TL’nin “altın vuruşu”: Faiz ve kur çanları kimin için çalıyor?

Abone Ol
Faiz indiriminden ihya olduğu sır olmayan bir kesim var. Devletin dolar cinsinden geçiş ve kullanım garantileri verdiği müteahhitleri. Bunlara hızlı kur artışı ile TL cinsinden haksız kazançlarını misliyle katlama imkanı verilmiş oldu. Dolar kuru geçen cuma itibarıyla 10 TL’yi geçti. Bu, kurun her gün bir yenisini kırdığı rekorlar zincirinin son halkası değil sadece. Aynı zamanda paradan altı sıfır atılmasından bu yana süren tek basamaklı dolar kuru dönemini –bir daha geri dönmemek üzere– tamamladığımızı da gösteriyor. Esasen kurun bu seviyeye gelmesi eylüldeki 100 baz puanlık indirimi takiben ekimde 200 baz puan seviyesinde gerçekleşen faiz indirimleri sonrasında hiç şaşırtıcı değil. Zaten yıllardır olan bitene şaşırmanın şaşırttığı, gelişmelere şaşıranlara şaşırdığımız bir dönemi yaşadığımız için, ben şahsen TL’nin “altın vuruş”u denebilecek bu indirimlere de şaşırmadım. Nitekim Avro 10 TL’lik psikolojik barajı, dolardan iki ay önce, Eylül ortası gibi aşmıştı zaten. Şaşırmamakla beraber bu faiz indirim inadının ardında yatan nedeni de merak etmiyor değilim. Tabii niyetim “yüksek faizin enflasyonun sebebi olduğu” şeklindeki kerameti kendinden menkul hipotezi tartışmak falan değil. Bunun vakit kaybı olduğu çok uzun zamandır belli. Asıl amacım, görevi artık bir tür noterliğe dönüşen TCMB’ye uygulanan faiz indirim baskısı ve bu baskıya diren(e)meyen banka eliyle yürütülen PARA POLİTİKASI İÇİN BİR POLİTİK İKTİSAT RASYONELİ VAR MI? sorusuna cevap aramak. Ben kendi payıma bu aralar içinden geçmekte olduğumuz tarihî sürecin, siyasi iradenin (çoğumuzunkinden farklı olsa da kendi içsel tutarlılığı olan, iyi tanımlı) önceliklerine, hedeflerine göre şekillenip şekillenmediğini sahiden merak ediyorum. Politik iktisat açısından bakınca, öncelikle (bu kadar) düşük faiz ve (bu kadar) yüksek kurun kimlere yarayacağı sorusunu cevaplamak gerekiyor. Sonra mevcut para politikasının bilinçli bir şekilde bu kesimleri ihya etmeyi hedefleyip hedeflemediği ve bunun içsel tutarlılığı olup olmadığı soruları geliyor. Son faiz indirimleri ve yol açtıkları kur artışının kimlere (toplumun hangi kesimlerine ve ekonominin hangi sektörlerine) yaraması beklenmeli sorusuna kafa yorarken üç farklı gruba odaklanılabilir diye düşünüyorum. Ben bu grupları faiz indiriminden yarar sağlayacağı kesin olanlar, maruz kalacağı etkinin pozitif mi negatif mi olacağının kestirilmesi güç olanlar ve son olarak, faiz indiriminden kesinlikle zarar görecek olanlar diye sıralıyorum.  Burada “grup” sözcüğünü biraz esnek biçimde kişiler, şirket ya da bankalar gibi kuruluşlar ve/veya sektörlere atfen kullanıyorum. Birinci grupta öncelikle, elinde faiz indiriminden önce alınmış yüklü miktarda bono/tahvil olanlar var. Her faiz indirimi bu kağıtların satış değerini otomatik olarak yükseltiyor. Faiz indirimi ne kadar yüksekse, kağıtların değer artışı da o kadar yüksek oluyor. Sonra, kredi için başvurmaya kesin karar vermişken bu kredinin maliyetinin düşmesinden mutlu olacak olanlarla, daha önce aldığı (değişken faizli) kredi borcunu yeniden yapılandırarak geri ödemeyi kolaylaştırabilecek olanlar geliyor. Tabii faiz indirildikçe yükselen kurdan ihya olan kesimler de bu birinci grupta yer alıyor. Faiz indirimini önceden bilerek ya da tahmin ederek dolar alanlar, aldıkları dolar miktarıyla orantılı biçimde zenginleşti kuşkusuz ama özellikle 200 baz puanlık son faiz indirimi öncesinde, yüklü miktarda dolar alan varsa bunlar kimlerdir bilmek zor. En azından ben bilmiyorum. Ama FAİZ İNDİRİMİNE BAĞLI KUR ARTIŞINDAN FAZLASIYLA KÂRLI ÇIKANLAR sadece onlar değil zaten. Bu işten ihya olduğu sır olmayan bir kesim daha var ki onları hepimiz yakinen