Tokyo nasıl başardı?

Abone Ol
Deprem anında yapıların verdiği sınav ve yaşanan can ve mal kayıpları, ülkelerin gelişmişlik düzeyi, geçmişten çıkarılan derslerin boyutu ve insan canına verilen değeri net bir şekilde ortaya koyuyor. Kahramanmaraş merkezli 7.4 büyüklüğünde bir depremle haftaya başladık. Enkaz altında kalan tanıdıklar, tanımamıza rağmen içimizi titreten çaresizlikler, birbiri ardı sıra gelen acı haberler, kağıt gibi yıkılan binalar, dehşet, korku, kaygı... Tıpkı daha önce Gölcük ve Düzce depremlerinde yaşadıklarımız, duyduklarımız, kahrolduklarımız aradan geçen onlarca yıla rağmen üzerimize kalın bir kabus gibi çökmüş, gitmiyor. Bir yandan da dünyanın diğer coğrafyalarına çevriliyor insanın bakışları böyle anlarda. Bilim ve teknolojinin doğru kullanımı, mimari birikimin insan canını önceleyen şekilde sahaya aktarımı ve çağdaş mühendislik hizmetlerinin aslında böyle zamanlarda ne kadar kritik olduğunu anımsıyor, kaderci bir yaklaşım benimsemektense bilim insanlarının ısrarlı uyarılarına kulak verip özeleştiri yapmamız gerektiğini görüyoruz. Deprem dendiğinde akla ilk gelen ülkeler arasında Japonya gelir. Her yıl yaklaşık 2000 depremin yaşandığı bu ülkede çocuğundan yaşlısına kadar deprem olduğunda herkes ne yapacağını bilir; duygusallığa kapılmaz. Herkese müthiş bir duyarlılık, soğukkanlılık ve kuralcılık hakimdir. Çünkü bulunduğu coğrafyadaki tüm sarsıcı depremlere rağmen Japonya’da depreme karşı teknoloji ve önlemler konuşur; yapılmayanların bedelini masum canlar ödemez; insanlar onları çevreleyen yapıların koruyuculuğuna güvenir. 2011 yılında Japonya’da 9.0 Richter ölçeğinde bir deprem yaşandığında hareket halindeki yüksek hızlı 27 tren seferlerine devam etti. Yer sarsıntılarını önceden tespit eden deprem sensörleri sayesinde, tren kondüktörleri, depremin en şiddetli dalgaları yaşanmadan saniyeler önce acil durum frenlerini aktive edebildiler ve durdular. Böylelikle hiçbir yolcunun burnu kanamadan süreç atlatıldı. COĞRAFYA KADER DEĞİL Ama tüm bunlar birer şans değil. Deprem kuşağında olup olmamak da şans değil. Coğrafya da kader değil. Bilinçlilik, bilime saygı, kaynakları doğru yere aktarmak, Fukuşima nükleer santralinde yaşananlar dahil geçmişteki hatalardan ders çıkarabilmek ve tedbir almak ise insan canını korumanın anahtarı... Depremin en şiddetli anı yaşanmadan 80 saniye önce tespit eden ve dünyanın en meşhur deprem uyarı sistemini kurmak için Japon hükümetinin 1 milyar dolar harcama yaptığını unutmayalım. Böylelikle insanlar deprem yaşanmadan önce gerekli tedbirleri alacak zamana sahip oluyorlar. Sert bir sarsıntı anında kendilerini pencereden atma veya sallanan bir dolabın altında beklemek gibi panik sonucu yapılan eylemlerden uzak duruyorlar. Çünkü tedbiri elden bırakmıyorlar ve tedbirlerini artırmak için onlara hükümetleri zaman veriyor. Japonya’da deprem öncesinde telefonlara acil durum uyarısı geliyor ve acil toplanma alanları ile yardım talepleri gibi bilgilendirmeler sağlanıyor. Afet önleme ve deprem sırasında nasıl hareket edileceği konusunda da Japonya’da tüm eğitim sistemine içselleştirilmiş bir farkındalık dalgası var. Deprem anında kişi kendisini