Teorik ve Pratik Siyaset Bağlamında TİP-CHP İlişkisi
Alper Orhan ve Doğukan Demircioğlu da GazeteDuvar’da yayımlanan bir yazıyla katıldılar. Orhan ve Demircioğlu’nun yazdıkları yazıyı kıymetli kılan şey, bu alanda yürütülen arkaik tartışmaların anlamsızlığına yaptıkları vurgu ve bunun yerine bir gelecek projeksiyonu ortaya koyma, bu tartışmayı derinleştirme iddialarıdır. Orhan ve Demircioğlu, yazılarında bugüne kadar Türkiye sosyalist hareketiyle ilgili yürütülen tartışmaların hep solun “sloganlarda” kalmasına odaklandıklarını ifade etmişler ve TİP’in yazacağı hikayenin kendisinden önceki sol hareketlerin bu durumuyla kaderdaş olmak zorunda olmadığını vurgulamışlardır.
RADİKALİZM VE MEŞRU SİYASET TERCİHİ
Ancak ikilinin makalelerinde dikkat çektikleri Avrupa’daki merkez sol partilerin soldan merkeze doğru gelmeleriyle oluşan boşluğu dolduran radikal sol partilerin Türkiye’de nasıl bir ihtiyaca karşılık verecekleri meçhul. Bunun nedeni, Türkiye’nin bütün bir modernleşme hikayesini Batılı ülkelerden farklı yazması, Batı’daki sosyal demokrat partilerin tarihsel olarak soldan merkeze gelirken, CHP’nin merkezden sola gelmesi ve toplumsal bölünmüşlüğün kültür kampları üzerinden şekillenmesi olarak ifade edilebilir. Dolayısıyla burada ortaya çıkan soru, TİP’in radikal programına ikna etmeyi hedeflediği, yazarların kitlesel olarak CHP’yi fazla merkez ve HDP’yi Kürtlerin partisi olarak görenler olarak ifade ettikleri insanları, hedeflediği ana akım siyasetiyle meşru siyaset zemininde hedeflediği toplumsal, siyasal ve iktisadi dönüşümü gerçekleştirecek bir program etrafında mı konsolide etmeyi deneyeceği, yoksa radikalizmin teorikliğinin konforuna kapılıp “haklı olma”yı meşru siyaset zemininde sürdürülebilir bir taban kazanmaya tercih mi edeceğidir.
İkinci tercihin, yazarların “sloganlarda” kalan sol olarak ifade ettikleri, benim ise “hababam solu” dediğim, siyasetin teorik olmaktansa pratik bir alan olduğunu gözden kaçırıp, sekterleşmiş düşünce dünyalarında normatif olan haricindeki halk lehine her dönüşüme mızmızlanmak dışında hiçbir olumlu katkı sunmayan geleneksel anlayıştan çok da bir farkı olmayacaktır.
Nitekim Erkan Baş’ın “Ne onların devamıyız ne de onlardan çok ayrı” şeklinde ifade ettiği 1980 öncesinin TİP geleneğinin Atatürkçü-merkeze atıf yapan diskuru, yani ana akımlaşma çabasının özellikle rejimden gördüğü baskıyla doğru orantılı olarak genç tabanından gelen radikalleşme arzuları ve sonrasında yaşanan bölünme, toprak işgalleriyle toprakların topraksız halka dağıtıldığı 1970’ler sonunda TİP’i pratik ve kitlesel siyasetten koparmış ve kapalı salon toplantıları yapan bir entelektüeller kulübü hâline getirmiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri de 1977 seçimlerinde Ecevit’in Behice Boran’a TİP’in CHP listelerinden aday olmayı önermesi ancak Boran’ın CHP’nin düzeni doğrudan hedef aldığı bir dönem olmasına karşın “düzen partisi” olduğu gerekçesiyle bu teklifi reddetmesi olmuştur. Dolayısıyla TİP, bu teklifi reddederek bir yandan kendisini meşru siyaset zemininde yeniden var edebilecek bir fırsatı tepmiş hem de CHP’nin yalnızca 13 milletvekiliyle kaçan tek başına iktidarına köstek olarak Türkiye’yi 12 Eylül’e götürecek olan açık-zımni Milliyetçi Cephe Hükümetleri’nin de ekmeğine yağ sürmüştür.
TİP VE CHP İLİŞKİSİ: KİM KİME BAKARAK KONUMLANMALI?
Dolayısıyla TİP’in önceki sol-sosyalist hareketlerden farkını belirleyecek temel noktalardan biri de CHP’ye bakışı olacaktır. Bu çevreden CHP’ye gelen temel eleştirinin hâlâ CHP’nin “sağa kaydığı” olması, bu durumda henüz pek bir fark olmadığını göstermektedir. Çünkü bu değerlendirmeler hem CHP’nin tarihsel misyonundan hem de Türkiye’de merkezin ziyadesiyle sağa kaydığı gerçeğinden bağımsız görünmektedir. Unutulmaması gereken nokta, merkezin ziyadesiyle sağa kaydığı mevcut durumda CHP’nin konumlandığı yerin o merkezin hâlâ solunda konumlandığı gerçeğidir. Öyle ki CHP, gündem belirleme fırsatı buldukça sol bir söylem üretmeye gayret etmektedir.
Ancak partinin geleneğinin de bir sonucu olarak parti, bu sol söylemin başlığını ille de “sol” koymak gerektiğini düşünmeden, tıpkı Ecevit’in yer yer 1970’lerde yaptığı gibi, sağ eğilimli seçmeni, onların gündelik hayatta yaşadıkları sorunlara dokunarak kendi sol projesine ikna etmeye çalışmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun kullanım garantili yol, köprü vb. neredeyse bir iç kapitülasyonu andıran projelerle ilgili “kamulaştırma” söylemi, Kanal İstanbul’la ilgili dünya kreditörlerine ilettiği mesajın anti-emperyalist tonu ve yine aynı tonla yaptığı Batı’nın Türkiye’yi üç kuruş para karşılığında bir ileri mülteci karakolu hâline getirdiğini söylediği ve Batı’yı açıktan emperyalist olmakla suçladığı açıklaması hep bu doğrultuya delalet.
Bu bağlamda, Türkiye’nin mevcut durumdan azade olarak CHP’yi pragmatik olarak değil de sanki iraden sağcılaşmakla suçlamak, aslında gerçekte varolmayan büyük bir “sol” tabanın, örgütlü işçi sınıfın da varolduğu yanılgısına düşmeye sebep olabilir. Bu da TİP’in yaşanabilecek bir iktidar dönüşümünde hâlâ hayali bir kitleyi kendi radikal projesine ikna etmeye çalışması gibi beyhude bir çabanın içine düşmesine sebep olabilir. Çünkü CHP’nin binbir benzemez aktörü bir araya getirerek oluşturduğu “milli mutabakat muhalefeti” içinde yukarıda ifade ettiğim sol politikalarla ilgili bir söylem birliği oluşturması, CHP’nin iktidara geldiğinde geniş kapsamlı bir “halk lehine dönüşüm” tasarladığına işaret etmektedir.
Bu dönüşüm, olası bir radikalizmi meşru siyaset zemininde pasifize etme ihtimali taşımaktadır. Dolayısıyla TİP’in Türkiye solunun gereksiz bir teorik kibirle her zaman yaptığı “CHP, bize bakarak konumlansın” egoizminden sıyrılıp, her şeye rağmen pratikte kitlelere seslenmeyi başaran yegane sol aktör olan CHP’ye bakarak konumlanması, bu projenin öncüllerine göre fark yaratmasının da önkoşuludur.