tanıyoruz. Tanımayanlar da tanımalı zaten. Bunlar devletin dolar cinsinden geçiş ve kullanım garantileri verdiği, Osmangazi Köprüsü vs türü Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinin müteahhitleri. Bunlara birim başına garanti edilen dolar ödemeleri de, taahhüt edilen toplam geçiş/kullanıcı sayısı da zaten fahiş iken, bir de faiz indirimlerinin yol açtığı hızlı kur artışı ile TL cinsinden haksız kazançlarını misliyle katlama imkanı verilmiş oldu. En baştan beri “evlat bile bu kadar kollanmaz” dedirtecek türde tavizlerle ihya edilen ve imtiyazlarına, salgının katmerlendirdiği kriz ortamında bile asla dokunul(a)mayan bu kesimin, yürürlükteki para politikasının da en büyük kazananları olması şaşırtıcı değil. Hızlı kur artışının kazananları arasında, geliri artacak olan ihracatçılar da var doğallıkla. Ama hepsi aynı ölçüde kazançlı çıkmayacak kuşkusuz. Yoğun ihracat yapan otomotiv gibi bazı sektörlerde üretimin ithal girdiye bağımlılığı çok yüksek. Faiz indirimi sonrası gelen kur artışı bir yandan bunların rekabet gücünü, bir yandan da maliyetlerini artırıyor. Kur artışı etkisinin büyüklüğü ithal girdi bağımlılığının derecesine bağlı. Ancak özellikle tekstil ve hazır giyim gibi sektörlerde talep esnekliği yüksek, düşük katma değerli harcı alem ürünleri asgarî seviyede ithal girdi kullanarak üretip ihraç eden firmaların kazananlar arasında olacağı açık. İkinci grup, faiz indiriminden kazançlı çıkıp çıkmayacağının kestirilmesi güç olanlardan oluşuyor. Bunlar arasında iktidarın göz bebeği olan (toplu) konut müteahhitleri de var. Genelde faiz indirimlerinin, özelde 200 baz puanlık son radikal indirimin konut kredilerini ucuzlatarak konut talebini artırma ihtimali var. Öteden beri süren düşük faiz baskısı ile kollanmak istenen kesimlerin başında müteahhitlerin geldiğini zaten biliyoruz. İthal girdi kullanımı nispeten düşük olan konut inşaat sektörünün, faiz indiriminin TL üzerinde yarattığı değersizleştirme etkisinden fazla hasar görmeyeceği de düşünülebilir. Ancak hızlanan enflasyonun konut fiyatlarını da yukarı itmesinin, faiz indiriminin talep üzerindeki olumlu etkisini sınırlayacağı aşikâr. Bir süredir istihdam kaybı gözlenen inşaat sektöründe, konut müteahhitlerine dair beklentim, iyice gevşeyen para politikasından asimetrik biçimlerde etkilenecekleri yönünde. Yani daha yüksek gelir gruplarına yönelik daha lüks konutlar üreten müteahhitler açısından faiz indiriminin talep artırıcı etkisi, ortaya çıkan enflasyonist ortamda artan konut fiyatlarının talep daraltıcı etkisini bastıracak muhtemelen. Öte yandan, dar gelirlilere konut üreten yapsatçılar için fiyat etkisinin faiz etkisine galebe çalarak talebi daraltmasını (en azından büyümesini önlemesini) bekliyorum ben. (İkinci elde olmasa da sıfır otomobillerde de benzer bir durumun yaşanacağını tahmin ediyorum.) Ne yönde etkileneceği belirsiz olanlar arasında, yukarıda saydığım mekanizmalar yoluyla olumlu etkilenmesi beklenen ancak yüksek dolar borcu olanlar da var. Bunların 200 baz puanlık indirimi sevinçle mi yoksa endişeyle mi karşıladıkları, düşük faiz/yüksek kur kombinasyonunun kazandırdıkları ile, dolar borcu ödemenin artan yükü arasındaki dengeye bağlı. Tabii bir de farklı sektörlerde faaliyet gösteren şirket grupları, holdingler var. Bunların kimi şirketleri gelişmeleri sevinçle karşılarken diğerleri yas tutmaya başlamış olabilir. Bu tür holdingler açısından net etki, sevinen ve yas tutan şirketlerin göreli büyüklüğüne göre değişecek. Son grupta mevcut politikanın mağduru olacağı kesin olanlar var. Bunlar arasında TL cinsinden kazançları ile yüklü dolar (yahut döviz) cinsinden borçlarını ödemek zorunda olanlarla talep daralması ile karşılaşacak olan (özellikle lüks olmayan) ithal