nasıl korur, nasıl güvende kalır, deprem bitene kadar kapalı bir mekanda nerede durmak gerekir, dışarıdalarsa molozlardan korunmak için ne yapılır, gibi temel bilgiler çok küçük yaşlardan beri verilir; deprem tatbikatları yapılır; simülasyonlar ile deprem hissi yaşatılır. BİNA STANDARTLARI YÜKSEK Ayrıca binalar da 1950 yılında Bina Standartları Yasası kabul edildiğinden beri sıkı kurallar çerçevesinde inşa ediliyor ve bu yasa yeni teknolojiler ve gereksinimler ışığında sürekli güncelleniyor. Öyle ki 1995 yılında Hanshin depremi sırasında, 1981 yılından sonra inşa edilen binaların sadece yüzde 1’i hasar gördü. 2011 yılındaki büyük depremde ise, Sendai bölgesindeki tek bir binada bile hasar yok. Okullardan ofis binalarına, alışveriş merkezlerine dek tüm binalar bu standartlara tabi. Tokyo’da inşası 13 yılda tamamlanan ve 3 milyar dolara yakın maliyet doğuran Su Deşarj Tüneli’nde tsunami gibi doğal afetlerde sel sularının toplanması ve nehre güvenli şekilde yeniden dağıtılması sağlanır. Bu da şehrin büyük bir sel altında kalmasını engeller. Bundan beş yıl önce Japonya’nın nüfus ve ekonomik değer açısından en büyük ikinci kenti Osaka’da 6.1 Richter ölçeğinde bir deprem yaşandığında ülkenin deprem teknolojisindeki mükemmelliği bir kez daha görülmüştü. Japonya’da tüm altyapının depreme karşı dayanıklılığının korunması ve sürekli yenilenmesi için bu yıl itibariyle yıllık 46,1 milyar dolarlık bir bütçe ayrılması gerekiyor. GÜVENLİ KENTLER ENDEKSİ Tüm bu emekler de boşa çıkmıyor. 14 milyon sakinin yaşadığı, 2000 kilometre karenin üzerinde alana yayılan Tokyo, 2015, 2017 ve 2019 yıllarında Economist Intelligence Unit’in dünya çapında 60 kenti inceleyen Güvenli Kentler Endeksi’nde dünyanın en güvenli kenti seçilmişti. Geçtiğimiz sene Japonya’da gerçekleşen 7.3 büyüklüğünde depremde sadece 4 kişi ölmüştü. Tokyo Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre; kentteki binaların yüzde 87’si, modern ve deprem-karşıtı standartlar usulünce inşa edildi. 2012’de açılışı yapılan Tokyo’daki ünlü Skytree isimli gökdelen, 100 uzmandan oluşan bir ekip tarafından tamamen depreme dayanıklı bir bina olacak şekilde yapıldı. Şekli de depremlerden sonra ayakta kalan eski ahşap pagodalardan –Uzak Doğu tapınak yapıları- esinlendi. Kentteki diğer gökdelenlerde de özel üretilmiş 300 tonluk sarkaç kullanıldı ve böylelikle deprem anında binanın esnekliği sağlandı. Bu damperlerin patenti de Tokyo’daki bir gayrimenkul şirketi tarafından alınarak 51 milyon dolara satılıyor. TOKYO YÖNETİMİNDEN YENİ HEDEF Tokyo metropolitan bölgesi yönetimi, daha birkaç gün önce yaptığı bir açıklamada, gelecekte yaşanabilecek bir depremdeki ölü sayısını yarıya düşürmek gibi bir hedef belirledi. Tokyo valisi Yuriko Koike’nin başkanlığını yaptığı bir panel sırasında sunulan Tokyo bölgesel afet yönetimi taslak planında binaların depreme dayanıklılığının daha da artırılması gibi kritik hedefler var. Tokyo merkezinin güneyinde gerçekleşebilecek 7.3 büyüklüğünde bir deprem ve depremin tetiklediği yangınlar sonucunda yaşanabileceklerin revize edildiği raporda, 6.100 kişinin ölebileceği ve 194.000 binanın hasar görebileceği öngörülmüş; ancak