İnce, çıktığı her programda, arada bir iktidara “sallıyor” olsa da esas olarak, CHP’yi ve dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nu oklarının hedefi yapmış olması olabilir mi kendisine gösterilen ilginin nedeni?Bu kadar gözde olmuş olmasından kuşkulanmamasını saflığına verebiliriz ama aynı kanalların, aynı nitelikteki bir diğer aday olan Sinan Oğan’a aynı sıcaklığı göstermiyor olmaları da mı kuşkulandırmıyor kendisini? Çıktığı her programda, arada bir iktidara “sallıyor” olsa da esas olarak, CHP’yi ve dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nu oklarının hedefi yapmış olması olabilir mi kendisine gösterilen ilginin nedeni? “Fırsat bu fırsat” diyerek, kendisine tanınan her fırsatı, CHP’nin serencamını faş etmek için kullanmasını, “kötü üslup, doğru sözün celladıdır” atasözünü hatırlatıp kapatmak isterim. “Daha önce oy verdim, üzerinde hakkım var, o hakkı geri istiyorum” demek istemem. Nihayetinde o günkü aday o idi; biz de oyumuzu kayıtsız koşulsuz verdik. Sonrasında çizdiği zikzakları da dert etmiyorum; nihayetinde insan kendisini resmeder. Ama hepimiz biliyoruz ki Türkiye bugün uçurumun kenarında ve oradan alıp selamete kavuşturmak; bunun için de el birliği yapmamız gerekiyor. İnce’nin de bu süreçten vareste olmadığını bilmesinde yarar var. AMOK KOŞUCUSUNA DÖNÜŞMESİN Kendisi için “amok koşucusu” benzetmesi yapılıyor; ağır bir benzetme ama “teşbihte hata olmaz” derler. Stefan Zweig’in, Türkçeye de çevrilmiş pek çok kitabından biri olan “Amok”, Malezya dilinden alınan bir terimmiş ve ne yazık ki “gözü dönmüş, öfkeden delirmiş” anlamlarına gelirmiş. Bir başka ifadeyle “cinnet geçirmek” de denebilir buna. En büyük özelliği de kendisiyle birlikte etrafına da büyük ölçüde zarar vermesiymiş “amok”un. Sadede gelelim. İnce’den beklenen, kayıtsız koşulsuz, yorgun ve dolayısıyla da bizi yoran mevcut iktidarın gidişini sağlamak konusunda üzerine düşeni yapmaktır. Geleneği bozmayıp, Nazım’dan bir şiirle bitirelim. “Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet, en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat, dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat, iki kat soyulmamak için.” Çağrımız bu minval üzeredir.
Tarihe “İnce” bir not düşelim
Adaylık, İnce’nin hakkıdır elbette! Aday olarak, pek çok iletişim kanalını kullanarak, seçmene ulaşmak istemesi de… Bununla birlikte, “muarrızların seni övüyorsa kuşkulanmalısın kendinden” sözü de kendini hatırlatıyor.
Yıllar önce TBMM’deki mücadelesini kitaplaştırmıştı Muharrem İnce; kitap, “Buyrun Sayın İnce” adıyla yayınlanmıştı.
Kitabı, önce “icraatın içinden” tarzı sanmış, uzak durmuştum.
Oysa kitap, İnce’nin, “memleketin meseleleri”ne yaklaşımını dile getirdiği bir esermiş.
Ben de “Tarihe Düşülen ‘İnce’ Not” başlıkla o kitabı değerlendirmiştim.
Kabul etmek gerekir ki “nevi şahsına münhasır” bir politikacı Muharrem İnce; yüksek belagat yeteneğini de eklediğinizde karşınıza ne zaman ne yapacağı, nasıl davranacağı önceden kestirilemez biri çıkıyor.
2018’de, CHP’nin Cumhurbaşkanı adayıydı; sözü söze katan, sözden söz üreten ve iddialarını halkımızın gündelik hayatta kullandığı sözlerle birleştiren konuşmalarıyla meydanların tozunu atmıştı.
Beklenti yükselmiş; seçimin ikinci tura kalacağına ilişkin kanaat güçlenmişti.
SAHİPSİZ KALMAK İSTEMİYORUZ
Olmadı!
“O gece”, son olarak karargâh olarak seçtikleri otele girerken görülmüş; bir daha da gören olmamıştı.
Kanaatlerimiz, “temelsiz” değildi ama “sahipsiz” kalmıştı.
Seçmenin, sandıklara yönelik operasyonları durdurmak için YSK’nın önüne toplanma talebi karşılık bulmamış; CHP, “provokasyon” vurgusuyla uzak durmuş, İnce ise uzun süre kaybolmuş, sonra da “adam kazandı” mesajıyla emeğimizi “yedirmişlerdi”.
Tesadüf bu ya, uzun süre sonra da olsa “o otelin” sahibiyle sohbet etme olanağı da bulmuştum; söz dönüp dolaşıp “o gece”ye gelmişti.
Şimdi rahmetli olan o kişi, “iyi ki seçilmemiş” demişti. İnce hakkında pek çok yazı kaleme almış; yer yer övgüler dizmiş biri olarak, ona dair yapılan bu değerlendirme, beni çok incitmişti.
İçime atmıştım; İnce’nin, Cumhurbaşkanlığına aday olması nedeniyle şimdilerde sık sık haber programlarının konuk edilmesi üzerine hatırladım.
Hatırladığım başka şeyler de var…
Bir TV programında Kılıçdaroğlu’nun karşısına aday olarak çıkmayacağını da söylemişti; sonra karşısına çıktı. Sonrasında yaşadığı “med-cezir”i de herkes hatırlıyor.
“Bu ne yaman çelişki” demek için hatırlatmıyorum bunları.
Yapılan her akdin, söylenen her sözün, kendi koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiğini; koşulların değişmesine bağlı olarak akitlerin de değişebileceğini biliyoruz.
MUCBİR SEBEPLERİMİZ VAR
Gene de “mücbir sebepler” ile karşı karşıya olduğumuzu; o “mücbir sebepler”in hepimizi, en çok da Türkiye’nin geleceğini yakından ve olumsuz olarak etkileme riskini barındırdığını da biliyoruz.
Adaylık, hakkıdır elbette!
Aday olarak, pek çok iletişim kanalını kullanarak, seçmene ulaşmak istemesi de…
Bununla birlikte, “muarrızların seni övüyorsa kuşkulanmalısın kendinden” sözü de kendini hatırlatıyor.
Baksanıza haber kanallarının birinden çıkıp ötekine gidiyor.