Loading...
Tarikatların ekonomisi...
20 yıldır AKP kabineleri içinde neredeyse tüm tarikatların temsiliyeti bulunurken, bakanlıklar, bürokrasi, eğitim, sağlık ve ticaret bu temsiliyetlere göre dağıtılıyor.
Türkiye günlerdir vakıf ismiyle legalleştirilen, ekonomik güç verilen tarikat batağı gerçeklerini konuşuyor.
Tartışmaların odak noktasında tarikat liderinin kendi kızını sistematik şekilde 6 yaşından itibaren bir mensubunun tecavüzüne sunmuş olması. Özgür basını temsil eden gazeteci Timur Soykan’ın haberiyle ortaya dökülen korkunç gerçeğin bir yüzü de AKP hükümet yetkililerinin konu hakkında bilgisi olması. Taciz kurbanı kadının filmlere konu olabilecek kaçışı sürecinde kendi şikâyeti üzerine iki yıldır korunmaya alınmış olmasına karşın adli süreç başlatmamış olması. Haberle başlayan süreçte dava gününün aylar sonraya verilmesi ve tecavüzcülerin tutuksuz yargılanmasına karşı oluşan tepkiler sonucunda ilgili Bakanlıların devreye girmesi ve sürece müdahalesi.
Bu soğuk ve acımasız gerçeklik Türkiye’de tarikatların kökenlerini, nasıl varlıklarını devam ettirdiklerini ve tabi ekonomik ilişkilerine ayna tutmayı gerektiriyor. Tarihsel süreç ve gerçek dini bilgiler için İlahiyat profesörü Mustafa Öztürk’ün sesine kulak vermek şart.
İşin ekonomi tarafına gelince, konu hakkında derin araştırmalar yaparak büyük emekler harcamak gerekli. Bunu yapan gazeteci, araştırmacı ve uzmanların çalışmalarından bir derleme olacak bu yazı.
Türkiye’de tarikatlar tarih boyu birer çıkar örgütü
Yeniçerilerin isyanı ardından devlette rol almaya başlayan tarikatlar Cumhuriyet’in kuruluşu ve . 1925’te Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu ile yeraltına indiler. 1950’lere kadar baskı altında tutuldular.
Bu dönemde Cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesi” temeliyle Padişah, ağa, şeyh ile tanımlanabilecek feodal düzen güçlerine karşı halkı koydu. Tarikatların en büyük düşmanı kadınların özgürlüğü, medeni hukuk, seçme ve seçilme hakkı adımları yanında Cumhuriyet rejiminde hiç kimsenin yoksulluk ve çaresizlik nedeniyle feodalitenin insafına terk edilemeyeceği amacını karma ekonomi planları eşliğinde bütün olarak değerlendirmek gerekir.
Tarikatların yeniden güçlenip ekonomik saadet zinciri yoluyla mürit/sempatizan toplama dönemi Demokrat Parti (DP) dönemi iktidarına denk gelir. DP dönemi ekonomi politikalarının, toprak reformuna taş koyuşun ve 1954’te Köy Enstitüleri’nin kapatılmasının tetiklediği süreç yoksul köylülerin şehirlere büyük göçünün tetikleyicisi oldu. Bu göç tarikatların fakir, çaresiz, eğitimsiz, köklerinden kopmuş yoksul bir kesimin büyük şehirlerde ilişki kurmalarına, çevre, iş gibi faydalar sağlayabilecekleri birer cazibe merkezi olmaya başlamalarına araç oldu. Tarikatlar çaresiz ve eğitimsiz kalabalıkların korunma alanları olurken, aynı zamanda sağ partiler için de din duygusunun sömürüleceği bir büyük oy deposu haline dönüştü.
AKP’nin kurucu isimleri arasından pek çoğu o dönem göç dalgasında büyük şehirlere yerleşmiş ailelerin şehirde doğan ilk nesliydi. Şehirli, iyi eğitimli ve lisan bilen kesimlere karşı varoşlarda yaşamak zorunda olan gençlerin öfkesini ailelerinin yönlendirmesiyle ilişki içine girdikleri tarikatlar sistemli hale çevirdi. 1970’lerden itibaren yaşanan ekonomik krizlerin gerisinde kamu kaynaklarının talanı, artan borç ve yolsuzluk olunca fakirleşen bu kesimler korunaklı alan buldukları tarikatların insan kaynağı ve ekonomik gücünü artırdı. DP dönemi başlangıcından AKP iktidarına kadar kabaca 50 yılda tarikatların sermaye gücünü artırıp neredeyse birer holding şekline dönüşmeleri de AKP’yi iktidara taşıyan önemli itici güçlerden birisi oldu.