deprem ve yangına dayanıklı evler inşa etmek ve mevcut evleri de bu yönde güçlendirmek yönünde tedbirlerle bu hasarın ve ölümlerin yarı yarıya azaltılabileceği de rapora entegre edilmiş. Bunun için 2025 mali yılına kadar depreme dayanıklılık standartlarının güncel versiyonuna uymayan evlerin yıkılması ve büyük bir deprem yaşandığında elektriği otomatik olarak kesen teknolojilerin yer aldığı binaların 2030 yılına kadar yüzde 25 oranında artırılması hedefleniyor. Tüm bu planlar yapılırken, eş zamanlı olarak Tokyo’nun güneyindeki Ogasawara adasında 6.1 büyüklüğünde deprem meydana geliyor. Japon yetkililer, kendilerine gelen jeolojik uyarıları, aklın, bilimin ve teknolojinin ışığında minimize etmenin yollarını araştırıp sağduyu ve rasyonaliteyi uygulamaya geçiriyorlar. Ayrıca yine aynı plana göre, bir deprem sonrasında evlerine dönemeyecek kişilerin geçici olarak kalabilecekleri tesislerin de durumunun iyileştirilmesi hedefler arasında. ALTYAPI GÜVENLİĞİ ŞART Dünya nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşarken ve bu oranın önümüzdeki yirmi yılda yüzde 70’lere yaklaşması beklenirken, altyapı güvenliği hiç olmadığı kadar önemli. Deprem anında yapıların verdiği sınav ve yaşanan can ve mal kayıpları, ülkelerin gelişmişlik düzeyi, geçmişten çıkarılan derslerin boyutu ve insan canına verilen değeri net bir şekilde ortaya koyuyor. Her ne kadar maliyetli yatırımlardan bahsediyor olsak da, metropollerde bu kadar yoğun bir nüfusun toplanması karşısında enkaz altında yaşam mücadelesi vermek ile mevcut yapıların deprem güçlendirmesine yönelik yöntemlerin uygulanması arasındaki sarkaçta nerede duracağımız, bir ülkenin küresel toplumdaki yerini ve çağdaşlığını belirleyen bir tercihtir aslında. Depreme dayanıklı kentler inşa etmek, şehirlerin deprem eylem planlarını ivedilikle hazırlamak, depreme dayanıklı tüm yapıları kentsel dönüşüm programına dahil etmek, deprem riski taşıyan yapıları güçlendirme çalışmalarına kaynak ayırmak, deprem toplanma alanlarına AVM inşa etmek yerine bu alanların imara açılmaması için farkındalık yaratmak mümkün. Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ndeki hedeflerden biri de bu açıdan önemli: “İnşaat mühendisi, mimar, kent plancısı ve sismolog yetiştiren üniversite, akademi ve yüksekokulların müfredatına deprem mühendisliği ve mühendislik sismolojisi eğitimi eklenmesi”. Depreme karşı dayanıklı binalarda yaşamak bir lüks olmamalı. Plansız büyüyen şehirlerde kelle koltukta yaşamak ve her şeyi kadere yüklemek bu çağa uygun bir davranış ve yaşam modeli olarak kanıksanmamalı. Öncelikli olarak deprem bölgelerinde binaların depreme karşı güçlendirilmesi için kaynak ayrılması, diğer tüm ikincil projelerin üzerine konumlandırılmalı. Kaynaklar doğru yere, hızlı bir şekilde aktarılmalı. İmar affıyla kullanımına devam edilen depreme karşı dayanıksız binalar, güçlendirilmeyen yapılar insanlara mezar olmamalı. Tam tersine depreme karşı güvenilir, güçlendirilmiş ve dayanıklı kentlerde yaşamak, vazgeçilmez bir vatandaşlık hakkı olarak görülmeli. Ve her şeyin özündeki tek çözüm, buna yönelik güçlü bir irade ortaya konmalı. Daha fazla canımız yanmadan...