biçiminde gelişen parçalı bir kentleşmeye doğru bir değişim yaşamaktadır. Bu durum ise, hem su kullanımını çoğaltmakta, hem de su altyapı maliyetlerini yükseltmektedir…. 4- “Multi-disipliner” yönetim süreci Su havzalarının korunması limnoloji, biyoloji, kimya, bakteriyoloji, toksikoloji, halk ve çevre sağlığı ve çevre bilimleriyle ilgilidir. Su havzasını ve suyu yönetenlerin bu bilim dallarından yararlanması bir zorunluluktur 5- Denetim… Mevcut su kaynaklarının temizlik açısından sürekli ve güvenilir biçimde denetlenmesi, temiz su kaynaklarının korunması, kirli suların tespiti ve arıtma işlemlerinin gerçekleştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu tür denetimler Cumhuriyet başlangıcında yapılırdı ama örneğin Ankara ve civarında son otuz yılda halk sağlığı açısından kapsamlı bir su analizi yapıldığını söyleyebilmek olanaklı değildir. *Bolivya’da aylık geliri ortalama 50-60 dolar olan insanlara, suyun özelleştirilmesinden sonra 20-30 dolara dolara su satılmaya başlanmıştı. Bunun üzerine insanlar çatılarına leğen, kap kacak koyarak su toplamaya başlamışlar, fakat, meclisten çıkarılan bir yasayla yağmur suyunun toplanması yasaklanmıştı. Güney Afrika’da suyun özelleştirilmesi ve ardından gelen zamların sonucunda insanların su ihtiyaçlarını umumi tuvaletlerden karşılamaları kolera salgını başlatmıştı. Çok sayıda insan hayatını kaybetmişti. 1994’te Endonezya kuraklıktan yanarken, Jakarta’nın golf sahalarında saha başına günde 1000 m3 su tüketilmesi sürdürülmüştü. Kuzey Meksika’da 1995’te kuraklıkta ötürü çiftçiye verilen su kesilirken, serbest bölgelerdeki yabancı şirketlere bir kısıntı uygulanamamıştı. Fransa’da, su işletmesi yerel yönetimlerden alınarak özel işletmelere satıldıktan sonra su fiyatları hem çok yükseldi ve hem de su kalitesinde düşüş yaşandı.