AKP döneminde tarikatlar açıkça desteklendi ve doğal olarak daha da güçlendi. Prof. Esergül Balcı’nın çalışmasına göre AKP dönemi boyunca izlenen neoliberal ekonomi politikaları sonucunda devletin boş bıraktığı yerleri tarikatlar doldurdu. Bunun en başında da özelleştirilen eğitim yer alıyor. 20 yıldır AKP kabineleri içinde neredeyse tüm tarikatların temsiliyeti bulunurken, bakanlıklar, bürokrasi, eğitim, sağlık ve ticaret bu temsiliyetlere göre dağıtılıyor. Parası olmayan ve sahipsiz kalan yoksul kesimler çocuklarının okutmak, sağlık hizmetlerinden faydalanmak, faturalarını ödemek ve adalet bulmak için tarikatların şemsiyesine sığınır, tarikatların devlet içindeki nüvelerinden fayda sağlama arayışına girer. Metafizik bir kurtuluş arayışı yanında tarikatların mürit ve sempatizanları ile ilişkileri son derece ekonomik temellere de dayalıdır kısaca.
Bu cemaatler eğitim, sağlık, hukuk gibi önemli politikaları etkileme çabasına girerken bir yandan da kendilerine bağlı yetiştirdikleri insanları kamu hizmetlerine yönlendirir. FETÖ örneğinde aleni şekilde deneyimlediğimiz üzere, tarikatlar alternatif dini, kültürel ve ekonomik kurumlarla büyük, ekonomik menfaate bağlı ağlar kurarak devletin etrafında yuvalanırlar. Devlet nimetlerinden daha da zengin olurlar.
Gazeteci İsmail Saymaz’ın kitaplarında (Şehvetiye Tarikatı ve Kimsesizler Cumhuriyeti) derinine ele aldığı tarikatların bugün Türkiye’de 2,6 milyon kişiyle organik bağı var ve bunların 1 milyonu aktif üye. Bu grup eğitim ve ekonomik açıdan toplumun en alt kademesindekiler genellikle.
Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisine geçmesiyle tarikatlar de din dışı alanlarda genişledi, siyasete müdahil olmalarıyla eğitim, sağlık ve daha pek çok alana ekonomik yatırımlar yaptılar. Televizyon kanalları, dernekler, okullar, hastaneler kurdular. Özellikle "Zenginler tarikatı olarak" bilinen Erenköy Cemaati, Süleymancılar, Menzil ve pek çok tarikat iş ve çıkar ilişkileri içinde. Balcı’nın 2018 tarihli raporuna göre, Türkiye’deki kurumların üçte biri bir tarikat ya da cemaat ile bağlantılı ve devlet desteklerinden faydalanıyorlar. Türkiye’deki özel öğrenci yurtlarının yarısından fazlası bir tarikat ya da cemaat ile bağlantılı.
Saymaz’ın sözleriyle, “Süleymancılar, dev bir yurt ekonomisi kurdu, bugün Türkiye’deki özel yurtların en az yarısı onların. Fethullahçılar küresel bir güç oluşturdu, Menzilciler şimdi FETÖ’nün bıraktığı boşluğa gözlerini dikti. Sağlık sektöründe başlayıp İçişleri Bakanlığı’na kadar yayıldılar.”
Tarikatların en temel gelir kaynaklarını yatırım yaptıkları alandaki şirketler ve bağışlar oluşturuyor. Kimi tarikatlar iş bulduğu müritlerinin kazancından pay alıyor, kimileri de müritlerinden belli aralıklarla zorunlu bağışlar topluyor.
Tarikatlar: Kapatmak, kontrol etmek yetmez...
Böylesi girift ilişkiler ağını, ekonomik düzene sırtını yaslamış yoksulluktan nemalanan, isimleri belirsiz kamu yöneticilerinden destek alan dev bir yapıyı “kapatmak” gerçeklik zemini ötesinde görünüyor. 70 yıldan fazladır kurulan düzeni, düzenin paydaşı olma ihtimali yüksek kurum temsilcilerinin yönetiminde denetlemek de bir o kadar verimsiz bir çözüm önerisi. Vakıf adı altında şirketleşen tarikat ve cemaatlerin eğitim, sağlık ve diğer alanlarda yaptıkları yatırımları budamak ve saadet zincirlerini kırarak işe başlamak gerekli elbette. Ancak çözüm bundan ibaret değil.
Ekonomik temellerden yükselen bu her şekilde istismar kurumlarının varlık dayanaklarını yok etmenin önemli bir yolu devletin baştan aşağı yeniden yapılanmasından geçiyor. Eğitim sisteminin yeniden laikleşmesi, din eğitiminin bu örgütlerin elinden alınması, sağlık sisteminde kamuya yeniden alan açılması ve tabi tüm bunları düzenleyecek, denetleyecek kontrol mekanizmalarının etkin kullanılması için hukuk sisteminin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.
Eş zamanlı olarak sadaka düzenine dayanan kamu desteklerinin hak temelli, adil bir şekle çevrilmesi, yoksullukla top yekûn mücadele ve eğitimin 4+4+4’ten hızla değişmesi eşliğinde eğitime yönelik kamu harcamalarının artırılması yeniden eşit vatandaşlık ilkesiyle eğitim sisteminin dünyayı yakalayacak şekilde öncelikler belirlenerek kurgulanması gerekiyor.
Tarikatların hedefindeki çocuk ve kadınların haklarını ve sosyal güvencelerini de yeniden kurgulamak, özgürlükçü, eşitliğe dayanan politikaları devreye sokmak acil önem arz ediyor. Yoksulluk ve çaresizlikle kamu önderliğinde büyük bir mücadele gerekiyor.