ürün satıcıları var. Ama hiç kuşkusuz EN BÜYÜK MAĞDURLAR SABİT GELİRLİLER olacak. Bunlar faiz indiriminden yararlanma ihtimali hiç olmayan veya çok kısıtlı olan ancak yükselen kur ve enflasyon yüzünden zaten çekmekte oldukları geçim sıkıntısı katmerlenecek olan işsizler ile dar ve sabit gelirlilerden oluşuyor. Hükümetin uygulattığı para politikasından net kârlı çıkacaklar ile kârlı mı zararlı mı çıkacağı belirsiz olanların toplam sayısını kestirmek zor ama mağdur olacağı kesin olanların sayısı milyonlarla değil on milyonlarla ölçülüyor. Mağdurların uzak ara en büyük grup olduğu kesin. Üstelik de önemli bir bölümünün geçmişte iktidara oy verme eğiliminde olduğu bilinen bu kesimin mağduriyeti oy verme davranışlarına doğrudan yansıyacak kadar büyük. Bunların bir kısmının başlarına gelenlerin sorumlusunu saptayacak bilgi ve muhakeme gücünden yoksun olacağını, bir kısmının da yoksun olmasa bile hükümete desteğe devam edeceğini kabul etsek bile, hükümetin oy kaybının büyük olacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Bu durumda soru, iktidarda kalmak için bu milyonların oylarını almak zorunda olan bir hükümetin faiz indirimine neye güvenerek devam ettiğine dönüşüyor. Benim aklıma üç olasılık geliyor. İlk olasılık, hükümetin faiz indirimlerinin, istihdam ve büyüme üzerinde çok olumlu sonuçlar yaratacak bir yatırım patlamasını tetikleyeceğine dair bir beklentisi olması. Bu da şimdinin faiz indirimi mağdurlarının, bu süreçten alacakları paylar sayesinde tekrar kazanılabileceği umudunu besliyor olabilir. Bence ikisi de gerçekçi olamayacak kadar iyimser. Burada nedenlerini sıralayamayacağım ama vardığımız noktada, tek başına faiz indiriminden öyle bir yatırım patlaması beklemek çok gerçekçi değil. Zaten gerçekleşse bile sonuçları en iyimser tahminle seneye gözlenebilecek olan böyle bir yatırım/büyüme patlamasının, en azından 2018’den beri artan biçimde mağdur edilen işsiz ya da dar ve sabit gelirli kesime son faiz indirimlerinin kur ve enflasyon artışı yoluyla vurduğu ek darbeyi unutturacağı da şüpheli. İkinci olasılık, kollanmasına faiz indirimi yoluyla (da) devam edilen kesimlerin sağlayacağı finansman desteğiyle her kanaldan yapılacak propagandanın, seçmenlerin ekonomideki gelişmelerin sorumlusu konusunda kafalarını karıştırmakta yeterince başarılı olacağına duyulan güven. Ne kadar uzun süredir sonuç aldırdığı düşünülürse, bu tür propagandaya duyulan güven tamamen sebepsiz değil kuşkusuz. Ama Lincoln’ın dediği gibi “insanların hepsini bir süreliğine, hatta bir kısmını sonsuza kadar kandırabilirsiniz ama insanların hepsini sonsuza kadar kandıramazsınız.” Üçüncü olasılık, TL’nin “altın vuruş”u denebilecek faiz indirimlerinin yukarıdakine benzer sistematik akıl yürütmeler, derin analizler sonucu falan olmadığı. Bu olasılık yüzde kaçtır bilmiyorum ama mevcut rejimin keyfiliği bu olasılığın sıfır olduğunu düşünmemizi engelliyor maalesef.  Nitekim İstanbul’daki sarı taksi cerahatine neşter atılmasının ısrarla önlenmesi türü örneklerde gördüğümüz gibi, uygun bağlantıları bulan birkaç taksi ağasının ricasını yerine getirmek, mağdur edilen koca bir İstanbul halkının (en azından orta sınıf seçmenlerinin!) taleplerinden daha öncelikli olabiliyor. Gerçi milyonları enflasyon yoluyla yoksullaştırmanın politik riskleri ile kıyaslanmaz tabii ama bu keyfilik, bırakın iktisat politikası açısından rasyonelliği, politik iktisat açısından bile rasyonel olmayan adımlar atılmasına cevaz verebiliyor. İnanmayan geçen yılki “cam filmi” yasağı kararının geri alınması sürecindeki keyfiliği hatırlasın. (Memleketin son Başbakanı ile farklı bakanlıkların yasağın kaldırılması sürecindeki mesaisini anlatan şu ibret verici haberi herkese tavsiye ederim: https://bit.ly/3ceerfe )